Ve bu gün «Gazâ kutlu olsun» diyü serdârlar
cümleten Vezîria'zam hazretleri çadırına geldiler, âlî dîvân oldı. Defterdâr-ı
emvâl Murad Çelebi ve sâbıkâ Mîr-tevkî'î Müteferrika-başı Celâl-zâde ve
Reîsulküttâb Mehmed Çelebi cümle Dîvân-ı Hümâyûn kâtibleri ile geldiler.
Memâlik-i mahrûse hükkâınına ve etrâf u
eknâf-ı ekâlîmde (22a) hükûmet iden selâtîn-i zevfl-iktidâra fetih-nâmeler
yazıldı. Hâkim-i Haremeyni'ş-şerîfeyn - şerrefehüma'llâhu ta'âlâ şerefen ve
tekrîmem - ve Kırım hâkimi leşker-i Tatar hanı Sa'âdet Giray Han'a ve vâlî-i
Vilayet-i Şark, şâh-ı kerem Tahmasb Şâh-ı Acem'e, vilâyet-i mülk-i saltanat
muhâfazasında dernekde olan Şehzâde-i cevânbaht ve sezâvâr-ı tâc u taht Sultân
Selim Han - tâle bakâhu ve nâle münâhü hazretlerine Yemen ve Mısr ve Şâm ve
Haleb ve Diyarbekir ve Bağdad ve Basra ve Şehrizol ve Lahsî'ya ve deryâ-yı
Sefîd'de olan hükkâm-ı Nasârâ doj ve dukalarına ve Cezayir Beğlerbeğisine ahbâr
içün ahkâm-ı şerîfe yazılup, yarar ve benâm çavüşlar ulağla gönderildi. Ve
feth-i kal'ada hidmetde ve yoldaşlıkda bulunanlara terakkîler ve mertebeler
inâyet ü ihsânlar olunup, murâdları virildi. Ve heman zemân geçürmeyüp muttasıl
kal'a yerin pâk itdüriip istihkâm üzre âhar üslûb ile iç-kal'a ve dış-kal'a ve
amîk hendekler ve burclar ve top delikleri konulmak üzre ve tûl ü arzda ikişer
zirâ ziyâde olmak içün verdünarlar ve balvanlar kesdürüp müstevfâ kal'a binâsı
esbâbı ihzârına himmet-i âliye ile ikdâm u ihtimâmlarda bezl-i makdûr olunup,
ve câmi'-i şerîf ve minber ü mahfil tedârük eyleyüp yapdırmağa şurû' eylediler.
«İnşâe'llâhu ta'â lâ tamâm olduğı günde
sa'âdetlii Pâdişâh-ı dîn-penâh hazretleri otuz bir gün leşker-i Islâm ile cihâd
idüp şükrâne-i feth ü zafer cum'a namazm kılup, in'âm u ihsân ve sadakat-ı
küllî eylemek aksâ-i murâdıdur» diyü şâyî' olup, söylenmekde idi.
Velâkin mizâc-ı şerif ve unsur-ı
lâtifelerinde inhirâf u fütûr olduğı ve dürlü ahbâr-ı mûhişe dahi münteşir
olup söylenürdi.
Ve bu esnâda Hazînedâr-başı Sinan Ağa niçe
eyyâm sâhib-ferâş idi. Dâr-ı mihnetden sarây-ı sürûra irtihâl eyledi. Ve
Mîr-tevkî'î sâbıkâ Baş-defterdâr olan Mehmed Beğ dahi zahîrden kasaba-i
Peçuy'da âhıret seferin ihtiyâr eyledi. Vilâyet-i Basra Beğlerbeğisi Derviş Ali
Paşa dahi intikâl eyledüği (22b) haberi ulak gelüp inhâ eyledi. Bu manâsıb-ı
âliye virilmek içün dahi dîvân olmak îcâb eyledi. Ammâ ale'd-devâm Paşa-yı
a'zam hazretleri cidd ü cehd üzre kal'ada çalışup cem' itdürdüği âlât u esbâb-ı
binâyı müheyyâ itdürmekde ihtimâmda idi.
Mâh-ı rebî'ulevvelün on ikinci gicesi
otak'ı hümâyûnda hâfızlar istenüp ve Hâfız Mahmud Çelebi mevlûdu'n-Nebî okuyup,
bezl-i ni'met olunup ihsânlar oldı. Ve irtesi gice dahi Sadrıa'zam hazretleri
çadırında mevlûd okunup, du'âlar ve senâlar olundı. Ve «Cum'a gün kal'ada namaz
kilmur, cem'iyyet-i azîm olur, Şeyh Nureddinzâde Efendi va'z u nasihat ve du'â
ider» diyü nidâlar olundı. Velâkirı, «Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri çıkamaz
mübârek ayakları incindi» diyü söylendi. Ve seherden halk câmi'-i şerîfe çekilüp
vüzerâ-i izâm erkân-ı sa'âdet geldiler. Kesret ü izdihâm fevka'l-had idi.
Hâfızlar okuyup, mu'arrif du'â eyleyüp,
hutbe okunup, bârgâh-ı izzete hamd-i ferâvân ve şükr-i bî-pâyân ile sipâslar
olundı. Ve ba'de's-salât münâcât ve arz-ı hâcât olunup, musâfahadan sonra,
«Namaz höd Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleriyle kılınup, ve nice maslahat görülüp
bahşiş virilse gerek idi» diyüp söze ve keleciye başlıyorken heman münâdîler
nidâya başlayup, «Beğler ve ağalar yarın dîvândur, hâzır olasız» diyü tenbîh
olumnağla her kişiye sükûn gelüp tedârükine meşgül oldı.
Ve bu gice sâhib-sa'âdet hazretleri
Kâtibü's-sır Feridun Beğ'i vüzerâ-i izâm hazretlerinün her birinün çadırına
tenhâ gönderüp «Sözlerin Ve fikr ü endîşelerin, tedbîr ü tedârüklerinden haber
virsünler, İnşâe'llâhu ta'âlâ yarın dîvân-hâne çadırında ana göre söyleşelüm»
diyü ısmarlamışlar bu hâkden kemîne ashâb-ı sa'âdetün çadırların göstermek içün
mehtâbda musâhabet iderek bile giderdük.
