MİKLÓS ZRÍNYİ ve SZİGETİ VESZEDELEM
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER
ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (HUNGAROLOJİ)
ANABİLİM DALI
Yüksek Lisans Tezi
Alpertunga Altaylı
Tez Danışmanı:
Prof. Dr. Naciye Güngörmüş
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
SUMMARY
Our thesis subject is based on the
literally analysis of one of the most famous epics in Hungarian literature,
“Szigeti Veszedem”, of which the story was inspired by “Siege of Sigetvar”, a significant
event in Ottoman-Hungarian history.
The epic Written by Miklos Zrinyi
(1620-1664) presents the story of the struggle of the “Sigetvar Castle”
commander, the poet’s grand father, Miklos Zrinyi (1508-1566) and his soldiers
against Ottoman siege. This is the most comprehensive and important epic ever
written in Hungarian literature.
In our paper, an extremely important and
well known historical event is studied and presented literally. Although this
is the case, we also point out several important historical issues to improve
the efficiency of our research. The study also covers the analysis of the
author´s life, his studies, his writing and story telling forms and styles in
this written legend and the sources that were supportive for this epic.
By studying, “Szigeti Veszedelem” which has
always been a research subject of history till today, we also analyse how this
particular event is seen in the point of view of a Hungarian and how it was
presented literally in Hungary. We also try to point out the impacts of the
conditions relevant to the siege’s occurance period. To conclude, we approach
“Siege of Sigetvar”, a significant event in the history of both nations, with a
different perspective.
ÖNSÖZ
Şair Miklós Zrínyi’nin Szigeti Veszedelem
(Sigetvar Tehlikesi)adlı eserini tez konusu olarak almamızın sebebi, Sigetvar
(Zigetvar) kuşatmasının hem Türkler, hem de Macarlar açısından önemli olmasının
yanı sıra, sadece tarih değil, aynı zamanda edebiyat ve edebiyat tarihi, hatta
dil tarihi açısından da önemli bir eser olmasıdır.
Kaynakça taramaları aşamasında Sigetvar
kuşatması hakkında Macar araştırmacılarının çok sayıda değişik yayınlarına
rastlanılmıştır. Ancak, aynı olay Türk tarih ve edebiyatında Macarlara oranla
özellikle edebiyatta pek ele alınmadığı gözlemlenmiştir.
Çalışmamızda, şair Miklós Zrínyi’nin
eserlerinden örneklemeler verilirken Türkçe çeviriler ilk kez tarafımızdan
yapılmıştır. Ancak, bu çeviriler eserin tamamının çevirisi olmayıp, konumuz açısından
en önemli bölümler seçilerek hazırlanmıştır. Yapılan Türkçe çeviriler tırnak
işareti içinde gösterilmiştir.
Tez konusu olan Szigeti Veszedelem adlı
eser aslında 15 ana bölümden ve 1566 dörtlükten oluşmaktadır. Bu yüzden eserin
tümünün çevirisini ayrı bir çalışma olarak uygun gördüğümüzden sadece en önemli
bölümler çevrilmiştir. Türkçe kaynaklar araştırılırken çok az sayıda kaynağa
rastlayabildik, ancak bu eserlerin neredeyse tamamının Osmanlıca olduğunu
tespit ettik.
Bu tez çalışmamda konu seçiminden
başlayarak bitimine kadar her konuda bilgi ve yardımını benden esirgemeyen, yol
gösteren, büyük bir sabırla gitmem gereken yolda bana yön veren sayın hocam
Prof. Dr. Naciye Güngörmüş’e teşekkürlerimi bir borç bilirim.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ......................................................................................................................III
GİRİŞ.........................................................................................................................IV
I. BÖLÜM,
ZRÍNYI AİLESİ 1
I-A) Zrínyi Ailesi Seceresi 2
I-B) Zrínyi Ailesi Hakkında Genel Bilgi 3
II. BÖLÜM
11
II-A) Sigetvar Kuşatması 12
II-B) IV. Miklós Zrínyi (1508-1566) 19
II-C) VII. Miklós Zrínyi’nin
Hayatı(1620-1664) 24
II.C.1. Şairin
Çocukluk ve Gençlik Yıllarındaki Kültürel Değişim 27
II.C.2. Şairin
Eğitmenleri 30
II.C.3. Şairin
Eğitimi ve Gençlik Yılları 34
II.C.4. Şair
Zrínyi’nin İtalya Seyahati 37
II.C.5. Miklós
Zrínyi’nin Zrínyi Ailesinin Topraklarının ve Mülklerinin Başına Geçmesi 41
II.C.6. Miklós
Zrínyi’nin Osmanlılarla Mücadelesi ve Viyana’nın Tutumu 45
II.C.7. Zrínyi’nin
Katıldığı Savaşlar 49
II.C.8. Evlilikleri
52
II.C.9. Politik
Faaliyetleri ve Tecrübeleri 54
II.C.10. Osmanlıya
Karşı Hazırlık ve Hırvat Banlığı 57
II.C.11. Habsburgların
Ticarete Sekte Vurması 59
II.C.12. Zrínyi’nin
Genel Valilik Planları 62
II.C.13. Erdel
ve Zrínyi’nin Habsburg Aleyhtarı Faaliyetleri 65
II.C.14. Zrínyi-Újvár
72
II.C.15. 1662
Meclisi; Montecucculi ve Sonraki Gelişmeler 74
II.C.16. 1664
Kış Seferi 78
II.C.17. Zrínyi’nin
Son Planları ve Ölümü 82
III. BÖLÜM,
ŞAİR MIKLÓS ZRÍNYI’NİN ESERLERİ 86
III-A) Tábori Kis Tracta(1646, Ordu İçin
Küçük Taktikler) 88
III.A.1. Ordu
Teşkilatlanması 89
III.A.2. Ordu
Donatımı 90
III.A.3. Ordugah
91
III- B) Vitéz Hadnagy (1650-1653,
CesurTeğmen) 93
III-C) Máyás Király Életéről Való
Elmélkedések(1656-1657, Kral Mátyás’ın Hayatı Hakkındaki Tefekkürler) 96
III-D) Török Áfium Ellen Való
Orvosság(1660, Türk Afyonuna Karşı Merhem) 100
IV. BÖLÜM,
SZIGETI VESZEDELEM ADLI ESERİN İNCELENMESİ 105
IV.1. Destanın
Yazılış Amacı 106
IV.2. Destan
konusunun Seçimi 115
IV.3. Szigeti
Veszedelem’den Önce Sigetvar Kuşatmasını Konu Alan Eserler 121
IV.4. Szigeti
Veszedelem’in Kaynakları 131
IV.5. Tarihi
Şarkıların Destana Etkisi 134
IV.6. Macar
Edebiyatının Szigeti Veszedelem’e Etkisi 139
IV.7. Dünya
Edebiyatındaki Destanların Szigeti Veszedelem’e Etkisi 143
IV.8. Tarihi
Kaynakların ve Tarihi Gerçeklerin Destana Etkisi 158
IV.9. Halk
İnancı ve Sözlü Halk Edebiyatının Destana Etkisi 175
IV.10. Szigeti
Veszedelem’de Dini Konsept 181
IV.11. Szigeti
Veszedelem’deki Askeri Dersler 196
IV.12. Destanın
İçeriği 213
SONUÇ 273
KAYNAKÇA 277
ÖZET 281
SUMMARY 282
GİRİŞ
Bir ulusun değerlerini, hatıralarını ve
birikimini bize ulaştıran kaynakların edebiyattaki en güzel örneklerinden biri
de destanlardır. Destanlar, ulusların yaşadığı büyük olayları idealize edilmiş
kahramanlar ve doğaüstü güçlerle bezenmiş kurgular vasıtasıyla dile getirirler.
