Saturday, May 26, 2018

Turkish - Siget by Selaniki

 Ve bu gün «Gazâ kutlu olsun» diyü serdârlar cümleten Vezîria'zam hazretleri çadırına geldiler, âlî dîvân oldı. Defterdâr-ı emvâl Murad Çelebi ve sâbıkâ Mîr-tevkî'î Müteferrika-başı Celâl-zâde ve Reîsulküttâb Mehmed Çelebi cümle Dîvân-ı Hümâyûn kâtibleri ile geldiler.

Memâlik-i mahrûse hükkâınına ve etrâf u eknâf-ı ekâlîmde (22a) hükûmet iden selâtîn-i zevfl-iktidâra fetih-nâmeler yazıldı. Hâkim-i Haremeyni'ş-şerîfeyn - şerrefehüma'llâhu ta'âlâ şerefen ve tekrîmem - ve Kırım hâkimi leşker-i Tatar hanı Sa'âdet Giray Han'a ve vâlî-i Vilayet-i Şark, şâh-ı kerem Tahmasb Şâh-ı Acem'e, vilâyet-i mülk-i saltanat muhâfazasında dernekde olan Şehzâde-i cevânbaht ve sezâvâr-ı tâc u taht Sultân Selim Han - tâle bakâhu ve nâle münâhü hazretlerine Yemen ve Mısr ve Şâm ve Haleb ve Diyarbekir ve Bağdad ve Basra ve Şehrizol ve Lahsî'ya ve deryâ-yı Sefîd'de olan hükkâm-ı Nasârâ doj ve dukalarına ve Cezayir Beğlerbeğisine ahbâr içün ahkâm-ı şerîfe yazılup, yarar ve benâm çavüşlar ulağla gönderildi. Ve feth-i kal'ada hidmetde ve yoldaşlıkda bulunanlara terakkîler ve mertebeler inâyet ü ihsânlar olunup, murâdları virildi. Ve heman zemân geçürmeyüp muttasıl kal'a yerin pâk itdüriip istihkâm üzre âhar üslûb ile iç-kal'a ve dış-kal'a ve amîk hendekler ve burclar ve top delikleri konulmak üzre ve tûl ü arzda ikişer zirâ ziyâde olmak içün verdünarlar ve balvanlar kesdürüp müstevfâ kal'a binâsı esbâbı ihzârına himmet-i âliye ile ikdâm u ihtimâmlarda bezl-i makdûr olunup, ve câmi'-i şerîf ve minber ü mahfil tedârük eyleyüp yapdırmağa şurû' eylediler.

«İnşâe'llâhu ta'â lâ tamâm olduğı günde sa'âdetlii Pâdişâh-ı dîn-penâh hazretleri otuz bir gün leşker-i Islâm ile cihâd idüp şükrâne-i feth ü zafer cum'a namazm kılup, in'âm u ihsân ve sadakat-ı küllî eylemek aksâ-i murâdıdur» diyü şâyî' olup, söylenmekde idi.

Velâkin mizâc-ı şerif ve unsur-ı lâtifelerinde inhirâf u fütûr olduğı ve dürlü ahbâr-ı mûhişe dahi münteşir olup söylenürdi.

Ve bu esnâda Hazînedâr-başı Sinan Ağa niçe eyyâm sâhib-ferâş idi. Dâr-ı mihnetden sarây-ı sürûra irtihâl eyledi. Ve Mîr-tevkî'î sâbıkâ Baş-defterdâr olan Mehmed Beğ dahi zahîrden kasaba-i Peçuy'da âhıret seferin ihtiyâr eyledi. Vilâyet-i Basra Beğlerbeğisi Derviş Ali Paşa dahi intikâl eyledüği (22b) haberi ulak gelüp inhâ eyledi. Bu manâsıb-ı âliye virilmek içün dahi dîvân olmak îcâb eyledi. Ammâ ale'd-devâm Paşa-yı a'zam hazretleri cidd ü cehd üzre kal'ada çalışup cem' itdürdüği âlât u esbâb-ı binâyı müheyyâ itdürmekde ihtimâmda idi.

Mâh-ı rebî'ulevvelün on ikinci gicesi otak'ı hümâyûnda hâfızlar istenüp ve Hâfız Mahmud Çelebi mevlûdu'n-Nebî okuyup, bezl-i ni'met olunup ihsânlar oldı. Ve irtesi gice dahi Sadrıa'zam hazretleri çadırında mevlûd okunup, du'âlar ve senâlar olundı. Ve «Cum'a gün kal'ada namaz kilmur, cem'iyyet-i azîm olur, Şeyh Nureddinzâde Efendi va'z u nasihat ve du'â ider» diyü nidâlar olundı. Velâkirı, «Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri çıkamaz mübârek ayakları incindi» diyü söylendi. Ve seherden halk câmi'-i şerîfe çekilüp vüzerâ-i izâm erkân-ı sa'âdet geldiler. Kesret ü izdihâm fevka'l-had idi.

Hâfızlar okuyup, mu'arrif du'â eyleyüp, hutbe okunup, bârgâh-ı izzete hamd-i ferâvân ve şükr-i bî-pâyân ile sipâslar olundı. Ve ba'de's-salât münâcât ve arz-ı hâcât olunup, musâfahadan sonra, «Namaz höd Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleriyle kılınup, ve nice maslahat görülüp bahşiş virilse gerek idi» diyüp söze ve keleciye başlıyorken heman münâdîler nidâya başlayup, «Beğler ve ağalar yarın dîvândur, hâzır olasız» diyü tenbîh olumnağla her kişiye sükûn gelüp tedârükine meşgül oldı.

Ve bu gice sâhib-sa'âdet hazretleri Kâtibü's-sır Feridun Beğ'i vüzerâ-i izâm hazretlerinün her birinün çadırına tenhâ gönderüp «Sözlerin Ve fikr ü endîşelerin, tedbîr ü tedârüklerinden haber virsünler, İnşâe'llâhu ta'âlâ yarın dîvân-hâne çadırında ana göre söyleşelüm» diyü ısmarlamışlar bu hâkden kemîne ashâb-ı sa'âdetün çadırların göstermek içün mehtâbda musâhabet iderek bile giderdük.