Evvel, Hümâ Sultân hazretleri sâhibi Ferhad
Paşa hazretleri çadırına varup, «Sâhib-sa'âdet hazretleri Kâtib Feridun Beğ'i
buluşmağa gönderdi» didügümüzde «Buyursunlar» diyü haber çıkup, (23a) içerü
gitdiler. Vardukları gibi «Hây meded eyü geldün, Paşa hazretleri niçün dîvân
eylemek tedârük eyledi, bu ahvâl nice olur» dimişler ve ağlayup, halt-ı kelâm
eylemişler. Ben de didimki «Dîvân eylemek yaramaz mıdır, mütekkadimîn ahvâli
nice olmışdur, bilmez misüz, tevârîh okumadınız mı? Ihsân u inâyet eylen,
havsala üzerine olup, dîn-i mübînün ırz-ı şerîfin sakınur ve saklar ervâh-ı tayyibe-i
ricâlü'l-lâh hâzırdur. Hudâ-ı Rabbü'l-âlemîn hâfız u nâsır ola. Maksûd hulûs-ı
niyyet ile hüsn-i teveccüh ü tevekküldür» didüm. «Siz evdensiz sizün ne derd ü
gamınuz van» dimişler. Andan çıkup Mihrümâh Sultân hazretleri damadı Vezîr
Ahmed Paşa hazretleri çadırına varıldı. Gaflet üzre olmayup hâzır u bîdâr olup
fikr ü endîşede imişler. «Feridun Beğ geldi, buluşmak ister» didüklerinde
«Gelsün» buyurmışlar. Mahall-i selâmda, «Kardaş, yüreğinüz taşdan demürden
midür, ne dîvân idecek hâlimüz var, itdüğünüz ne işdür, ne günümüze dururuz.
Niçün Hazîne-i Ãmire'yi Defterdâr ile gemilere koyup göndermezsiz. Olacak höd
oldı. Hele ben olancasm gönderüp hâzır oldum» dimişler. Ben de didüm ki:
«Sultânum bu sizün böyle tedârük eyledüğünüz halka çok güft ü güya sebeb
olmışdur. Hiç vüzerâ-ı izâm, selef pâdişâhlarınun bunun gibi hâl vâki' oldukda
ne amel eylemişlerdür ırak değül? Pâdişâhımuz cülûsında nice olmışdı, vüzerâ
hazretleri neylediler, şimdi âmme-i halka Pâdişâhumuz el-hamdü li'llâh eyüce
oldı, hayatdadur disenüz kimse sizi tekzîb eylemez, sahîhdür diyü tasdîk
iderler.
İnâyet ü ihsân eylen, televvün ü tereddüdi
kon, kaviyyü'l-kalb olun. Düşmen-i dîn içindeyüz, maslahat itmânıma sa'y
buyurup, kal'ayı tamâm idelüm, yapılsun. İşte Pâdişâhumuz hazretleri gelüp yetişmelidür»
didüm. «Anun bunda gelmesi eyü değildür, getiremezsin, anun mudebbirleri
kimseyi beğenmezler, katlan göresin. Hele hayr ola, yarınki günü de görelüm»
didi. Bu da ma'lûm olıcak Kızıl Ahmedlü Vezîr-i azîz (23b) Mustafa Paşa
hazretlerine varıldı. Haber oldukda karşı gelüp «Safâ geldün, kadem getürdün
Allâh ta'âlâ cümle düşvâr işlerimüz lütfundan âsân eyleyü-vire. Hele kıral
taburın bozup kalkmış, yahşî tedbir ü tedârükler olmış diyü işitdüm» Beni kocup
bağrına basdı, Hayr du'âlar eyledi. «Ve sâhib-sa'âdete Allâhu ta'âlâ kuvvetler
vire. Tutduğı kolay gele. Cümle dîn ü devlet mesâlihi üstine düşdi. Heb ana
bakaruz. Bu seferün netîcesi be-her-hâl böyle olacak idi». Va'fllâhu galibün
alâ emrihî âyetin okudılar. «Ve inşâe'llâhu ta'âlâ yarın dîvân-hânede heman
Yeniçeriye kal'ayı itmâm itdürmeğe himmet ü tedârük eyleyesin» buyurdılar. Ben
de didim ki «Sultânum karmdaşınuz Rûmili Beğlerbeğisi hazretlerine hükm-i şerif
ile çavuş gönderildi. Asker-i mansûreden her kimi istersen alup kal'a-i
Bobofca'-yı muhâsara idüp almakda mücidd ü sâ'î olasm» dinilmişdi. «Kış geldi
basdı, asker ahvâle vâkıf olmışdur, biz kimün emriyle glderüz» diyicek «Zemânı
mıdur» didüm. Buyurdılar ki: «Ol şehir oğlanı tabi'atlüdür, heman beni serdâr
eylen, hükm gönderün bana koşun, eğer söz söylerse başın kesüp sâhib-swâdetün
çadırına göndereyüm» dimişler. «El-hakk kavî sözlü sâdıku'l-kavl serverdür»
diyü pesend eyledilerdî.'
Ve irtesi âlî dîvân olup, cümle a'yân-ı
devlet ü saltanat geldi. Büyük dîvân-hâne ve on iki direklü sâyebân kuruldı.
Ãmme-i Yenişeri tâ'ifesi ve Bölük-halkı kollu kolunda sâf-ber-sâf alaylar
bağlayup, kemâl-i kesret ve izdiham-ı küllî ile turıldı. Kânûn-ı kadîm üzre
yemek çekildi. Yeniçeri Ağası Ali Ağa içerü girüp eğlenmedi çıkdı. Ve didi ki
«Yoldaşlar sa'âdetlü Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri buyurdılar ki: «Berhordâr
olup, yüzleri ağ olsun, gazâları kutlu ve mübârek ola yoldaşlığı tamâm eyleylip
kal'ayı tekmîl idi-virsünler, az kalmışdur, cümle terakkîleri ve bahşiş u
mertebeleri virilsim makbûlümdür, hayr du'âm alsunlar» diyüp sözi (24a) âhir
itdüği gibi «At hâzır eyle» didükde tâ'ife «Ya bahşiş u mertebe nice olur?»