Ulusların başlarından geçen büyük olaylar
dışında destanlar, o ulusun değer yargılarını, ideolojilerini, kültürlerini,
inançlarını ve hedeflerini günümüz toplumuna yansıtan kültür hazineleridir.
Sözlü halk geleneğiyle yoğrularak oluşan bu hazineler, aynı zamanda ait olduğu
millete, hatta insanlığa ders ve öğüt veren birer kitap niteliğindedir. Bir
tarih ve kültür yaratma kaygısı taşımayan destanlar, büyük olaylar yaşamış
ulusların gelecek nesillere bıraktığı kaynaklardır. Destan, bir milletin kültür
zenginliğinin ve dolayısıyla büyüklüğünün de göstergesidir.
Destanlar, yalnızca kahramanlık
hikayelerinin anlatıldığı yapıtlar olarak görülmemelidir. Bunlar adeta
geçmişten geleceğe açılan kapılardır. Yaşanan büyük olaylardan çıkarılan
sonuçların gelecek nesillere aktarılışıdır. Bu ders alma ve verme bilinci ise
bireylerin ben duygusunu bırakıp, bilinçaltındaki toplumsal birlik ve
beraberlik duygusunu idrakini sağlamaktadır (Yoldaşoğlu, 2000:7- 8).
Sözlü kültür birikiminin önemli bir
bölümünü meydana getiren destanların oluşum ve erişim aşamaları bulunmaktadır.
Bunların günümüze gelebilmeleri için çeşitli gereklilikler vardır. Bu
gereklilikleri kısaca dile getirirsek: Kültür unsurlarının ve edebi verimlerin
kuşaktan kuşağa aktarıldığı bir sözlü gelenek ortamı; sözlü gelenek ortamında
genişleyen ve ana kurguyu oluşturacak esas olay; destanın geçtiği devirde
yaşayan ve destanı oluşturan bir toplum; bu topluluğun kuşaktan kuşağa
aktarılmasını sağlayacak bir hikaye toplumu ve son olarak bu olayın bir şair
tarafından edebi metin haline getirilmesi
ve bunun yaşatılması (Oğuz, 1995: 177- 178).
Toplumların unutulmaz hatıralarını bize
yansıtan destanlar arasında bulunan kimi yapıtlar çok önemli olduklarından,
kendilerinden sonra gelen destanlara da temel teşkil etmişler ve etkilemişlerdir,
İlyada, Aeneis, Gerusalemme liberata, Georgica ve Orlando Furioso gibi
destanlar Avrupa destan tarzının temellerini oluşturmuşlardır. Homeros, Tasso,
Marino ve Vergilius Avrupa destan tarzını her yönde etkilemiştir. Homeros’un
destanları arkaik dünya görüşünü yansıtırken, Vergilius’un Aeneis’i politik bir
eser olup, Roma’nın politik misyonunu yaymak için yazılmıştır (Szörényi,
1993:6).
Ortaçağ Avrupa’sı destanlarında iki mitos
doğmuştur. Bunlar Hıristiyan dini mitosu ve feodal milli mitosudur. Bu iki
mitos ise beraberinde iki farklı destan tipini getirmiştir: Karoling ve Brton.
Karoling epik kahramanı efendisine daima sadık, feodalizme ve Hıristiyanlığa
ise ölesiye bağlıdır. Brton tipi destanlar ise yuvarlak masa şövalyelerinin
epik hikayelerinden oluşmaktadır. Şövalyelerin krallarına olan bağlılıkları
daha gevşek olup ön plana çıkarılmaya çalışılan öğeler arkadaşlık ve
özgürlüktür. Bunlarla birlikte aşk, macera ve saray yaşantısı da önem
taşımaktadır (Szörényi, 1993: 6- 7).
Çalışmamızın temelini oluşturan Szigeti
Veszedelem adlı destanın yazarı Miklós Zrínyi’nin örnek aldığı İtalyan destan
tarzı ise 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır. O dönem, şövalye hayatı sonbaharını
yaşamaktadır. Karoling ve Brton tipi destan motifleri ve temaları birbiriyle
karışmıştır. Destan kahramanları din ve aşk uğruna büyük maceralar yaşar;
ejderhalarla ve büyücülerle savaşırlar. Ferrara, çok küçük bir yer olmasına
karşın kültür tarihi açısından son derece önemlidir. Şehri yöneten d’Este ailesi kan ve kültür bakımından
Fransa’ya bağlıdır. Bu nedenle Fransız-Brton kültürü ile temas halindedirler.
Bu kültür ülkesi Ferrara’da yeni tarz destan örneğinden bir asır içinde üç tane
oluşmuştur: Matteo Maria Boiardo’nun Orlando Innamorato’su (Aşık Orlando),
Ludovico Ariosto’nun Orlando Furioso’su (Köpüren Orlando) ve Torquato Tasso’nun
Gerusalemme liberata (Kurtarılmış Kudüs) adlı eseri (Szörényi, 1993: 7).
Bahsettiğimiz bu destanların ilk ikisinde
daha ziyade aşk ve şövalye konuları hakimdir. Yapıtlarda maceralarla dolu
olaylar ve saray hayatı olduğu kadar, Rönesans’ın gelişmiş dönemindeki modern
insan da yansıtılır. Gerusalemme liberata, ise doruktaki Rönesans’ın aynası
gibidir. Dünyanın merkezinde bulunan Rönesans adamı çok yönlü aksiyon ve maceralarla
doludur. Gerusalemme liberata ve Orlando Furioso Rönesans’ın ve de dünya
edebiyatının en büyük eserleri arasında gösterilmektedir.