Evvel, Hümâ Sultân hazretleri sâhibi Ferhad Paşa hazretleri çadırına varup, «Sâhib-sa'âdet hazretleri Kâtib Feridun Beğ'i buluşmağa gönderdi» didügümüzde «Buyursunlar» diyü haber çıkup, (23a) içerü gitdiler. Vardukları gibi «Hây meded eyü geldün, Paşa hazretleri niçün dîvân eylemek tedârük eyledi, bu ahvâl nice olur» dimişler ve ağlayup, halt-ı kelâm eylemişler. Ben de didimki «Dîvân eylemek yaramaz mıdır, mütekkadimîn ahvâli nice olmışdur, bilmez misüz, tevârîh okumadınız mı? Ihsân u inâyet eylen, havsala üzerine olup, dîn-i mübînün ırz-ı şerîfin sakınur ve saklar ervâh-ı tayyibe-i ricâlü'l-lâh hâzırdur. Hudâ-ı Rabbü'l-âlemîn hâfız u nâsır ola. Maksûd hulûs-ı niyyet ile hüsn-i teveccüh ü tevekküldür» didüm. «Siz evdensiz sizün ne derd ü gamınuz van» dimişler. Andan çıkup Mihrümâh Sultân hazretleri damadı Vezîr Ahmed Paşa hazretleri çadırına varıldı. Gaflet üzre olmayup hâzır u bîdâr olup fikr ü endîşede imişler. «Feridun Beğ geldi, buluşmak ister» didüklerinde «Gelsün» buyurmışlar. Mahall-i selâmda, «Kardaş, yüreğinüz taşdan demürden midür, ne dîvân idecek hâlimüz var, itdüğünüz ne işdür, ne günümüze dururuz. Niçün Hazîne-i Ãmire'yi Defterdâr ile gemilere koyup göndermezsiz. Olacak höd oldı. Hele ben olancasm gönderüp hâzır oldum» dimişler. Ben de didüm ki: «Sultânum bu sizün böyle tedârük eyledüğünüz halka çok güft ü güya sebeb olmışdur. Hiç vüzerâ-ı izâm, selef pâdişâhlarınun bunun gibi hâl vâki' oldukda ne amel eylemişlerdür ırak değül? Pâdişâhımuz cülûsında nice olmışdı, vüzerâ hazretleri neylediler, şimdi âmme-i halka Pâdişâhumuz el-hamdü li'llâh eyüce oldı, hayatdadur disenüz kimse sizi tekzîb eylemez, sahîhdür diyü tasdîk iderler.

İnâyet ü ihsân eylen, televvün ü tereddüdi kon, kaviyyü'l-kalb olun. Düşmen-i dîn içindeyüz, maslahat itmânıma sa'y buyurup, kal'ayı tamâm idelüm, yapılsun. İşte Pâdişâhumuz hazretleri gelüp yetişmelidür» didüm. «Anun bunda gelmesi eyü değildür, getiremezsin, anun mudebbirleri kimseyi beğenmezler, katlan göresin. Hele hayr ola, yarınki günü de görelüm» didi. Bu da ma'lûm olıcak Kızıl Ahmedlü Vezîr-i azîz (23b) Mustafa Paşa hazretlerine varıldı. Haber oldukda karşı gelüp «Safâ geldün, kadem getürdün Allâh ta'âlâ cümle düşvâr işlerimüz lütfundan âsân eyleyü-vire. Hele kıral taburın bozup kalkmış, yahşî tedbir ü tedârükler olmış diyü işitdüm» Beni kocup bağrına basdı, Hayr du'âlar eyledi. «Ve sâhib-sa'âdete Allâhu ta'âlâ kuvvetler vire. Tutduğı kolay gele. Cümle dîn ü devlet mesâlihi üstine düşdi. Heb ana bakaruz. Bu seferün netîcesi be-her-hâl böyle olacak idi». Va'fllâhu galibün alâ emrihî âyetin okudılar. «Ve inşâe'llâhu ta'âlâ yarın dîvân-hânede heman Yeniçeriye kal'ayı itmâm itdürmeğe himmet ü tedârük eyleyesin» buyurdılar. Ben de didim ki «Sultânum karmdaşınuz Rûmili Beğlerbeğisi hazretlerine hükm-i şerif ile çavuş gönderildi. Asker-i mansûreden her kimi istersen alup kal'a-i Bobofca'-yı muhâsara idüp almakda mücidd ü sâ'î olasm» dinilmişdi. «Kış geldi basdı, asker ahvâle vâkıf olmışdur, biz kimün emriyle glderüz» diyicek «Zemânı mıdur» didüm. Buyurdılar ki: «Ol şehir oğlanı tabi'atlüdür, heman beni serdâr eylen, hükm gönderün bana koşun, eğer söz söylerse başın kesüp sâhib-swâdetün çadırına göndereyüm» dimişler. «El-hakk kavî sözlü sâdıku'l-kavl serverdür» diyü pesend eyledilerdî.'

Ve irtesi âlî dîvân olup, cümle a'yân-ı devlet ü saltanat geldi. Büyük dîvân-hâne ve on iki direklü sâyebân kuruldı. Ãmme-i Yenişeri tâ'ifesi ve Bölük-halkı kollu kolunda sâf-ber-sâf alaylar bağlayup, kemâl-i kesret ve izdiham-ı küllî ile turıldı. Kânûn-ı kadîm üzre yemek çekildi. Yeniçeri Ağası Ali Ağa içerü girüp eğlenmedi çıkdı. Ve didi ki «Yoldaşlar sa'âdetlü Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri buyurdılar ki: «Berhordâr olup, yüzleri ağ olsun, gazâları kutlu ve mübârek ola yoldaşlığı tamâm eyleylip kal'ayı tekmîl idi-virsünler, az kalmışdur, cümle terakkîleri ve bahşiş u mertebeleri virilsim makbûlümdür, hayr du'âm alsunlar» diyüp sözi (24a) âhir itdüği gibi «At hâzır eyle» didükde tâ'ife «Ya bahşiş u mertebe nice olur?»