«Cümlesine ben kefîlim' baş üstüne, heman
Pâdişâhımuzun dileği yerine gelsün, kal'aya yetişelüm» diyüp, ata binüp çadırı
önünde inmeyüp kaftanun ve sarığın at üstünden değişüp, doğrı kal'a binasına
seğerdüp ve Anatolı Beğlerbeğisi Zal Mahmud Paşa hazretleri dahi keresti
yetişdürmeğe müte'ahhid olup ve Rûmili Beğlerbeğisi dahi borısm çaldırup,
«Bobofca kal'asına isteyen gelsün» diyü nidâ itdürüp heman ol gün göçüp
gitdiler. Fî 14 şehr-i rebî'ülevvel, sene 974.
Ve a'yân-ı devlet, vüzerâ-i izâm ve
Beğlerbeğiler ve Kadıasker efendiler ve Defterdâr cümlesi [makamında takrir
olundı] ve Nişâncı Celâl-zâde tekrâr nişâncı oldı. Ve Kilarcı-başı Yusuf Ağa
Hazinedâr-başı olup ve Istanbul'da Sarây Ağası Mahmud Ağa Kilârcı-başı olup,
gelüp yetişmek buyuruldı. Ve Kapu-ağası Ya'kub Ağa dahi muhkem sâhib-ferâş
hasta bulundı.
Reis-i etıbbâ İbn-i Kaysun «bi-hasebi't-tıb
ilâc-pezîr değildur» diyü ye's haberin virdi: «Harem-i hümâyûn hidmeti yalnız
Yusuf Ağa'ya munhasır kaldı. Ve içerü kalkup gitmek lâzım geldtikde vüzerâ-i
izâm dîvân-hâneden oba kapusından girüp, serîr-i saltanat hâlî olmağın silahdâr
Ca'fer Ağa Çukadar Mustafa Ağa ve iç-ağalar gelüp cevâb virüp, sa'îdü'l-hayât
ve şehîdü'l-memât merhûm ve mağfûrun-leh safer ayının yiğirmi ikinci
cum'airtesi gicesi sabâha dört sâ'at kaldukda bu mihnet-âbâd dünyâdan mürg-i
rûh-ı pür-fütûhları tayerân eyleyüp, dârü'l-cinânda âşiyân idindi» didi. “
«Şehid-i râh-ı Hak Sultân -Süleyman» sene 974 târîhdür. Müddet-i saltanat-ı merhûm
Sultan Süleyman Han, sene 48, Ömr-i şerif, sene 74.
Tabîb İbn-i Kaysun «İmâm Derviş Efendi ve
Rikâbdâr Mustafa Ağa ve Musa Ağa ve Hasan Ağa cümlemüz on iki nefer kimse
mübârek cesedin gasl idüp, tekfîn eyleyüp, namazın kılup ve yapup gönderdüğünüz
tabut ile taht altında emanet konuldı. Yiğirmi iki gündür tesbîh ü tehlîl ve
tilâvet-i Kur'an-ı azim ile hatemât itmeğe meşgûlüz» didüklerinde her biri
giryân ü büryân olup du'âlar ve senâlar ile (24b) ahdleşüp, taşra çıkup, umûr-ı
saltanat ve kazâyâ-yı dîn ü devlet mesâlihine başlayup gelene cevâb virmekde
dakika fevt itmediler. Ve bu esnâda Kapu Ağası Ya'kub Ağa dahi derd ü hasret-i
Pâdişâhîye kuvâ-yı nefsâniyye tahammül itmeyüp terk-i dünyâ eyeledi.
Ve dördünci gün Bebofca kal'ası zabt
olunduğı haberi geldi. Rûmili askeri varduğı gibi melâ'în kendü elleriyle âteş
urup, kal'ayı bırağup firâr iderler, Artlarından leşker-i İslâm
yetişebildüklerin tîg-i âteş-bâr ile dârü'l-bevâra gönderirler. Ve kal'anun
harâb olan yerlerin ta'mîre meşgul oldukların arz eylediler. Ve Hazînedâr-başı
Yusuf Ağa, Kapu Ağası olınakda Sadrıa'zam hazretleri tereddüd eyleyüp,
«İstanbul'dan gelecek Mahmud Ağa senden mü'eddeb ve salâh-ı nefs ile
muttasıfdur, Kapu ağalığı anundur, liyâkat u istihkâkı ziyâdedür, senden eski
emekdârdur» dimekle Yusuf Ağa çok nâ-sezâ kelimâta ağaz eyleyüp, keşf-i sır
itmekle sâhib-sa'âdet gayet muztarıbü'l-hâl oldı. Ve İstanbul'dan dahi ba'zı
mekâtîb gelınekle asker ordu-yı hümâyûnda havâdis-i acîbe nakl itmeğe başlayup,
muttasıl dağ ber-bâlâ-yı dağ olmada ve merhûm ve mağfûrun-leh teslim-i rûh
eyledüği hînde giceyle Kapucılar Kethudâsı Gülâbî Ağa, Silâdâr-ı Hâssa Ca'fer
Ağa'dan hatt-ı hümâyûn nâmına getürdüği kağıdun mefhûmı ne mertebe cân-şûz
idüği ukalâya ma'lûm.