Tarihi, ideolojik, sosyal gelişme ve
büyüyen Osmanlı tehdidi ile Avrupa’da, başta Macaristan ile sıkı ilişkiler kuran
Venedik’te zaferleri, yenilgileri, şehir kuşatmalarıyla savunmalarını anlatan
çok sayıda zafer şarkısı ile ölen kahraman için yakılmış ağıt tarzında eserler
yazıldı. Edebi değerleri fazla olmayan bu türler, ileride oluşacak epik
eserleri etkilemişlerdir. Söz konusu edebi akıma reformasyon, anti-
reformasyon, mutlak monarşi ve millileşme akımı damgasını vurmuştur. Dönemin
bitmeyen milli ve dini savaşları tüm bu tarz eserlere aktarılmıştır. Eserlerde
Hz. İsa’nın Savaşçısı’nın (Miles Christi), Hz. İsa’nın Kahramanı’nın (Athleta
Christi) din uğruna verdiği savaş ön plana çıkmıştır. Bu dönemde kahraman ve
aziz kavramları birbirine çok yakınlaşmıştır (Szörényi, 1993: 8).
Hz. İsa, artık 16. yüzyıldan itibaren
destan kahramanlarından biri durumuna gelir. Marco Girolamo Vida 1527’de
Christias adlı destanını yazar. Pierre Ransard ise eserinde Hz. İsa’yı
Hıristiyan Herkülü olarak adlandırır. Eserlerde Hz. İsa’nın yolunda gitme ve
onun uğruna ölümü göze alma temaları işlenmiştir.
Klasik Yunan ve Latin yazarların etkisiyle
16. yüzyılın ikinci yarısına kadar Avrupa’da İtalyan edebiyatındaki Hümanizm
örnek teşkil eder. Ariosto’nun etkisi nedeniyle edebi tarzların birbirinden
ayrılması için kurallar konur ve bunları takip etmenin gerekliliği vurgulanır.
Şövalye epiğinin doğması özellikle
Fransa’da milli dil ve düşüncenin yayılmasına olanak sağlamıştır. Tasso,
Hıristiyan Destan tarzının temelleri atan yazar olarak kabul edilir. Bu tarzın
üç önemli gerekliliği vardır: Imitatio1, norma2 ve romanzo3 geleneği.
Tasso, destan yazarlarına eserlerinde
tarihi konuları işlemeyi önermiştir. Bu konular öncelikle Hıristiyan dini için
önemli olmalıdır. Hikayeye Hıristiyanlığın azizleri, Tanrı, melekler ya da kötü
karakterler olarak büyücüler ve zebaniler katılmalı; doğaüstü olaylar bu
karakterlere yüklenmelidir. Yazar, çok eski ya da çok yeni olayları konu
almamalı ve Klasik Yunan ile Roma mitoloji kahramanlarını kurguya katarak bu
unsurları Hıristiyan gelenekleri ve kurgularıyla biçimlendirmelidir. Öncelikle
destan konusunun eğitici, öğretici, aynı zamanda da eğlenceli olması
gereklidir. Yazar, gerçekte olan olayların kronolojisini değiştirme hakkına
sahiptir, ancak bunu yaparken konu ve işlenen aksiyonlarda birlik sağlamalıdır.
Destandaki en önemli unsurlardan biri de aşktır. Destan kahramanının iki önemli
özelliği olması şarttır: aşk ve hiddet (Szörényi, 1993: 8).
1 İlk
destanlarda bulunan ana unsurları takip etmek.
2 Destan
tarzının kurallarını eserde yerine getirmek.
3 Hıristiyan
sovalye edebiyatının düşüncelerini yansıtmak.
İşte çalışmamızın ana konusu olan Szigeti
Vesedelem’i yazan Miklós Zrínyi, bahsettiğimiz bu destansı özellikler ve dünya
edebiyatı epik eserleriyle İtalya’daki öğrenimi sırasında karşılaşır. Burada
Rönesans ve Reform’u öğrenen Miklós Zrínyi İtalyan kültürüne ve eğitimine
hayranlık duyar. Rönesans’ın büyük yazarları arasında sayılan Tasso
(Kurtarılmış Kudüs) ve Machiavelli’den (Kral Seçimi, Serf Ordusu) büyük ölçüde
etkilenir. Bu etkiler ve bilgi birikimi sayesinde, Szigeti Veszedelem adlı
büyük Macar destanını yazar. Destanın konusu, 5 Ağustos 1566’dan 8 Eylül
1566’ya kadar süren Osmanlının kuşatma altına aldığı Sigetvar kalesinin
savunmasıdır. Şair, eserde büyükbabasını yücelterek vatanperverliğin nasıl
olması gerektiğini göstererek ulusuna öğütler verir.
Eserde işlenen ana sorunlar Habsburgların
siyasi entrikaları, din savaşları ve Osmanlı tehdididir. Macar ulusunun bunlara
karşı alacağı tedbirler sıralanmakta ve Macar milli bilinci uyandırılmaya
çalışılmaktadır. Eserle, özgürlük ve milli bütünlük gibi önemli kavramlar
konusunda gelecek nesillerin bilinçlendirilmesi hedeflenmiştir.
I. BÖLÜM
ZRÍNYI AİLESİ
I-A) ZRÍNYI AİLESİ SECERESİ
De Brebriler
(Subicsler)
Trau Kontu Pál
IV. György
Brebri (I.György Zrínyi) (öl.1361)
I. Pál
Zrínyi (1357-1414)
I. Péter
Zrínyi (1400-1456)
II. Péter
Zrínyi (öl. 1497)
III. Miklós
Zrínyi (1493-1534)
I. János Zrínyi IV. Miklós Zrínyi (öl.
1541) (1508-1566)
IV. György
Zrínyi V. Miklós Zrínyi (1559- 1603) (1559-1605)
VI. Miklós Zrínyi V. György Zrínyi (öl.
1625) (öl. 1626)
VII. Miklós Zrínyi IV Péter Zrínyi
(1620-1644) (1621-1671)
I-B) ZRÍNYI AİLESİ HAKKINDA GENEL BİLGİ
Gerek Macar tarihinde, gerekse Macar
edebiyatında son derece önemli bir rol oynamış olan Miklós Zrínyi’nin ailesinin
soyu, Dalmaçya kökenli feodal bir aile olan De Brebiri ailesine dayanmaktadır.