«Cümlesine ben kefîlim' baş üstüne, heman Pâdişâhımuzun dileği yerine gelsün, kal'aya yetişelüm» diyüp, ata binüp çadırı önünde inmeyüp kaftanun ve sarığın at üstünden değişüp, doğrı kal'a binasına seğerdüp ve Anatolı Beğlerbeğisi Zal Mahmud Paşa hazretleri dahi keresti yetişdürmeğe müte'ahhid olup ve Rûmili Beğlerbeğisi dahi borısm çaldırup, «Bobofca kal'asına isteyen gelsün» diyü nidâ itdürüp heman ol gün göçüp gitdiler. Fî 14 şehr-i rebî'ülevvel, sene 974.

Ve a'yân-ı devlet, vüzerâ-i izâm ve Beğlerbeğiler ve Kadıasker efendiler ve Defterdâr cümlesi [makamında takrir olundı] ve Nişâncı Celâl-zâde tekrâr nişâncı oldı. Ve Kilarcı-başı Yusuf Ağa Hazinedâr-başı olup ve Istanbul'da Sarây Ağası Mahmud Ağa Kilârcı-başı olup, gelüp yetişmek buyuruldı. Ve Kapu-ağası Ya'kub Ağa dahi muhkem sâhib-ferâş hasta bulundı.

Reis-i etıbbâ İbn-i Kaysun «bi-hasebi't-tıb ilâc-pezîr değildur» diyü ye's haberin virdi: «Harem-i hümâyûn hidmeti yalnız Yusuf Ağa'ya munhasır kaldı. Ve içerü kalkup gitmek lâzım geldtikde vüzerâ-i izâm dîvân-hâneden oba kapusından girüp, serîr-i saltanat hâlî olmağın silahdâr Ca'fer Ağa Çukadar Mustafa Ağa ve iç-ağalar gelüp cevâb virüp, sa'îdü'l-hayât ve şehîdü'l-memât merhûm ve mağfûrun-leh safer ayının yiğirmi ikinci cum'airtesi gicesi sabâha dört sâ'at kaldukda bu mihnet-âbâd dünyâdan mürg-i rûh-ı pür-fütûhları tayerân eyleyüp, dârü'l-cinânda âşiyân idindi» didi. “

«Şehid-i râh-ı Hak Sultân -Süleyman»  sene 974 târîhdür. Müddet-i saltanat-ı merhûm Sultan Süleyman Han, sene 48, Ömr-i şerif, sene 74.

Tabîb İbn-i Kaysun «İmâm Derviş Efendi ve Rikâbdâr Mustafa Ağa ve Musa Ağa ve Hasan Ağa cümlemüz on iki nefer kimse mübârek cesedin gasl idüp, tekfîn eyleyüp, namazın kılup ve yapup gönderdüğünüz tabut ile taht altında emanet konuldı. Yiğirmi iki gündür tesbîh ü tehlîl ve tilâvet-i Kur'an-ı azim ile hatemât itmeğe meşgûlüz» didüklerinde her biri giryân ü büryân olup du'âlar ve senâlar ile (24b) ahdleşüp, taşra çıkup, umûr-ı saltanat ve kazâyâ-yı dîn ü devlet mesâlihine başlayup gelene cevâb virmekde dakika fevt itmediler. Ve bu esnâda Kapu Ağası Ya'kub Ağa dahi derd ü hasret-i Pâdişâhîye kuvâ-yı nefsâniyye tahammül itmeyüp terk-i dünyâ eyeledi.

Ve dördünci gün Bebofca kal'ası zabt olunduğı haberi geldi. Rûmili askeri varduğı gibi melâ'în kendü elleriyle âteş urup, kal'ayı bırağup firâr iderler, Artlarından leşker-i İslâm yetişebildüklerin tîg-i âteş-bâr ile dârü'l-bevâra gönderirler. Ve kal'anun harâb olan yerlerin ta'mîre meşgul oldukların arz eylediler. Ve Hazînedâr-başı Yusuf Ağa, Kapu Ağası olınakda Sadrıa'zam hazretleri tereddüd eyleyüp, «İstanbul'dan gelecek Mahmud Ağa senden mü'eddeb ve salâh-ı nefs ile muttasıfdur, Kapu ağalığı anundur, liyâkat u istihkâkı ziyâdedür, senden eski emekdârdur» dimekle Yusuf Ağa çok nâ-sezâ kelimâta ağaz eyleyüp, keşf-i sır itmekle sâhib-sa'âdet gayet muztarıbü'l-hâl oldı. Ve İstanbul'dan dahi ba'zı mekâtîb gelınekle asker ordu-yı hümâyûnda havâdis-i acîbe nakl itmeğe başlayup, muttasıl dağ ber-bâlâ-yı dağ olmada ve merhûm ve mağfûrun-leh teslim-i rûh eyledüği hînde giceyle Kapucılar Kethudâsı Gülâbî Ağa, Silâdâr-ı Hâssa Ca'fer Ağa'dan hatt-ı hümâyûn nâmına getürdüği kağıdun mefhûmı ne mertebe cân-şûz idüği ukalâya ma'lûm.