Heman rûy-ı niyâzı hâk-i mezellete sürüp
«Yâ Mâlikü'l-melâlik neccinâ mine'l-me- hâlik, Ente'l-bâkî ve küllü şey'in
hâlikün» diyüp dergâh-ı Ahadiyyete enîn ü hanîn ile tazarru' u nâlişler
eyleyüp, «Yâ İlâhî ve yâ Samedî min indike mededî ve aleyke mu'temedî» nâlesini
bârgâh-ı Izzete yetişdürüp leşker-i İslâm dârü'l-harbde «Yâ Ãlimü's-sırru
ve'l-hafiyyât senden avn ü inâyet diyüp, sâhib-serîr hazretleri ümmîd ü
recâsında iken İstanbul'dan mufassal mektûblar gelüp, keyfiyyet-i culûs-ı
hümâyûnı yazmışlar ve bundan akdem feth-i kal'ada yazılan müjde ahkâmı (25a) ve
mekâtîbi arasında Haleb müjdesine giden kapucılıkdan çıkan Hasan Çavuş'a «Yolun
üstündedür. Sıçanlu Sahrâs'nda Şehzâde Sultân Selim Han hazretleri dernekdedür,
mektûbumuz îsâl ile feth haberin i'lâm eyleyesin ve sa'âdetlü Pâdişâh-ı
âlem-penâh hazretleri kal'ayı tamâm mubkem yapmayınca göç eylemez diyesin ve
âfiyet ve selâınet haberin viresin» dimişlerdi. Mezbûr Hasan Çavuş hikmet-i
Rabbü'l-âlemîn ile sekiz günde Istanbul'a yetişür ve dört günde İstanbul'dan
Şehzâde hazretleri derneğine kuşluk zamânında varup «Haleb müjdesiyle giderüın.
Sadrıa'zam hazretlerinün mektûb-ı şerîfleridür» diyüp Kapu Ağasma teslim
eyleyüp ve feth-i kal'a ve sıhhat u selâmet haberin virüp çekilüp gitmek
sadedinde olup ve gelen mektûb Şahzâde-i cevân-baht ve sezâvâr-ı tâc u taht
hazretlerinün mübarek destine vusûl buldukda, Sadrıa'zam hazretlerinün irsâl
eyledükleri mektûb, müş'ir-i saltanat yazılmışdur, ana nazar oluna. Mektûbı
açup görürler ki Sadrıa'zam hattıyle mefhûmı ma'lûm ve iz'ân-ı pâk buyurup «Var
gelen çavuşun ismi nedür su'âl eyle?» dirler. «Ismi Hasan'dur» dir. Kânûn üzre
yol harçlığı virüp.
«Imdi hidmetden kalma» diyüp gönderirler
gider. Ve fi'l-hâl Hoca Atâullah Efendi hazretleri ve Lala Hüseyin Paşa istenüp”
«Bizim ılgar ile Kütahya'ya gitmemüz lâzım geldi, yarar atlarunuz ile hâzır
olun» diyü tenbîh buyururlar. Ve Mîr-âhûr Hüsrev Ağa'ya «Ilgara yarar atlarun
hâzır eyle, gayrı zemâna kıyâs eyleme» buyurmışlar. Mâh-ı rebî'ulevvelün
yedinci güni ılgar ile kalkup ikinci konakda cum'a gün vakt-i salât karîb
oldukda Kütahya'ya gelinüp Sarây-ı Ãmire kurbında Hisâr-beği Câmi'i hatîbi zühd
ü salâh ile mevsûf Feyzullah Fakîh dimekle ma'rûf hitâbet hidmetine giderken
yol üstünde Şehzâde hazretlerini gelür görüp selâma dururlar. Sa'âdet ile gelüp
selâm virdüklerinde buyururlar ki «Merhûm u mağfûrun-leh babamuz hüdâvendğâr
(25b) rahmet-i Rahim-i Rahmân'a gitdükleri haberi geldi. Hutbe-i şerîfede bizüm
nâmımıza du'â eyleyüp cemâ'at-ı Müslimîne bildüresiz» dimişler. Anlar dahi
rikâb-ı hümâyûna yüz sürüp du'âlar eylemişler. Ve heman ol günün gicesinde
karar itmeyüp kalkup İstanbul yolların tutup giderler. Sabah namazın edâ
eyledükleri mahalde rikâb-ı izzetlerine hidmet iden emekdâr ve hidmetkâr ağalar
müetemi olup arzıhâl itmek isteyenleri Mîr-âhûr Hüsrev Ağa mânî olup, «Sabr
eylen yedek değiştirmek zamânına» diyüp avk ider.
Ba'de'z-zemân tecdîd-i vuzû idüp, at
değişdürdüklerinde ağalar bi'l-ittifâk tezkire yazup «Yolumuz ile
mertebelerimüz ta'yîn buyurulmak bâbında izzetlü ve sa'âdetlü Pâdişâhumdan
inâyet recâ olunur» diyüp defter sunmışlar.
Okuyup buyurmışlar ki «Varup tahta culûs eyledük mi ve erkân-ı devletle
mülâkât eyleyüp ahvâlimüz nice olduğın bildük mi ve Ãl-i Osmân şimdiye dek
kimsenün emeğin ve hakk-ı hidmetin zâyi' eylemiş midür? İçünüzde bir edeb
bilür, söz anlar âdem yok mıdur?» diyüp Mîr-âhûr Husrev Ağa'ya itâb u hitâb
eylemişler. «Ben kulun nasihat idüp i Mahalli değüldür, zemânı vardur» didüm.
«Inâd idüp sözüm dinlemediler Pâdişâhum» diyecek tezkireyi yırtup elime virdi.
Gördüm ki Sipâhî-oğlanları Ağası Ferhad Ağa'nun ve Ulûfeci-başı Ömer Ağa'nun
esâmîleri yırtılmış. Sizün başınuza hayr gelmez. Pâdişâh-ı âlem-penâh
hazretlerin incitdünüz dimişdüm, fi'l-hakîka öyle olmışdı.»