Kaynaklarda De Brebiriler’e Subics denildiği de görülmektedir (Révai Nagy
Lexikona, c.19, 1926: 708; Benda, 1993: 6). Daha sonra Hırvatlaşan Brebiri
ailesi üyeleri evlilik yoluyla 13. yüzyılda büyük bir güce sahip olurlar. Trau,
Sebenico ve Spalato banlıklarını alarak Slav topraklarına yayılırlar ve Árpád
ailesiyle de akraba olurlar. Mutlak hâkimiyet kurmak için yaptıkları
faaliyetler nedeniyle 1322’de Károly Róbert (1308-1342) ve daha sonra 1340’lı
yılların sonunda, Büyük Lajos (1342-1382), Hırvatistan ve Dalmaçya’da bulunan
küçük krallıklarla birlikte bu ailenin de gücünü kırar. Güçlü Macar krallarına
karşı Brebiri kontları 14. yüzyıldan başlayarak Macaristan’ın eski Dalmaçyalı
rakipleri ve Venedik Cumhuriyeti’yle ilişki kurarlar. Bu ilişkiler sonucunda
aile üyelerinden Trau Kontu Pál Brebiri, 1314 yılında kendisi ve gelecekteki
nesli adına Venedik patrikliğine getirilir. Pál’in oğlu György Brebiri ise,
Macar Kralına bağlılık yemini ederek Büyük Lajos’tan Hırvatistan’ın iç
bölümlerinde yer alan Zrin veya Zerin kalesini; daha sonra da bu kalenin
yakınlarındaki Stupnica’yı ve Pedoly kalesini alır. Bu tarihten itibaren
Brebiri adını bırakarak yerleştikleri kalenin adı olan Zerin’i soyadı olarak
kullanmaya başlarlar (Kempelen, 1932: 201-202).
György Brebiri, ya da yeni adıyla I. György
Zrínyi 1361’de ölür. Tek oğlu olan I. Pál Zrínyi’nin velayeti Kral Büyük Lajos
tarafından Bertalan Blogay ve oğlu István’a verilir. Kraliçe Mária, I. Pál
Zrínyi’nin tüm ihtiyaçlarının karşılanması için Zagreb’e bir emir gönderir ve
böylece I. Pál Zrínyi, krala ve kraliçeye sadık birisi olarak yetişir (Révai
Nagy Lexikona, c.19, 1926: 708).
Zrínyi üyeleri, Brebiri oldukları dönemde
sahip oldukları gücü artık gerilerde bırakırlar. Topraklarının büyüklüğü diğer
Hırvat aileleri olan Frangepanların ve Korbóvialarınkinin çok altındadır. Kral
Sigismund (1387-1437) döneminden başlayarak yeni bir tehlike olan Osmanlı
akınları topraklarının daha da küçülmesine neden olur. Osmanlı akınları Hırvat
sınırlarına kadar dayanır. 1400 yılında I. Pál Zrínyi Osmanlı akınlarına karşı
ailenin mülklerini korumak için silahlı mücadeleye giren ilk Zrinyi’dir
(Perjés, 1965: 11). Zrínyilerin bu mücadelesi Osmanlıların Macaristan’dan
çekilmesine kadar devam edecektir.
Hayatının sonuna kadar krala ve kraliçeye
sadık kalan I. Pál Zrínyi, 1414 yılında Zagreb’de ölünce Zagreb yakınlarındaki
Remete Manastırı mezarlığına gömülür. 1400 yılında doğan oğlu I. Péter Zrínyi,
başlangıçta Ban Hervoja’nın ateşli bir taraftarı olarak Kral Sigismund
(Zsigmond)’a karşı savaşır. Hervoja’nın ölümünden sonra Sigismund’a boyun eğmek
zorunda kalır ve 1420’de kral kendisini affeder (Benda, 1993: 7). Brebiri
ailesinin Dalmaçya kolunun son üyesi olan Jakab’ın çocuğu olmaz ve tüm
mallarını 1414’de I. Péter Zrínyi’ye devreder. I. Péter Zrínyi’nin oğlu II.
Péter Zrínyi, Osmanlıların 1458’de Hırvatistan’a yapmaya başladığı akınlarla
ilgilenir. Kendisi, birçok Hırvat beyi gibi János Hunyadi (1446- 1453)’nin
ölümünden sonra tahta çıkan V. László (1452-1457)’yu kral olarak tanımaz.
Zrínyiler politika sahnesine bu karşı koyuşlarıyla çıkmıştır. II. Péter Zrínyi
1497’de ölür (Révai Nagy Lexikona, c.19, 1926: 708; Perjés, 1965: 11).
II. Péter
Zrínyi’nin ölümünün ardından oğlu III.Miklós Zrínyi (1493- 1534)’nin velayetini
Máté Berojevics üstlenir. III. Miklós Zrínyi 1509’da Iván Karlovics’in kız
kardeşi Ilona ile evlenir. Kendisi aynı zamanda Sigetvar kahramanı
Miklós Zrínyi ve ağabeyi I. János
Zrínyi’nin babasıdır. Iván Karlovics’le topraklarını birleştirir. Iván vâris
bırakmadan ölünce de topraklar Zrínyilere geçer.
Zrínyiler hiçbir zaman Osmanlılarla uzlaşma
yoluna gitmezler. Yalnızca III. Miklós Zrínyi Osmanlılarla bir anlaşma yaparak bağlılığını
bildirir. Bu nedenle vatana ihanetle suçlanır ve sonunda suçlu bulunarak mülk
ve para cezasına çarptırılır. Fakat daha sonra Kral, Zrínyi ailesinin şimdiye
kadar gösterdiği sadakat ve yararlılıklardan dolayı onu affeder. Miklós Zrínyi
bu olaydan kısa bir süre sonra Habsburglarla gizlice anlaşarak Macarlara ait
Gondánszk ve Lesnyicze kalelerini Ferdinand’ın hizmetine verir. Lesnyicze
madeninin vergisi konusunda Ferdinand’la müzakerelerde dahi bulunur. Bunlara
karşılık Avusturya’dan toprak takası yapılmasını ister. Böylece Osmanlılardan
daha uzak ve güvenli topraklara gidecek, yani Alman hâkimiyetine girecektir.
İstekleri ve icraatları arasında bir tezat mevcuttur. Zira, aynı madenlerle
ilgili olarak Kral Lajos’la da bir sözleşme yapmıştır. Kral, bu madenlerin
geliriyle Osmanlılarla yaptığı savaşların giderlerini karşılamak
istiyordu(Perjés, 1965: 11; Benda, 1993: 8-9).