Heman rûy-ı niyâzı hâk-i mezellete sürüp «Yâ Mâlikü'l-melâlik neccinâ mine'l-me- hâlik, Ente'l-bâkî ve küllü şey'in hâlikün» diyüp dergâh-ı Ahadiyyete enîn ü hanîn ile tazarru' u nâlişler eyleyüp, «Yâ İlâhî ve yâ Samedî min indike mededî ve aleyke mu'temedî» nâlesini bârgâh-ı Izzete yetişdürüp leşker-i İslâm dârü'l-harbde «Yâ Ãlimü's-sırru ve'l-hafiyyât senden avn ü inâyet diyüp, sâhib-serîr hazretleri ümmîd ü recâsında iken İstanbul'dan mufassal mektûblar gelüp, keyfiyyet-i culûs-ı hümâyûnı yazmışlar ve bundan akdem feth-i kal'ada yazılan müjde ahkâmı (25a) ve mekâtîbi arasında Haleb müjdesine giden kapucılıkdan çıkan Hasan Çavuş'a «Yolun üstündedür. Sıçanlu Sahrâs'nda Şehzâde Sultân Selim Han hazretleri dernekdedür, mektûbumuz îsâl ile feth haberin i'lâm eyleyesin ve sa'âdetlü Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri kal'ayı tamâm mubkem yapmayınca göç eylemez diyesin ve âfiyet ve selâınet haberin viresin» dimişlerdi. Mezbûr Hasan Çavuş hikmet-i Rabbü'l-âlemîn ile sekiz günde Istanbul'a yetişür ve dört günde İstanbul'dan Şehzâde hazretleri derneğine kuşluk zamânında varup «Haleb müjdesiyle giderüın. Sadrıa'zam hazretlerinün mektûb-ı şerîfleridür» diyüp Kapu Ağasma teslim eyleyüp ve feth-i kal'a ve sıhhat u selâmet haberin virüp çekilüp gitmek sadedinde olup ve gelen mektûb Şahzâde-i cevân-baht ve sezâvâr-ı tâc u taht hazretlerinün mübarek destine vusûl buldukda, Sadrıa'zam hazretlerinün irsâl eyledükleri mektûb, müş'ir-i saltanat yazılmışdur, ana nazar oluna. Mektûbı açup görürler ki Sadrıa'zam hattıyle mefhûmı ma'lûm ve iz'ân-ı pâk buyurup «Var gelen çavuşun ismi nedür su'âl eyle?» dirler. «Ismi Hasan'dur» dir. Kânûn üzre yol harçlığı virüp.

«Imdi hidmetden kalma» diyüp gönderirler gider. Ve fi'l-hâl Hoca Atâullah Efendi hazretleri ve Lala Hüseyin Paşa istenüp” «Bizim ılgar ile Kütahya'ya gitmemüz lâzım geldi, yarar atlarunuz ile hâzır olun» diyü tenbîh buyururlar. Ve Mîr-âhûr Hüsrev Ağa'ya «Ilgara yarar atlarun hâzır eyle, gayrı zemâna kıyâs eyleme» buyurmışlar. Mâh-ı rebî'ulevvelün yedinci güni ılgar ile kalkup ikinci konakda cum'a gün vakt-i salât karîb oldukda Kütahya'ya gelinüp Sarây-ı Ãmire kurbında Hisâr-beği Câmi'i hatîbi zühd ü salâh ile mevsûf Feyzullah Fakîh dimekle ma'rûf hitâbet hidmetine giderken yol üstünde Şehzâde hazretlerini gelür görüp selâma dururlar. Sa'âdet ile gelüp selâm virdüklerinde buyururlar ki «Merhûm u mağfûrun-leh babamuz hüdâvendğâr (25b) rahmet-i Rahim-i Rahmân'a gitdükleri haberi geldi. Hutbe-i şerîfede bizüm nâmımıza du'â eyleyüp cemâ'at-ı Müslimîne bildüresiz» dimişler. Anlar dahi rikâb-ı hümâyûna yüz sürüp du'âlar eylemişler. Ve heman ol günün gicesinde karar itmeyüp kalkup İstanbul yolların tutup giderler. Sabah namazın edâ eyledükleri mahalde rikâb-ı izzetlerine hidmet iden emekdâr ve hidmetkâr ağalar müetemi olup arzıhâl itmek isteyenleri Mîr-âhûr Hüsrev Ağa mânî olup, «Sabr eylen yedek değiştirmek zamânına» diyüp avk ider.

Ba'de'z-zemân tecdîd-i vuzû idüp, at değişdürdüklerinde ağalar bi'l-ittifâk tezkire yazup «Yolumuz ile mertebelerimüz ta'yîn buyurulmak bâbında izzetlü ve sa'âdetlü Pâdişâhumdan inâyet recâ olunur» diyüp defter sunmışlar.  Okuyup buyurmışlar ki «Varup tahta culûs eyledük mi ve erkân-ı devletle mülâkât eyleyüp ahvâlimüz nice olduğın bildük mi ve Ãl-i Osmân şimdiye dek kimsenün emeğin ve hakk-ı hidmetin zâyi' eylemiş midür? İçünüzde bir edeb bilür, söz anlar âdem yok mıdur?» diyüp Mîr-âhûr Husrev Ağa'ya itâb u hitâb eylemişler. «Ben kulun nasihat idüp i Mahalli değüldür, zemânı vardur» didüm. «Inâd idüp sözüm dinlemediler Pâdişâhum» diyecek tezkireyi yırtup elime virdi. Gördüm ki Sipâhî-oğlanları Ağası Ferhad Ağa'nun ve Ulûfeci-başı Ömer Ağa'nun esâmîleri yırtılmış. Sizün başınuza hayr gelmez. Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerin incitdünüz dimişdüm, fi'l-hakîka öyle olmışdı.»