Ve mâh-ı i rebî'ulevvelün on dördünci
dü-şenbih gün ale's-seher mahmiye-i Kostantmiyye mukâbelesinde Üsküdâr
yakasında Kadı-köyü'nde konup, muhâfaza hidmetine me'mûr olan sâbıkâ Anatolı
Beğlerbeğisi Iskender Paşa hazretlerine kendü ma'lûmları olan Ali Çavuşı
gönderüp «Ne acebdür ki bu zemâna dek biz -bu mahalle geldük, dahi kendülerden
bir haber ü eser zâhir olmadı. Sebeb ü bâ'is nedür?» buyurmışlar. Ali Çavuş
gelüp inhâ eyledükde, Iskender Paşa, «Niçün böyle iderler? Bizüm bu kıssadan
haber u âgâhımuz yokdur, (26a) böyle itmekden kim hayr eyledi ki kendüler dahi
fâ'ide göre?» dimişler. Ali Çavuş tekrâr varup hâk pâylerine haber virdükde
buyurmışlar ki: «Eyledur, yukarudan kendüye gelen mektûbı onatca okuyup iz'ân
eylesün, bu maküle haber tasrîh olunmaz, kinâyet olunur. Hamâkati kosun, gözin
açsun ve Bostancı-başı Dâvud Ağa'ya gelen kağıdun mefhûmım tatbîk' eylesün, ve
mûcibiyle amel eylesünler» buyurmışlar. Hakikaten mübârek hâtır-ı âtırlarına
lâyih olan cümle kerâmet ve velâyet-i saltanat idüği mukarrer ü muhakkak olup,
Bostancı-başıya gelen mektûbda «Inşâe'llâhu ta'âlâ Saray-ı Ãmire ağasıyle
mütenebbih olup, öte cânibe göz ve kulak tutasın, Sarây-ı Ãmire'yi pâk ü pâkîze
idüp ve ol gün bostancıları imece tarîkıyle taşra bağçelere çıkarup, tahliye
eyleyüp ve basîret ü intibâh üzre olup, hidmetinde kusûr itmeyüp sâhibi
geldükde teslim eyleyesiz» dinilmiş imiş. Ve ba'zı bağçe üstâdlarına iş
işletmek içün oğlanları imeceye salup ve kağıd geleli altı gün mürûr eylemiş,
okunup mefhûm ma'lûm oldukda seherden, kayıkcılar ile hâssa kayık donanup örtü
ile Sultân hazretleri Üsküdar bağçesine geçmek murâd idinmişler.
Ãdet bahşisi yüz altun mukarrer ve kânûn-ı
kadim üzre Ağa'ya hil'at-ı serâser dahi geldi. Makraınası bast olunup, bu
bahâne ile Bostancı-başı Üsküdar bağçesi kenârından âheste çekdirmekde ve
berüde konakda sâhib-serîr hazretleri Mîr-âhûr Husr rev Ağa'ya tenbîh ü te'kîd
buyurmışlar ki «Sen benüm kula atumı murassa'ât rahtum ile gereği gibi donadup
cevheri yapuk örtüp bir yahşi pereme ile karşu köşke geçürüp bekleyesin, seni
anda hâzır bulayım» diyü fermân eylemişler. Ve yanlarınca olan Lala Hüseyin
Paşa'ya ve Mevlânâ Hoca Ataullah Efendi ve Musâhib Celâl Beğ ve sâ'ir ağaları
ve tuğları ve alay bayrağı ve yedekleri ve solakları ile seherden kuşluk
vaktinde şehr-i rebî'ulevvelün on dördünci dü-şenbih gün Üsküdar iskelesine
gelüp, sa'âdet ü ikbâl ile nuzül ü iclâl buyurup, Bostancı-başı Davud Ağa (26b)
mübârek dâmenine yüz sürüyü koltuğuna girüp kayığa bindirüp çekdirince miyân-ı
bahrde olan kal'a-i Getayun olanca topların atup, ve Tophane-i Ãmire'den dahi
toplar atulup, şehr içine gulgule-i culûs-ı hümâyûn haberi düşüp münâdîler yer
«Devr-i Sultân Selim Handur» velvelesin eylemekde fermân-ı Pâdişâh-ı âlem-penâh
üzre murassa esbâb ile müzeyyen at, köşk iskelesine çıkduğı gibi bostân
bekçileri gelüp, «Bu ne asl atdur, sen kimsin, kimün emriyle geldün, bu ne
yerdür bilür misin» dimişler. «Belî bilürüm Sultân Süleyman oğlu Pâdişâhumuz
Sultân Selim Han hazretlerinün taht-ı saltanatınun bağçesidür, siz de bekçiler
ve hidmetkârlarsız. Ben de mîr-âhurum. Anun emr ü fermânıyle geldüm.» «Ya
babası nice oldı?» didiler. «Nice olduğın, işte ağan ile kayıkda kendüzi
geliyor, sora-bilürsen sor, haber alasın» diyüp bostancılar, kayığı görmeyince
sâkit olmamışlar ve kayık ile gelüp yanaşdukları gibi Bostancı-başı koltuğuna
gîrüp. çıkarduklarında ata binmeğe gelicek Mir-âhûr elinden dûhte gâşiyeye
yapışup çeküp «Senün burada hidmet yolun değildür hidmet benümdür» diyü muhkem
zor eylemiş; Pâdişâh hazretleri «Ko incitme Ağa!
Sen de yolunla ri'âyet olunursun»
buyurmışlar. «Pâdişâhum bu kişi gideceği yeri bilmez, haremde hasıl olmamışdur»
dimiş. «Gönül kalsun yol kalmasun, benüm hâtırum içün sen yol göster»
buyürmışlar. «Fermân Pâdişâhumundur» diyüp, önlerine düşer, at ile varacak
mahalle varduklarında, Sarây Ağası hâzır bulunup, atdan indükleri mahalde
Mîr-âhûr i Husrev Ağa'ya sipâriş buyurup, mübârek eliyle cebinden avuç avuç
altunlar çıkarup, «Bu denlü kifâyet itmez, dahi altun tedârük eyle, bana
yetişdür. Benüm atımı bağçeden iskele kapusına varınca ve şehir kapusından
Bâb-ı Hümâyûn'a gelince ve andan Istabl-ı Ãmire'ye girince filoriyi beşer onar
halka bezl eyleyesin, göreyim seni hidmet eyleyesin» diyü te'kîd buyurmışlar.