III. Miklós
Zrínyi’nin tek amacı Osmanlı istilasından kaçarak daha kuzeye gitmek ve
Hırvatistan’da daha güvenli topraklara yerleşmektir. Ban János Korbáviai’nin
elinde bulunan ve Osmanlıların henüz ulaşamadığı Auránia Manastırı’na bağlı
olan birçok kaleyi ele geçirir. Osmanlı tehdidi altındaki kaleleriniyse
vergisini vermek şartıyla Osmanlılarla anlaşarak elinde tutmaya çalışır (Révai
Nagy Lexikona, c.19, 1926: 708). Osmanlılar tarafından bunun en karlı yanı, bu
topraklardan hiç kayıp vermeden iç bölgelere geçme fırsatının doğmasıdır.
Bununla III. Miklós Zrínyi topraklarını ve mülklerini korumuş; Osmanlı ise
ülkenin içlerine doğru ilerleme fırsatı bulmuş olur.
III. Miklós
Zrínyi, 1534 yılında Zrin kalesinde ölür. Oğulları I. János Zrínyi ve Sigetvar
kahramanı IV. Miklós Zrínyi bu tarihten itibaren toprakların ve mülklerin
başına geçerler. I. János Zrínyi’nin 1541 yılında ölmesiyle idarenin tümü IV.
Miklós Zrínyi’ye geçer (Klaniczay, 1964: 12; Benda, 1993: 9).
Tezimizin ana konusunu oluşturan Sigetvar
(Zigetvar-Szigetvár)4 Destanı’nın
baş kahramanı olarak adını tarihe yazdıran
IV. Miklós Zrínyi 1508’de doğar. Macarların ulusal kahramanı IV. Miklós Zrínyi
1542’de Hırvat banı olur. O, Zrínyi soyadıyla ban olan ilk kişidir. 1543’de
Katalin Frangepan ile evlenir. Bu evlilikle Zrínyilerin toprakları daha da
genişler. Viyana Kralı I. Ferdinand (1526-1564), Osmanlılara karşı gösterdiği
yararlılıklar nedeniyle IV. Miklós Zrínyi’ye 50 bin forint ile tüm Muraköz
bölgesini, Strigó ve Csákvár kalelerini verir (Révai Nagy Lexikona, c.19, 1926:
709; Csánki, 1896: 446-449).
IV. Miklós
Zrínyi, I. Ferdinand tarafından verilen Csákvár’ı yeniden yapılandırır.
Csákvár’ın güçlendirilmesi için buraya bir savunma kulesi inşa ettirir. Kule
inşasıyla birlikte Csákvár’ın adı da Csaktornya şeklinde değiştirilir ve burası
Zrínyi ailesinin yeni yönetim merkezi olur5. Aile bu tarihten itibaren armasını
değiştirir. Eski armada bulunan iki siyah kartal kanadını yeni armanın sağ
tarafına, Csaktornya’daki kuleyi ise armanın sol tarafına yerleştirirler (Révai
Nagy Lexikona, c.19, 1926: 710; Benda, 1993: 27).
IV. Miklós Zrínyi, topraklarını ve
mülklerini korumak için Osmanlılarla sürekli mücadele eder. Osmanlı akınlarına
karşı akınlarla cevap verir. Ayrıca Viyana
4 Tezimizin
konusu Szigeti Veszedelem (Siget Tehlikesi) adlı eserde olaylar Szigetvár’da
geçmektedir. Bu yer adının Türk kaynaklarında Zigetvar kullanımı yaygın olmakla
birlikte Macarca fonetik esas alınarak bu çalışmamızda Sigetvar kullanımı
tercih edilmiştir.
5 Csákvár
adının Csaktornya şeklinde değiştirilmesinin sebebi buraya inşa edilen savunma
kulesidir. Şehrin yeni isminde bulunan tornya, Macarca kule anlamına gelen
torony kelimesinin çekimli halidir.
Sarayı ile de bazı sürtüşmeler
yaşamaktadır. Osmanlılarla askeri, Viyana ile siyasî mücadele halindedir.
IV. Miklós Zrínyi, I. Ferdinand ile olan
sürtüşmesinden dolayı önce banlık görevinden, ardından 1566’da Sigetvar
komutanlığından istifa eder (Benda, 1993: 73). Osmanlıların Macaristan’a büyük
bir orduyla geldiğini duyduğunda ise Sigetvar’ın komutasını tekrar eline alır.
1566’da Sigetvar kuşatmasında kalesini Osmanlılara karşı savunurken çarpışma
sırasında ölür. Bu tarihten itibaren Macarların ulusal kahramanı olur.
IV.Miklós Zrínyi’nin oğlu IV.György Zrínyi,
babasının Viyana sarayı ve Osmanlıya karşı olan tutumunu aynen devam ettirir.
Bu arada da Viyana Sarayı’na güvenilemeyeceğini de öğrenmiştir (Klaniczay,
1964: 15).
Babasının yakın dostu György Thúri’nin
yanında yetişen IV. György Zrínyi çok iyi bir eğitim alır. Seçkin ve iyi bir
asker olarak anıldığı halde bu seçkin özelliklerini genellikle kullanamaz.
Çünkü Sigetvar’dan sonra sınır boylarında büyük bir savaş olmamıştır. 15 Yıl
Savaşı çıktığında ise artık savaşamayacak kadar yaşlıdır.
IV. György Zrínyi, uzun yıllar Kanije
kalesini savunur. Zorlu Tunaötesi generalliği yapar. Bu hizmetleri Viyana
Sarayı tarafından ödüllendirilmediği gibi dikkate dahi alınmaz. Kralın tek
isteği IV. György Zrínyi’nin hiçbir şeye müdahale etmeden kalesinde
oturmasıdır. Diğer taraftan Osmanlı akıncılarının Macar köylerine saldırması
halinde IV. György Zrínyi’nin karşılık vermesi de kesinlikle yasaklanır. Ama o
da birçok Macar komutan gibi bu yasağa uymaz. Bunun üzerine Viyana Sarayı,
kalelere Macar olmayan komutanlar atar. Bu yabancı komutanlar Saray’ın tüm
emirlerine uyduğundan Viyana doğru bir hamle yapmış olur. Zrínyi topraklarının
savunmasında kilit rol oynayan Kanije kalesi; György Thúri, IV.
György Zrínyi ve János Bornemisza
tarafından en zor şartlarda dahi savunulmuş ve korunmuştur. Ancak Viyana’nın
atadığı komutan Paradeiser, kaleyi savunma gereği bile duymadan Osmanlılara
teslim etmiştir (Klaniczay, 1964: 15-16).