Ve mâh-ı i rebî'ulevvelün on dördünci dü-şenbih gün ale's-seher mahmiye-i Kostantmiyye mukâbelesinde Üsküdâr yakasında Kadı-köyü'nde konup, muhâfaza hidmetine me'mûr olan sâbıkâ Anatolı Beğlerbeğisi Iskender Paşa hazretlerine kendü ma'lûmları olan Ali Çavuşı gönderüp «Ne acebdür ki bu zemâna dek biz -bu mahalle geldük, dahi kendülerden bir haber ü eser zâhir olmadı. Sebeb ü bâ'is nedür?» buyurmışlar. Ali Çavuş gelüp inhâ eyledükde, Iskender Paşa, «Niçün böyle iderler? Bizüm bu kıssadan haber u âgâhımuz yokdur, (26a) böyle itmekden kim hayr eyledi ki kendüler dahi fâ'ide göre?» dimişler. Ali Çavuş tekrâr varup hâk pâylerine haber virdükde buyurmışlar ki: «Eyledur, yukarudan kendüye gelen mektûbı onatca okuyup iz'ân eylesün, bu maküle haber tasrîh olunmaz, kinâyet olunur. Hamâkati kosun, gözin açsun ve Bostancı-başı Dâvud Ağa'ya gelen kağıdun mefhûmım tatbîk' eylesün, ve mûcibiyle amel eylesünler» buyurmışlar. Hakikaten mübârek hâtır-ı âtırlarına lâyih olan cümle kerâmet ve velâyet-i saltanat idüği mukarrer ü muhakkak olup, Bostancı-başıya gelen mektûbda «Inşâe'llâhu ta'âlâ Saray-ı Ãmire ağasıyle mütenebbih olup, öte cânibe göz ve kulak tutasın, Sarây-ı Ãmire'yi pâk ü pâkîze idüp ve ol gün bostancıları imece tarîkıyle taşra bağçelere çıkarup, tahliye eyleyüp ve basîret ü intibâh üzre olup, hidmetinde kusûr itmeyüp sâhibi geldükde teslim eyleyesiz» dinilmiş imiş. Ve ba'zı bağçe üstâdlarına iş işletmek içün oğlanları imeceye salup ve kağıd geleli altı gün mürûr eylemiş, okunup mefhûm ma'lûm oldukda seherden, kayıkcılar ile hâssa kayık donanup örtü ile Sultân hazretleri Üsküdar bağçesine geçmek murâd idinmişler.

Ãdet bahşisi yüz altun mukarrer ve kânûn-ı kadim üzre Ağa'ya hil'at-ı serâser dahi geldi. Makraınası bast olunup, bu bahâne ile Bostancı-başı Üsküdar bağçesi kenârından âheste çekdirmekde ve berüde konakda sâhib-serîr hazretleri Mîr-âhûr Husr rev Ağa'ya tenbîh ü te'kîd buyurmışlar ki «Sen benüm kula atumı murassa'ât rahtum ile gereği gibi donadup cevheri yapuk örtüp bir yahşi pereme ile karşu köşke geçürüp bekleyesin, seni anda hâzır bulayım» diyü fermân eylemişler. Ve yanlarınca olan Lala Hüseyin Paşa'ya ve Mevlânâ Hoca Ataullah Efendi ve Musâhib Celâl Beğ ve sâ'ir ağaları ve tuğları ve alay bayrağı ve yedekleri ve solakları ile seherden kuşluk vaktinde şehr-i rebî'ulevvelün on dördünci dü-şenbih gün Üsküdar iskelesine gelüp, sa'âdet ü ikbâl ile nuzül ü iclâl buyurup, Bostancı-başı Davud Ağa (26b) mübârek dâmenine yüz sürüyü koltuğuna girüp kayığa bindirüp çekdirince miyân-ı bahrde olan kal'a-i Getayun olanca topların atup, ve Tophane-i Ãmire'den dahi toplar atulup, şehr içine gulgule-i culûs-ı hümâyûn haberi düşüp münâdîler yer «Devr-i Sultân Selim Handur» velvelesin eylemekde fermân-ı Pâdişâh-ı âlem-penâh üzre murassa esbâb ile müzeyyen at, köşk iskelesine çıkduğı gibi bostân bekçileri gelüp, «Bu ne asl atdur, sen kimsin, kimün emriyle geldün, bu ne yerdür bilür misin» dimişler. «Belî bilürüm Sultân Süleyman oğlu Pâdişâhumuz Sultân Selim Han hazretlerinün taht-ı saltanatınun bağçesidür, siz de bekçiler ve hidmetkârlarsız. Ben de mîr-âhurum. Anun emr ü fermânıyle geldüm.» «Ya babası nice oldı?» didiler. «Nice olduğın, işte ağan ile kayıkda kendüzi geliyor, sora-bilürsen sor, haber alasın» diyüp bostancılar, kayığı görmeyince sâkit olmamışlar ve kayık ile gelüp yanaşdukları gibi Bostancı-başı koltuğuna gîrüp. çıkarduklarında ata binmeğe gelicek Mir-âhûr elinden dûhte gâşiyeye yapışup çeküp «Senün burada hidmet yolun değildür hidmet benümdür» diyü muhkem zor eylemiş; Pâdişâh hazretleri «Ko incitme Ağa!

Sen de yolunla ri'âyet olunursun» buyurmışlar. «Pâdişâhum bu kişi gideceği yeri bilmez, haremde hasıl olmamışdur» dimiş. «Gönül kalsun yol kalmasun, benüm hâtırum içün sen yol göster» buyürmışlar. «Fermân Pâdişâhumundur» diyüp, önlerine düşer, at ile varacak mahalle varduklarında, Sarây Ağası hâzır bulunup, atdan indükleri mahalde Mîr-âhûr i Husrev Ağa'ya sipâriş buyurup, mübârek eliyle cebinden avuç avuç altunlar çıkarup, «Bu denlü kifâyet itmez, dahi altun tedârük eyle, bana yetişdür. Benüm atımı bağçeden iskele kapusına varınca ve şehir kapusından Bâb-ı Hümâyûn'a gelince ve andan Istabl-ı Ãmire'ye girince filoriyi beşer onar halka bezl eyleyesin, göreyim seni hidmet eyleyesin» diyü te'kîd buyurmışlar. Fermân-ı şerifleri yerine gelüp, âmme-i halk in'âm u ihsâna dil-teşne idiler. Fikr-i sâ'ib ve re'y-i' sâkıb oldı diyü Mîr-âhûr bu hâksâra (27a) hikâyet eylemişler idi. Ve iç-âhûra, hâs tavîleye getürüp bağlamışlar.