Fermân-ı şerifleri yerine gelüp, âmme-i halk in'âm u ihsâna dil-teşne idiler.
Fikr-i sâ'ib ve re'y-i' sâkıb oldı diyü Mîr-âhûr bu hâksâra (27a) hikâyet
eylemişler idi. Ve iç-âhûra, hâs tavîleye getürüp bağlamışlar.
Ve serîr-i saltanat-ı cihân-bâniye cülûs
eylegiklerinde cümleden mukaddem selâtîn-i mu'azzama vü mükerremeden Mihrimah Sultân hazretleri gelüp mülâkât eyleyüp, âteş-i
hasret ü firkat ile yanup yakılup giryân u sûzân olmışlar ve Hazîne-i Ãmire'yi
açdırmnayup, Sultân hazretlerinden elli bir altun karz almışlar ve a'lemü'l-ulemâi'l-mütebahhirîn,
efdalu'l-fudalâi'l-müteverri'în Şeyhülislâm ve Müftilenâm Mevlânâ Ebussu'ûd
Efendi hazretleri ve muhâfaza hidimetinde olan İskender Paşa hazretleri ve
Mevlânâ İstanbul Kadısı Kadı-zâde Ahmed Efendi ve Defterdârân-i emvâl Küçük
Hasan Çelebi ve Balık-zâde Ali Çelebi ve ulemâ-i mütekâ'idîn ve Pâdişâh
müderrisleri ve ulema-i Sahn-ı Semâniyye ve sâ'irler Dîvân-ı ma'deletunvâna
tehniyet-i cülûs-ı saltanat içün gelüp pâye-i serîr-i âlemmasîre yüz sürmişler.
Ve kânûn-ı kadim-i Osmaniyân üzre türbeler
ziyâretine çıkup evvel, hazret-i Ebî
Eyyûb Ensâri - radiya'llâhu ta'âlâ anh - den ibtidâ idüp, selâtîn-i Âl-i Osmân
ecdâd-ı izâmları - rahimehümu'llâhu ta'âlâ - türbelerine varup, her türbede
otuzar bin akça tasadduk buyurmışlar.
Ve üç gün tamâm olıcak penç-şenbîh gün
çıküp a'yân-ı saltanat ve erkân-ı devlet ve asâkir-i mansûre mülâkâtına
müteveccih olup, sefere azîmet idüp kasabat u kurâya uğrayup, menâzil u merâhil
kat iderek mahrûsa-i Edirne'de bir gün mukîm olup ve Filibe ve Sofya'dan geçüp
serhadd-i Belgrad-ı Üngürus, ki İstanbul'dan Belgrad'a bâzargân menzili otuz
gündür, on beş. günde yetişüp ve bu yollarda erbâb-ı hıkd u hased
cibilletlerinde olan buğz u şakâları muktezâsınca erkân-ı devlet hakkında dürlü
isnâdât ile memlû rikâb-ı hümâyûnlarına ruk'alar mu'allâ kılmışlar, Pâdişâh-ı
gerdûn-vakâr hazretleri birisine i'tibâr u iltifât itmeyüp, virilen ruk'aları
ihrâk idüp, «Hasmın berâber olmayıcak mesmû'um olmaz» buyurmuşlar.
(27b) Paşa-yı a'zam cânibine ve Belgrad'a
dâhil olup, Bayram Beğ evlerinde kondukları inhâ olunup ve hattâ nehr-i Drava
kenarında sahrây-ı Sirem pâyânındam
kal'a-i Vulkovar'a kudûm-ı izzet-rusûmların bildürmişler ve fi'l-fevr Vezîr-i
Ãsaf-re'y ü saltanat-ârâ hüsn-i tedbîr ü tedârük ile cevâb yazup, arz eylemişler
ki «El-hamdüli'llâh ta'âlâ mürde cismümüze cân geldi, ammâ Pâdişâhum sa'âdet ü
ikbâl ile asâkir-i mansûreye gelüp mülâkat olunursa kul tâ'ifesi ecdâd-ı
ızâmunuz kânûnı üzre in'âmların isterler. Bunda kifâyet idecek mikdârı hazine
getürülmemişdür. Ve a'dâ-i dîn içine gelüp yine dönüp gitmek münâsib görülmeye.
Sefer âhır olmışdur, mevsim kalmayup, kışlamak dahi müte'azzirdür Merhûm u
mağfûrun-lehün ibtidâ-i cü lûs-ı hümâyûnunda feth olunmiş k mübârek şehr-i
Belgrad sevâd-ı a'zam olmışdur, izzet ü sa'âdetle yine anda âsâyiş buyurulsa ve
eyyâm-ı Sa'âdet-i hümâyûnda kal'a dahi istihkâm üzre itmâma yetiştirildi.
Evâ'il-i şehr-i rebî'ülâhirede inşâe'llâh ulûfe virilüp, heman üç günden göçdür
diyü tenbîh olunup, işbu birkaç günde pâye-i serîr-i âlem-masîre yüz sürilür»
diyü arz olunmağla Vulkovar'dan kalkılup yine Belgrad'a 'Bayram Beğ evlerinde
karâr buyuruhnak makbûl-i hümâyûn vaki olduğı ve inhâ eyledükleri askerde
şâyi" oldı.
Ve berüde asâkir-i mansûre içinde dahi
söylenmedük ahbâr kalmayup ve merhûm Pâdişâh rahmet-i Râhîm ü Rahmân'a gitdüğin
bilmedük kimse kalmadı. «El-hükmü li'lâhi'aliyyi'l-kebîr» diyüp leşker-i İslâm
birbirine pend ü nasîhat idüp, keşf-i sırrı lâyık görmeyüp, tekmîl-i kal'a
olup, ulûfe almağa mütevakkıflardı.