Viyana Sarayı’nın Macar askerlere maaş
ödemeyi kesmesi, tüm Macar beylere için olduğu gibi Zrínyilere de çok büyük bir
maddi külfet yaratır. IV. György Zrínyi, hem kendi askerlerinin, hem de Macar
Kralının paralı askerlerinin maaşlarını ödemek zorunda kalır.
Bu arada, Viyana askerler için yardım
yapacağı yerde Zrínyilerin topraklarını ele geçirmeye çabalar. 1586’da IV.
György Zrínyi, asılsız suçlamalarla Viyana’ya mahkemeye çağırılır; fakat György
Zrínyi kendisi için hazırlanan bu tuzağa düşmez (Klaniczay, 1964: 16).
Zrínyi toprakları büyük gelir getiren
arazilerdi ve üzerlerinde iyi organize olmuş üretim çiftlikleri mevcuttu.
Ayrıca, toprakların güneybatı yönünde uzayıp giden büyük bir alanda o dönem çok
iyi gelir getiren sığır ticareti yapılıyordu.
IV. György Zrínyi, Bocskay’ın bağımsızlık savaşında
Viyana’nın yanında yer alır ve savaş bitmeden 1603 yılında ölür. IV. Györy
Zrínyi’nin Miklós Zrínyi (-, 1625) ve György Zrínyi (-, 1626) adında iki oğlu
vardır. Şair Miklós Zrínyi’nin babası V. György Zrínyi, Péter Pázmány’ın şahsi
çabaları sonucu 1619’da Katolik olur ve Viyana’ya bağlılık yemini eder.
Révai’de her iki kardeşin de 1619’da Pázmány’ın etkisiyle Katolik olduğu
yazmaktadır (Révai Nagy Lexikona, c.19, 1926: 709). Klaniczay’a göre ise,
şairin amcası VI. Miklós Zrínyi hayatının sonuna kadar Protestan olarak kalmış
ve Bethlen’in yanında yer almıştır (Klaniczay, 1964: 17). Katolik olan V.
György Zrínyi’ye Viyana tarafından bağlılığının ödülü olarak 1622 yılında
Hırvat banı unvanı verilir. Bu unvanı büyük kardeşin alması gerekirken
Protestan kalmayı tercih eden VI. Miklós
Zrínyi Viyana’nın Katolik mezhebine geçen kardeşi V. György Zrínyi’yi
seçmesiyle, bu unvandan mahrum olmuştur. V. György Zrínyi ülkenin batı
tarafındaki aristokratlarla birlikte Gábor Bethlen’e6 karşı savaşır ve Wallenstein’in
ordusuna katılır (Klaniczay, 1964: 17).
O dönem diğer Macar aristokrat aileleri
gibi Zrínyiler de Rönesans akımından etkilenir. Örneğin IV. Miklós Zrínyi
savaşçı karakterinin yanı sıra 16. yüzyıl Rönesans aristokrasisinin önemli
temsilcilerindendir (Klaniczay, 1964: 17-18).
Zrínyiler, 16. ve 17. yüzyılda Macar soylu
aileleri arasında kendilerine önemli bir yer edinmişlerdir. Aile, yine bu
dönemde şöhretinin ve malvarlığının zirvesindedir. Diğer Macar aristokrat
aileleri gibi, Zrínyiler de Mohaç sonrası dönemde ülkedeki anarşik ortamı
kullanarak topraklarını genişletmişlerdir. Macaristan’ı topraklarına katan
Viyana Sarayı ülkeyi mutlakıyetçi krallık sistemiyle yönetmektedir. Bu sebeple,
toprak zengini bazı aileler gibi Zrínyiler de Viyana yönetimine karşı çıkarak
daima huzursuzluk yaratmışlardır. Zrínyilerin bu tutumu, 1620’li yıllarda
Katolik mezhebine girmeleriyle son bulur. Bu tarihten itibaren Zrínyiler artık
Viyana’nın ve Katolik mezhebinin en büyük savunucusu olurlar. 1530’lu yıllardan
itibaren, topraklarını ve mülklerini Osmanlılara karşı savunmak için onlarla
aralıksız bir mücadeleye girerler. Yaptıkları sınır savaşlarıyla ülkenin en
6 Gábor
Bethlen (d. 1580 - ö. 1629), II. Ferdinand (1619-1637) ile mücadelesi sırasında
Ağustos 1620- Aralık 1621 arasında Macaristan kralı unvanını taşımıştır. Erdel
Prensi Gábor Báthory ile görüş ayrılığına düşünce Osmanlılara sığınır. I.Ahmed
(1603-1617) kendisine bir ordu ile birlikte Erdel prensi unvanını da verir.
Báthory’nin yenilmesinin ardından 1613’de Kolozsvár’da toplanan Meclis
tarafından prens ilan edilir. II. Ferdinan’a karşı giriştiği bağımsızlık
savaşında Macar kralı seçilir (20 Ağustos 1620). Fakat Katolik Macarların
Protestan bir kralı kabul etmeyeceklerini bildiğinden taç giymeyi reddeder. II.
Ferdinand ile 1606 Viyana Antlaşması’nı yeniden onaylar ve Protestanların
ibadet özgürlüğünü güvence altına alır. Daha sonra, II. Ferdinand’la birleşerek
Macaristan’ı Osmanlı egemenliğinden kurtarma planları yapar. Viyana bu ittifaka
yanaşmayınca Alman prensleri ile birleşerek 1626’da Habsburg yönetimi altındaki
toprakları işgal eder. Giriştiği savaşta yenilince 1626’da Bratislava
Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalır. Daha sonra, sağlığının kötüleşmesi
sebebiyle yeni bir askerî harekâta girişemez. 15 Kasım 1629’da Gyúlafehérvár’da
ölür (Révai Nagy Lexikona, c.3, 1911: 243-244; Ana Britannica, c.4, 1987: 75).
önemli aileleri arasında ilk sıraya
yerleşirler. Topraklarını genişleten aile, gelirinin büyük bölümünü ülke
savunmasına harcar. Toprakların genişlemesi beraberinde askerî savunma
ihtiyacını da getirdiğinden, harcamalar da giderek artar. Askerlerin bakımı,
maaşları ve silahları toprakların geliriyle sağlanır. Böylece topraklarını
savunurken ülke savunmasına da büyük katkı sağlayan ailenin ünü gittikçe büyür.
Zrínyilerin Osmanlılara karşı topraklarını savunma mücadelesi kendilerinin
Macar tarihinde büyük ve önemli bir yer edinmelerini sağlamıştır.