Ve serîr-i saltanat-ı cihân-bâniye cülûs eylegiklerinde cümleden mukaddem selâtîn-i mu'azzama  vü mükerremeden Mihrimah Sultân  hazretleri gelüp mülâkât eyleyüp, âteş-i hasret ü firkat ile yanup yakılup giryân u sûzân olmışlar ve Hazîne-i Ãmire'yi açdırmnayup, Sultân hazretlerinden elli bir altun karz almışlar ve a'lemü'l-ulemâi'l-mütebahhirîn, efdalu'l-fudalâi'l-müteverri'în Şeyhülislâm ve Müftilenâm Mevlânâ Ebussu'ûd Efendi hazretleri ve muhâfaza hidimetinde olan İskender Paşa hazretleri ve Mevlânâ İstanbul Kadısı Kadı-zâde Ahmed Efendi ve Defterdârân-i emvâl Küçük Hasan Çelebi ve Balık-zâde Ali Çelebi ve ulemâ-i mütekâ'idîn ve Pâdişâh müderrisleri ve ulema-i Sahn-ı Semâniyye ve sâ'irler Dîvân-ı ma'deletunvâna tehniyet-i cülûs-ı saltanat içün gelüp pâye-i serîr-i âlemmasîre yüz sürmişler.

Ve kânûn-ı kadim-i Osmaniyân üzre türbeler ziyâretine  çıkup evvel, hazret-i Ebî Eyyûb Ensâri - radiya'llâhu ta'âlâ anh - den ibtidâ idüp, selâtîn-i Âl-i Osmân ecdâd-ı izâmları - rahimehümu'llâhu ta'âlâ - türbelerine varup, her türbede otuzar bin akça tasadduk buyurmışlar.

Ve üç gün tamâm olıcak penç-şenbîh gün çıküp a'yân-ı saltanat ve erkân-ı devlet ve asâkir-i mansûre mülâkâtına müteveccih olup, sefere azîmet idüp kasabat u kurâya uğrayup, menâzil u merâhil kat iderek mahrûsa-i Edirne'de bir gün mukîm olup ve Filibe ve Sofya'dan geçüp serhadd-i Belgrad-ı Üngürus, ki İstanbul'dan Belgrad'a bâzargân menzili otuz gündür, on beş. günde yetişüp ve bu yollarda erbâb-ı hıkd u hased cibilletlerinde olan buğz u şakâları muktezâsınca erkân-ı devlet hakkında dürlü isnâdât ile memlû rikâb-ı hümâyûnlarına ruk'alar mu'allâ kılmışlar, Pâdişâh-ı gerdûn-vakâr hazretleri birisine i'tibâr u iltifât itmeyüp, virilen ruk'aları ihrâk idüp, «Hasmın berâber olmayıcak mesmû'um olmaz» buyurmuşlar.

(27b) Paşa-yı a'zam cânibine ve Belgrad'a dâhil olup, Bayram Beğ evlerinde kondukları inhâ olunup ve hattâ nehr-i Drava kenarında  sahrây-ı Sirem pâyânındam kal'a-i Vulkovar'a kudûm-ı izzet-rusûmların bildürmişler ve fi'l-fevr Vezîr-i Ãsaf-re'y ü saltanat-ârâ hüsn-i tedbîr ü tedârük ile cevâb yazup, arz eylemişler ki «El-hamdüli'llâh ta'âlâ mürde cismümüze cân geldi, ammâ Pâdişâhum sa'âdet ü ikbâl ile asâkir-i mansûreye gelüp mülâkat olunursa kul tâ'ifesi ecdâd-ı ızâmunuz kânûnı üzre in'âmların isterler. Bunda kifâyet idecek mikdârı hazine getürülmemişdür. Ve a'dâ-i dîn içine gelüp yine dönüp gitmek münâsib görülmeye. Sefer âhır olmışdur, mevsim kalmayup, kışlamak dahi müte'azzirdür Merhûm u mağfûrun-lehün ibtidâ-i cü lûs-ı hümâyûnunda feth olunmiş k mübârek şehr-i Belgrad sevâd-ı a'zam olmışdur, izzet ü sa'âdetle yine anda âsâyiş buyurulsa ve eyyâm-ı Sa'âdet-i hümâyûnda kal'a dahi istihkâm üzre itmâma yetiştirildi. Evâ'il-i şehr-i rebî'ülâhirede inşâe'llâh ulûfe virilüp, heman üç günden göçdür diyü tenbîh olunup, işbu birkaç günde pâye-i serîr-i âlem-masîre yüz sürilür» diyü arz olunmağla Vulkovar'dan kalkılup yine Belgrad'a 'Bayram Beğ evlerinde karâr buyuruhnak makbûl-i hümâyûn vaki olduğı ve inhâ eyledükleri askerde şâyi" oldı.

Ve berüde asâkir-i mansûre içinde dahi söylenmedük ahbâr kalmayup ve merhûm Pâdişâh rahmet-i Râhîm ü Rahmân'a gitdüğin bilmedük kimse kalmadı. «El-hükmü li'lâhi'aliyyi'l-kebîr» diyüp leşker-i İslâm birbirine pend ü nasîhat idüp, keşf-i sırrı lâyık görmeyüp, tekmîl-i kal'a olup, ulûfe almağa mütevakkıflardı.

Hilâyet

Bir gün hâkden kemter fakîr ü hakir ordu-yı hümâyûnda giderken mufâleke-i rüzgârdan bir yâdgâr, ki fenn-i remlde hayli iştihâr üzre idi, varup kal'a döğilürken kur'asın elüme alup Zıruncuk la'înün tâli'in tutup «Âyâ bu kal'a ahnur mı ve beği eğer hayy ve eğer meyyit ehl-i İslâm (28a) eline düşüp zafer bulunur mı ola?» diyü niyyet idüp salduğum gibi herîf nokta döküp yüzüme bakdı.