Hilâyet
Bir gün hâkden kemter fakîr ü hakir ordu-yı
hümâyûnda giderken mufâleke-i rüzgârdan bir yâdgâr, ki fenn-i remlde hayli
iştihâr üzre idi, varup kal'a döğilürken kur'asın elüme alup Zıruncuk la'înün
tâli'in tutup «Âyâ bu kal'a ahnur mı ve beği eğer hayy ve eğer meyyit ehl-i
İslâm (28a) eline düşüp zafer bulunur mı ola?» diyü niyyet idüp salduğum gibi
herîf nokta döküp yüzüme bakdı.
«Hay hay acebden aceb remldür. Meselâ
Ke-ennehû bu kal'a yerinden kalkup tozı göklere çıkup, zerrâta karışdı. Ve
içinde olan hâkimi dahi askerün eline gelüp penbe gibi didildi» dimişdi. Hakîkaten
remmâlün temsîl ü ta'bîrini re'ye'l-ayn müşâhede eylemişdük.
Hikâyet-i diğer
Ve bu esnâda ba'zı 'ahbâb ile yolumuz yine
düşdi remmâlün çadırına varup kur'asın elimüze alduk, fakîr niyyet idüp,
«Pâdişâh-ı memâlik-güşâ hazretlerinün mizâc-ı şerîf ve unsur-ı latîfinde
inhirat u fütür var dirler, sıhhat u âfiyet müyesser olup, bize selâmetle
hareketle nasîb olur mı?» didüm Herif noktayı tamâm eyleyüp yüzüme bakdı. «Azim hâletden idersiz,
hasta âfiyet bulmak ber-taraf olnıış gibi, meseli bunun ke-ennehü çadırun
direği ufanmış yarım direk üstünde durur. Bir yeni direk getürüp kurulmağa
bakarlar ki cümle çadırlar kurula» idi. Ittifakan Sadrıa'zam hazretleri
huzûrında «Ordu-yı hümâyûnda remmâl şu maküle rumûzât idermiş› diyü mesmû'ları
olıcak herîfi cüst ü cûyâ cellâd gönderirler ki bulıcak hiç amân virmeye. Meğer
bir gün mukaddem derdmend «Düşümde gördüm çadırum başıma yıkmağa geldiler,
kağdum kurtuldum. Vâkrâ kaçmak gerek yohsa vücudumuz çâdırın yıkarlar» diyüp
konşularıyle vedâ'laşup gitmiş bulundı.
Hikâyet
Ve mukaddemâ kal'a cengi ıztırâbında iken
bir meczûb-sıfat dervîş-veş kimseye sâhib-sa'âdet Paşa-yı a'zam hazretleri
«Baka göre azîz, asker-i İslâm her cânibde nice cihâd iderler, siz de ihsân,
eylen, teveccüh üzre olup çaluşun. Kanı bizümle va'denüz. Yoldaşlarunuz ile
meşgül olun» diyüp muhimmâtlarıyçün bir avuç altun çıkarduğu gibi, meczûb didi
ki: «Kal'anun küli göğe savruldı. Kıral-ı la'înün taburına âteş düşüp göçdi.
Yeni kal'a bünyâd eyledük. Leşker-i Islâmun hâkimi gelince uyuma sakın» diyüp
fi'l-hâl cezbe galebe idüp çarh u semâ iderek meclisden kalkup gitmişdi. (28b)
Bu mâbeynde yiğirmi üç gün murûr eyleyüp ve îmâ vü işâret eyledükleri sarâhaten
ayni vâki' olup zuhûre gelmeğin sâhib-sa'âdet hazretlerin ziyârete gelüp «Nedür
hâlinüz» diyüp siyâh şemle sarınmış geldi, ve cidâsın çadır önüne dikdi, âlât u
esbâb-ı darb u harbi ve atını bağladı. Paşa-yı a'zam hazretleri didilerki:
«Azîz, bize bir istihâre eyleyüvirsen, mühim işimüz var, Görsen ne zâhir olur»
diyicek «Biz ale'devâm istihâreden bir ân hâlî olmazuz» didi. «Amma mühim
maslahatınuz içün buyurursanuz ilm-i reml hakdur, reml idelüm» didi. Kur'a
salup nokta hisâb eyleyicek eyitdi: «İstedüğünüz kişi kutlu, kevkebi gâlib,
rif'atlü azîmü'ş-şân saruşın kimse ancak. Amma anun talebi size katı ziyâde, hattâ
ılgar ile gelüp ve yakın yere gelmişken yine sözünüz ile mekânına dönmüş durup
yine size bakar. Muhkem ârzû ile işâretünüze muntazırdur» didi, «böyle'
gösterür. El-ilmü ind'llâhi'l-vedûd».
Ve Sene 974 i mâh-ı rebî'îlâhirün üçünci
gün kal'ada ulûfe çıkup, tevzî'e oturuldı. Ve belşinçi güni otak-ı hümâyün
çıkar «Göçdür» nidâsı olundi. Ve Rûmili ve Anatoh Beğlerbeğilerine ahkâm-ı
şerîfe gidüp, «Rûz-ı Kâsım geçince feth olunan yerler muhâfazasi na ihtimâm
olunup, leşkere izn' ü icâzeti virilmeye,» diyü muhkem te'kîd buyuruldı. Ve
altıncı gün kânûn-ı kadîmn ve kâ'ide-i saltanat üzre tuğlar ve şâbiteler ile
erkân-i devlet ve a'yân-ı sa'âdet vüzerâ-i izâm, peykler ve yedekler ve
solaklar müzeyyen ü mükemmel araba önünce yürüyüp çavuşlar alkışlayup, tabl u nakkâre
ve nefîrler sît u sadâsı ayyûka velvele salup, râyât-ı feth-âyât-ı İslâm açılup
göçüldi. Dârü's-saltanatü's-seniyye İstanbul'a' teveccüh olundı.