II. BÖLÜM
II-A) SİGETVAR KUŞATMASI
1562 yılında Osmanlı-Avusturya antlaşması
imzalanmıştı. 8 yıl süreli bu antlaşmaya göre İmparator I. Ferdinand, Erdel’i
Osmanlılara bırakıyor ve elindeki Macaristan toprakları için yıllık 30 bin duka
vergiyi kabul ediyordu. Bir süre sonra hudutlarda ve Macaristan’da bazı
anlaşmazlıklar çıktı. Avusturya bu anlaşmazlıkları bahane ederek gerekli
vergiyi iki yıl üst üste göndermedi. 1564’de I. Ferdinand öldü. Sadrazam Semiz
Ali Paşa, Avusturya elçisinden birikmiş vergiyi ve geriye kalan 6 yıllık
antlaşma süresinin yenilenmesini istedi. Yeni İmparator II. Maximilian ise
paranın ödenmesini, anlaşamazlıkların çözülmesine bırakmayı uygun gördü. Bu
arada Osmanlı himayesinde bulunan Erdel Beyi, İmparatorla aralarında
anlaşmazlık konusu olan Zatmar (Szatmár)’ı zaptetti. İmparator da Erdel’e
saldırarak Tokaj ve Szerencs taraflarını aldı. Budin Beylerbeyi, Erdel Beyi’ne
yardım etti. Bu meseleleri görüşmek için gelen Avusturya elçisine Sadrazam
barışın 8 yıl uzatılabileceğini, ancak Osmanlının Tisza nehri ötesindeki bütün topraklarını
korumak arzusunda olduğunu bildirdi. Elçinin yeni talimatlar almak üzere
Viyana’ya döndüğü sırada yeni bir savaşa taraftar olmayan Veziriazam Semiz Ali
Paşa öldü ve 1565’te yerine Sokulu Mehmed Paşa getirildi(Öztuna, 1989: 126;
Gökbilgin, 1966:4; Csánki, 1896:
449).
Yeni sadrazam, Avusturya elçisinden Tokaj
ve Szerencs’in iadesini istedi. 1566 başlarında İmparator, Hosszúthoty’yi elçi
olarak İstanbul’a gönderdi. Yeni elçi birikmiş olan vergileri getirmediği gibi,
Kruppa kalesinin Avusturya’ya geri verilmesini istedi. Bu sebeple, Avusturya’ya
karşı Sokullu’nun da teşvikiyle, savaş açıldı.
Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) yaklaşık
on yıldır sefere çıkmıyordu. Oğulları Şehzade Mustafa, Şehzade Cihangir ve
Şehzade Bayezid ile Hürrem Haseki’sinin ölümleri nedeniyle iyice sarsılmıştı.
Kanunî, uzun yıllardır Rumeli Beylerbeyliği yapmış olmasına ve Macaristan’ı iyi
tanımasına rağmen, başkomutanlığı sadrazama emanet etmedi. Bu suretle gamlı,
yorgun ve hasta olan Kanunî sefere çıkmaya karar verdi. Padişah, bu seferinde,
ilk defa arabayla seyahat etmiş ve yalnız şehirlerden ve halkın önünden
geçerken at üstüne geçmiştir (Türk Ansiklopedisi, 1980: 10).
Seferden iki ay önce vezir Pertev Paşa,
Vidin ve Semendire sipahileri, Eflak, Kırım, Boğdan kuvvetleriyle birleşerek
hududa yakın Gyula (Göle, Güle) ve Zatmar ile Tokaj’ı almak için önden
gönderilir. 1 Mayıs 1566’da İstanbul’dan hareket eden anaordu, 3 Haziran’da
Filibe’ye, 19 Haziran’da Belgrad’a, 29 Haziran’da ise Belgrad’ın karşısındaki
Zemlin’e ulaşır. Kanunî, Eğri (Eger) yerine Sigetvar (Szigetvár)’a gitmek
konusundaki kesin kararını da burada verir. Bu kararı almasındaki sebepler
arasında Sigetvar kalesi komutanı Miklós Zrínyi’nin askerleriyle birlikte
Siklós’ta bir Osmanlı birliğini imha etmesini; Tırhâlâ Sancakbeyi Mehmed Beyi,
oğlunu ve muhafızını Siklós civarında öldürmesini ve Mehmed
Bey’in yanında bulunan 17 bin dukayı
almasını sayabiliriz7 (Türk Ansiklopedisi,
c.29, 1980: 4; A Magyar Nemzet Története,
c.5, 1897: 374).
7Yaptığımız çalışmalarda karşımıza çıkan
bir mektup bu bilginin kuşkulu olduğuna kanaat getirmemize neden olmuştur.
Şöyle ki; 1 nisan 1566 tarihli Arslan Paşa’nın katibi Yahya Yazıcı tarafından
Komárom(Komar) komutanı János Pethő’ye gönderilen mektupta geçen “…imparatorun
ilk kale işgalinin Sigetvar, ikincisinin Komárom(Komar) olacağını
bilmez…”sözünden de anladığımız gibi Kanuni, zaten Sigetvar’a sefer yapacaktır.
Ayrıca Szolnok’taki Potur Hasan (Hazon) Bey’in, Macar kamplarını vurmak ve Eğri
(Eger) kalesini yakmak için Kanuni’den yanına 5 bey istediğini, bu nedenle
Seged, Hatvan, Novegrád (Nógrád), Széchény ve Fülek beylerinin yanına verildiği
bilgisini de vermiştir (Takáts, 1915: 21).
Peçevi (1574- 1650) ise bu olayı şöyle
anlatmaktadır: “…melunlar Sigetvar ile Şikloş arasında Puşta adındaki köye
gelince, Şikloş Kalesi önünde bu kadar asker topluluğu konduğunu reayadan haber
alırlar. Bunun üzerine, amaç İslam padişahından haber almak olduğuna göre, en
doğru haber bunlarda olur, bunlardan alınacak ganimetler de çoktur düşüncesiyle
hemen Şikloş’a doğru yürürler. O gece Allah’ın takdiri ile öyle bir şiddetli
yağmur yağar ki Peçuy beyinin karakola koyduğu askerlerden her biri başını bir
çalıya sokup görevini bir yana iter ve düşmanda kımıldanacak hal yok
sanırlar…Melunlar ise sabaha karşı sözü geçen sancak beyini baskına uğratırlar
ve kendisiyle oğlunu şehit ederler. Askeri bozguna uğratıp mallarını yağma ve
tahrip ederler… İşte bu acı haber padişahın kulağına ulaşınca Eğri üzerine
gidilmekten vazgeçilerek…” (Peçevi, 1992: 291-292).