«Hay hay acebden aceb remldür. Meselâ Ke-ennehû bu kal'a yerinden kalkup tozı göklere çıkup, zerrâta karışdı. Ve içinde olan hâkimi dahi askerün eline gelüp penbe gibi didildi» dimişdi. Hakîkaten remmâlün temsîl ü ta'bîrini re'ye'l-ayn müşâhede eylemişdük.

Hikâyet-i diğer

Ve bu esnâda ba'zı 'ahbâb ile yolumuz yine düşdi remmâlün çadırına varup kur'asın elimüze alduk, fakîr niyyet idüp, «Pâdişâh-ı memâlik-güşâ hazretlerinün mizâc-ı şerîf ve unsur-ı latîfinde inhirat u fütür var dirler, sıhhat u âfiyet müyesser olup, bize selâmetle hareketle nasîb olur mı?» didüm Herif noktayı tamâm  eyleyüp yüzüme bakdı. «Azim hâletden idersiz, hasta âfiyet bulmak ber-taraf olnıış gibi, meseli bunun ke-ennehü çadırun direği ufanmış yarım direk üstünde durur. Bir yeni direk getürüp kurulmağa bakarlar ki cümle çadırlar kurula» idi. Ittifakan Sadrıa'zam hazretleri huzûrında «Ordu-yı hümâyûnda remmâl şu maküle rumûzât idermiş› diyü mesmû'ları olıcak herîfi cüst ü cûyâ cellâd gönderirler ki bulıcak hiç amân virmeye. Meğer bir gün mukaddem derdmend «Düşümde gördüm çadırum başıma yıkmağa geldiler, kağdum kurtuldum. Vâkrâ kaçmak gerek yohsa vücudumuz çâdırın yıkarlar» diyüp konşularıyle vedâ'laşup gitmiş bulundı. 


Hikâyet

Ve mukaddemâ kal'a cengi ıztırâbında iken bir meczûb-sıfat dervîş-veş kimseye sâhib-sa'âdet Paşa-yı a'zam hazretleri «Baka göre azîz, asker-i İslâm her cânibde nice cihâd iderler, siz de ihsân, eylen, teveccüh üzre olup çaluşun. Kanı bizümle va'denüz. Yoldaşlarunuz ile meşgül olun» diyüp muhimmâtlarıyçün bir avuç altun çıkarduğu gibi, meczûb didi ki: «Kal'anun küli göğe savruldı. Kıral-ı la'înün taburına âteş düşüp göçdi. Yeni kal'a bünyâd eyledük. Leşker-i Islâmun hâkimi gelince uyuma sakın» diyüp fi'l-hâl cezbe galebe idüp çarh u semâ iderek meclisden kalkup gitmişdi. (28b) Bu mâbeynde yiğirmi üç gün murûr eyleyüp ve îmâ vü işâret eyledükleri sarâhaten ayni vâki' olup zuhûre gelmeğin sâhib-sa'âdet hazretlerin ziyârete gelüp «Nedür hâlinüz» diyüp siyâh şemle sarınmış geldi, ve cidâsın çadır önüne dikdi, âlât u esbâb-ı darb u harbi ve atını bağladı. Paşa-yı a'zam hazretleri didilerki: «Azîz, bize bir istihâre eyleyüvirsen, mühim işimüz var, Görsen ne zâhir olur» diyicek «Biz ale'devâm istihâreden bir ân hâlî olmazuz» didi. «Amma mühim maslahatınuz içün buyurursanuz ilm-i reml hakdur, reml idelüm» didi. Kur'a salup nokta hisâb eyleyicek eyitdi: «İstedüğünüz kişi kutlu, kevkebi gâlib, rif'atlü azîmü'ş-şân saruşın kimse ancak. Amma anun talebi size katı ziyâde, hattâ ılgar ile gelüp ve yakın yere gelmişken yine sözünüz ile mekânına dönmüş durup yine size bakar. Muhkem ârzû ile işâretünüze muntazırdur» didi, «böyle' gösterür. El-ilmü ind'llâhi'l-vedûd».

Ve Sene 974 i mâh-ı rebî'îlâhirün üçünci gün kal'ada ulûfe çıkup, tevzî'e oturuldı. Ve belşinçi güni otak-ı hümâyün çıkar «Göçdür» nidâsı olundi. Ve Rûmili ve Anatoh Beğlerbeğilerine ahkâm-ı şerîfe gidüp, «Rûz-ı Kâsım geçince feth olunan yerler muhâfazasi na ihtimâm olunup, leşkere izn' ü icâzeti virilmeye,» diyü muhkem te'kîd buyuruldı. Ve altıncı gün kânûn-ı kadîmn ve kâ'ide-i saltanat üzre tuğlar ve şâbiteler ile erkân-i devlet ve a'yân-ı sa'âdet vüzerâ-i izâm, peykler ve yedekler ve solaklar müzeyyen ü mükemmel araba önünce yürüyüp çavuşlar alkışlayup, tabl u nakkâre ve nefîrler sît u sadâsı ayyûka velvele salup, râyât-ı feth-âyât-ı İslâm açılup göçüldi. Dârü's-saltanatü's-seniyye İstanbul'a' teveccüh olundı.

Ve zikr olunduğu üslûb üzre Yeniçeri Ağasi bir gün ilerü göçüp konardı. Ve Mohaç sahrâsından geçilüp ve altıncı konakda mukaddemâ yapılan nehr-i Sava üstündeki cisr-i azîmi geçüp ve Sotin nâm menzil ki bundan akdem umerâ-i nâm-dâr-i zevi'l-iktidârdan Ferhad Beğ ve Husrev  Koçyan (29a) nâm Hersek taburı muhârebesin-ı de mansûr u muzaffer olup fütûhât-ı celîle itdükleri menzilde konuldi. Ve işbu altı menzilde araba içinde Hâs-oda oğlanlarından Bosnaviyyü'l-asl mümtâzü'l-kadd aruk yüzlü, toğan burunlu kösec; sakallu hastaca mizâclu, boynı sarğulu Hasan Ağla nâm kimsene asâkirî-i mansûrenûn yemîn ü yesârına selâm virürdi.