Ve zikr olunduğu üslûb üzre Yeniçeri Ağasi
bir gün ilerü göçüp konardı. Ve Mohaç sahrâsından geçilüp ve altıncı konakda
mukaddemâ yapılan nehr-i Sava üstündeki cisr-i azîmi geçüp ve Sotin nâm menzil
ki bundan akdem umerâ-i nâm-dâr-i zevi'l-iktidârdan Ferhad Beğ ve Husrev Koçyan (29a) nâm Hersek taburı muhârebesin-ı
de mansûr u muzaffer olup fütûhât-ı celîle itdükleri menzilde konuldi. Ve işbu
altı menzilde araba içinde Hâs-oda oğlanlarından Bosnaviyyü'l-asl
mümtâzü'l-kadd aruk yüzlü, toğan burunlu kösec; sakallu hastaca mizâclu, boynı
sarğulu Hasan Ağla nâm kimsene asâkirî-i mansûrenûn yemîn ü yesârına selâm virürdi.
Musrâ
«Bir bakmada o Sâh'a benzersin»
diyüp, re'âyâ-yı halk şübhe itmezdi. Ve bu
gün ikindi dîvânmda sâhib-sa'âdet hazretleri bölük ağalarına «İcâzetdür,
şimden-girü içildür, nevbet Sipâhîoğlanları Ağası-Mehmed Ağa'nundur. Üç yüz
nefer bekci yoldaş kifâyet ider. Pâdişâh hazretleri şikâr tarîkı üzre rikâb-ı
hümâyûn ağalarıyle tenhâ kalur» diyüp destûr virildi. Ve bu gice Mîr-alem Sağır
Rıdvan Ağa sancaklar ile göçmek buyuruldı. Yatsu namazın kılup tabl u nakkâreyi
çalup göçdi.
Ve Padişâh hazretleriyle Belgrad'a dört
menzil yakın olundı. Ammâ tamâm on manzildür ve bu gice Sâhib-sa'âdet
hazretleri hâfızlara tenbîh buyurdılar ki «İşte sancaklar gitdi, araba yanınca
cümlenüz gâh sûre-i Yâsîn ve sûre-i Feth ve sûre-i Kehf Kur'ân-ı azimden her ne
olursa okusanuz ve gâh zikru'llâh eylesenüz ve ilâhî sözler itsenüz. Sâ'âdetlü
Pâdişâh ziyâde haz iderdi» didiler. Bu Hâksar eyitdüm ki «Emir sultânum
hazretlerinündür, ammâ araba kürbı azîz mahaldür, bizim gibi fukarayı korlar
mı? Ağalarun her biri 'Nedür bunlar' diseler gerekdür» didüm. Buyurdıklarki
«Ben Kapucı-başı Sinan Ağa'ya ısmarlayp-durürın, kimseyi söyletmez, sizi
gözedür» didiler. Fi'l-hakîka sabâha dört sâ'at kalınca göçüldi. Altı nefer
hâfız yoldaşlar idük: Hâfiz Küçük Mahmud, Silâdâr; Mustafa mü'ezzin, merdüm-i
Paşa; Mustafa Selânikî, Silâhdâr; Kasım, Sipâhî oğlanı, merdüm-i Rüstem Paşa;
Sipâhî Ahmed, Ulûfeciyân-ı yemîn; Hâfız Ahmed, merdüm-i Paşa. Varduğumuz gibi
«Gayr-i mu'tâd âdemler, sizün burada yüriyecek yerinüz değildür» diyü solaklar
söylediler. Biz de zikru'llâha başladuk. Gice ile bir orman kenârı mahall idi,
mü'essir düşdi. Gerçi merhûmun intikâlin bîlmedmiş kimse kalmamışdı. Ve merhûm
u mağfûrun-lehün meyyiti bu mahalle dek kırk sekiz gün tamâm setr olunmışdı.
Ammâ bu arada (29b) keşf olup âşikâr olmağla kırk sekiz yıldan berü serîr-i
izzetde pâdişâh-ı dîn-penâh mevt u hasreti muhkem te'sîr eyleyüp sûziş-i mâtem
ile her kişi âh u nâle vü efgâna âgâz eyledi. Hay hay ile ağlaşup inleşdiler.
Şu mertebeye vardı ki yürimeyüp turdılar; «Hay Sultân Süleyman Han» diyüp
feryâda başladılar. Vüzerâ-i izam bir yere galüp meyyiti izhâr eylediklerine
nâdim oldılar; «Evvelki hâl üzre gitmek evlâ imiş» didiler. Ahir-i kâr
Vezîria'zam Mehmed Paşa hazretleri gelüp «Kardaşlar yoldaşlar niçün yürimezsiz,
yürüyelüm. Bunca yıllık Islâm Pâdişâhını niçe bir tevhîd ve Kur'ân-ı azîm ile
ta'zîm eylemiyelüm. Bu denlü gazâlar idüp, Üngürus vilâyetin dâr-ı İslâm
eyledi. Cümlemizi ni'met ü ihsâniyle besledi. İvazı bu mıdur, ki mübârek
cesedini başımuzda götürmiyelüm. Işte, oğlı Sultân Selim Han Pâdişâhumuz on
yedi gündür Belgrad'da size muntazırdur. Merhûm gâzî Pâdişâh - rahmetu'llâhi
aleyh - cümle bahşiş ve terâkkîlerinz vasiyyet eylemişlerdür. Bi't-tamâm icrâ,
olunur. Hep çalışıruz. Heman hâfızlar durman, Kur'ân-ı azîm okun, yüriyelüm»
dimekle yüründi. «Derdimüze dermân Kur'ân'dur. Dinimüz ve îmânıınuz Kur'ân'dur.
İmân ile Kur'ân ile gidelüm» diyüp', sabâh karîb idi. Sahrâ-i Sirem akenârına
gelindi. Vüzerâ-i izâm ile taraf cemâ'at namazlar kılınup, dergâh-ı izzete niyâzlar
olundı. Araba yanınca hâfızlar bülend-âvâz ile Kur'ân-ı azîm okuyarak Mitroviça
nâm menzile üç konakda gelindi. Ve Şeyh Nureddinzâde Efendi sûfîler ile bu
mahalde yetişdiler. Ilgar câna geçüp' bîtâkat olup kalımş idük.
No comments:
Post a Comment
Note: Only a member of this blog may post a comment.