Musrâ

«Bir bakmada o Sâh'a benzersin»

diyüp, re'âyâ-yı halk şübhe itmezdi. Ve bu gün ikindi dîvânmda sâhib-sa'âdet hazretleri bölük ağalarına «İcâzetdür, şimden-girü içildür, nevbet Sipâhîoğlanları Ağası-Mehmed Ağa'nundur. Üç yüz nefer bekci yoldaş kifâyet ider. Pâdişâh hazretleri şikâr tarîkı üzre rikâb-ı hümâyûn ağalarıyle tenhâ kalur» diyüp destûr virildi. Ve bu gice Mîr-alem Sağır Rıdvan Ağa sancaklar ile göçmek buyuruldı. Yatsu namazın kılup tabl u nakkâreyi çalup göçdi.

Ve Padişâh hazretleriyle Belgrad'a dört menzil yakın olundı. Ammâ tamâm on manzildür ve bu gice Sâhib-sa'âdet hazretleri hâfızlara tenbîh buyurdılar ki «İşte sancaklar gitdi, araba yanınca cümlenüz gâh sûre-i Yâsîn ve sûre-i Feth ve sûre-i Kehf Kur'ân-ı azimden her ne olursa okusanuz ve gâh zikru'llâh eylesenüz ve ilâhî sözler itsenüz. Sâ'âdetlü Pâdişâh ziyâde haz iderdi» didiler. Bu Hâksar eyitdüm ki «Emir sultânum hazretlerinündür, ammâ araba kürbı azîz mahaldür, bizim gibi fukarayı korlar mı? Ağalarun her biri 'Nedür bunlar' diseler gerekdür» didüm. Buyurdıklarki «Ben Kapucı-başı Sinan Ağa'ya ısmarlayp-durürın, kimseyi söyletmez, sizi gözedür» didiler. Fi'l-hakîka sabâha dört sâ'at kalınca göçüldi. Altı nefer hâfız yoldaşlar idük: Hâfiz Küçük Mahmud, Silâdâr; Mustafa mü'ezzin, merdüm-i Paşa; Mustafa Selânikî, Silâhdâr; Kasım, Sipâhî oğlanı, merdüm-i Rüstem Paşa; Sipâhî Ahmed, Ulûfeciyân-ı yemîn; Hâfız Ahmed, merdüm-i Paşa. Varduğumuz gibi «Gayr-i mu'tâd âdemler, sizün burada yüriyecek yerinüz değildür» diyü solaklar söylediler. Biz de zikru'llâha başladuk. Gice ile bir orman kenârı mahall idi, mü'essir düşdi. Gerçi merhûmun intikâlin bîlmedmiş kimse kalmamışdı. Ve merhûm u mağfûrun-lehün meyyiti bu mahalle dek kırk sekiz gün tamâm setr olunmışdı. Ammâ bu arada (29b) keşf olup âşikâr olmağla kırk sekiz yıldan berü serîr-i izzetde pâdişâh-ı dîn-penâh mevt u hasreti muhkem te'sîr eyleyüp sûziş-i mâtem ile her kişi âh u nâle vü efgâna âgâz eyledi. Hay hay ile ağlaşup inleşdiler. Şu mertebeye vardı ki yürimeyüp turdılar; «Hay Sultân Süleyman Han» diyüp feryâda başladılar. Vüzerâ-i izam bir yere galüp meyyiti izhâr eylediklerine nâdim oldılar; «Evvelki hâl üzre gitmek evlâ imiş» didiler. Ahir-i kâr Vezîria'zam Mehmed Paşa hazretleri gelüp «Kardaşlar yoldaşlar niçün yürimezsiz, yürüyelüm. Bunca yıllık Islâm Pâdişâhını niçe bir tevhîd ve Kur'ân-ı azîm ile ta'zîm eylemiyelüm. Bu denlü gazâlar idüp, Üngürus vilâyetin dâr-ı İslâm eyledi. Cümlemizi ni'met ü ihsâniyle besledi. İvazı bu mıdur, ki mübârek cesedini başımuzda götürmiyelüm. Işte, oğlı Sultân Selim Han Pâdişâhumuz on yedi gündür Belgrad'da size muntazırdur. Merhûm gâzî Pâdişâh - rahmetu'llâhi aleyh - cümle bahşiş ve terâkkîlerinz vasiyyet eylemişlerdür. Bi't-tamâm icrâ, olunur. Hep çalışıruz. Heman hâfızlar durman, Kur'ân-ı azîm okun, yüriyelüm» dimekle yüründi. «Derdimüze dermân Kur'ân'dur. Dinimüz ve îmânıınuz Kur'ân'dur. İmân ile Kur'ân ile gidelüm» diyüp', sabâh karîb idi. Sahrâ-i Sirem akenârına gelindi. Vüzerâ-i izâm ile taraf cemâ'at namazlar kılınup, dergâh-ı izzete niyâzlar olundı. Araba yanınca hâfızlar bülend-âvâz ile Kur'ân-ı azîm okuyarak Mitroviça nâm menzile üç konakda gelindi. Ve Şeyh Nureddinzâde Efendi sûfîler ile bu mahalde yetişdiler. Ilgar câna geçüp' bîtâkat olup kalımş idük.

No comments:

Post a Comment

Note: Only a member of this blog may post a comment.

Excerpts from reports about events near Sisak in 1593

Source:  Spomenici hrvatske Krajine: Od godine 1479 do 1610, Volume 1, edited by Radoslav Lopašić https://books.google.ca/books?id=tHLvuERLU...