Nihayet Erdel Kralı II. János’un da orduya
katılmasıyla 5 Ağustos’ta Sigetvar kuşatması başlar. 13 Ağustos’ta Eski
Sigetvar, 19 Ağustos’ta Yeni Sigetvar şehirleri işgal edilir. Fakat Sigetvar
kalesi savunulduğundan bunların bir önemi yoktur (Türk Ansiklopedisi, 1980: 12;
). Macar kaynakları bu olayı şöyle anlatmaktadır: “Kuşatmanın 4. günü (9
ağustos) Miklós Zrínyi yeni Szigetvar’ı terk etmek zorunda kalır. Buradaki
evleri yaktıktan sonra 800-900 adamıyla Eski kaleye çekilir. 19 Ağustos’ta Eski
kaleyi savunamayacaklarını anlayınca kalan 600 adamıyla iç kaleye çekilir. Bu
mücadeleler sırasında kuşatma komutanı Ali Portuk ölür ve yerine Seyfettin paşa
getirilir” (A Magyar Nemzet Története, c.5, 1897: 376).
Kuşatma sırasında Sigetvar kalesi
komutanlığında Miklós Zrínyi bulunmaktadır. Kendisi, kahramanlıklarıyla
Macaristan’da adından söz ettirmiş ve hem Macar tarihine, hem de edebiyat
tarihine adını yazdırmıştır. Miklós Zrínyi, Kuşatmadan önce Sigetvar kalesini
sağlamlaştırmış ve güçlü bir müdafaa ordusu
hazırlamıştır. Osmanlı ordusu yaklaşırken
istihkamların ortasına büyük bir haç koydurmuş; Osmanlı padişahının ihtişamına
mukabele anlamında kale duvarlarına da kırmızı çuha geçirmiştir (İslam
Ansiklopedisi, c.11, 1990: 147-148).
Osmanlılar ve kale savunucuları arasında
şiddetli çarpışmalar yaşanır. Büyük kayıplar verilir. Kale, savunmanın güçlü ve
dirençli olmasından dolayı alınamamaktadır. 2 Eylül’de kaleye üç hücum yapılır.
Bu taarruz şiddetli bir yağmur altında yapıldığından, arazi batak haldedir. 5
Eylül’de dış kale düşer, iç kale ise savunmaya devam etmektedir. Dış kalenin
düşmesi bir yeniçeri bölükbaşısının fedakarlığına bağlanır. Öleceğini bildiği
için abdest alıp vasiyetini yazan bu fedai merdivenle kaleye tırmanmış,
mazgallardan birine kumbara sokmuş, kumbaranın fitilini ateşlediği sırada,
tüfek kurşunlarıyla öldürülmüştür (Türk Ansiklopedisi, c.29, 1980: 12). Buna
göre kumbara ateş almış ve büyük bir gedik açılmıştır. Kale ancak bu gedikten
girmek suretiyle düşürülebilmiştir. Macar kaynakları bu patlamaya bir kadının
dikkatsizliğinin neden olduğunu söylemektedirler (A Magyar Nemzet Története,
c.5, 1897: 377).
Zrínyi’nin amacı, bütün askerleriyle
beraber ölmek ve Osmanlılara mümkün olduğunca çok zayiat verdirmek ve vakit
kaybettirmektir. Zira, Zrínyi hâlâ Kral Miksa’nın yardıma geleceğini
ummaktadır. Dış kale düştükten sonra iç kalenin savunulmasının hiçbir anlamı
yoktur. Sokullu’nun sır katibi Ahmed Feridun Bey Latince, Almanca, Hırvatça ve
Macarca beyannameler yazdırır ve bunları okla iç kaledeki düşman askerinin
içine attırır; bu beyannamelerde, savunmanın ölüm olduğu, kumandanları
Zrínyi’nin kendilerini delice ölüme sürüklediği izah edilmektedir (Türk
Ansiklopedisi, c.29, 1980: 12). 6 Eylül’de iç kale ateşe verilir. Ölümü
bekleyen Zrínyi, hâlâ savunmaya devam etmektedir. Kale savunmasını
Peçevi şu sözlerle anlatmaktadır: “Kale
içindeki lanetliler de bir bölük dinsizlerdi. Bunlar o kadar çaba gösterdiler
ki birbirinin üstüne can vermeye koşarlardı. Kısacası her taraf öyle oldu ki
palankanın kazığı ve çubuğu kimi ateşle yandı, kimi kesildi; ancak engel olarak
dolma duvardaki toprak ve döküntü kalmıştı” (Peçevi, 1992: 294).
Ölümü bekleyen Zrínyi yalnız değildir.
Kanunî de aynı vaziyettedir. Hastalığına rağmen ata binerek kuşatma alanını
teftiş etmek isteyen Kanunî, çadırına döndüğünde yatağa düşer. Hastalığı
şiddetlenir; fakat buna rağmen, yine de devamlı yatmayarak, kuşatma işleriyle
meşgul olmaya çalışır. Kuşatma Kanunî’yi çok yormuştur. Kendisi, veziriazama
gönderdiği tezkeresinde şöyle demektedir: “…zira bu kale benim yüreğimi
yakmıştır; dilerim Hakdan ateşlere yana” (İslam Ansiklopedisi, c.11, 1997:
148).
Türk kaynaklarına göre Kanunî Sultan
Süleyman kale alınmadan bir gece önce ölür. Kanunî’nin ölümü birçok Macar
kaynağında “4 eylüldeki büyük saldırının da Macarlar tarafından geri
püskürtülmesi dolayısıyla Kanuni çok öfkelenir. Bu nedenle beyin kanaması geçirir
ve 6 eylülde de ölür” şeklinde gösterilmektedir (Benda, 1982:396; Szilágyi,
1897: 378; Csánki, 1896: 452). Kanunî’nin ölümü herkesten gizlenir ve gerekli
kişilere Sultan hayattaymış gibi davranmaları emredilir. Bu olay, Sultan Selim
ordunun başına gelinceye kadar saklanabilmiştir. Kale alındıktan bir müddet
sonra Sultan Süleyman’ın iç organları o civara defnedilir. Buraya, sonradan
Budin Beylerbeyi Sokulu Mustafa Paşa mermerden muhteşem bir türbe yaptırır ve
burası asırlar boyunca Sigetvar’da Sultan Süleyman türbesi olarak ziyaret
edilir (İslam Ansiklopedisi, c.11, 1997: 148). Bu türbe, Şair Miklós Zrínyi’nin
1663-64’de düzenlediği kış seferinde yanında bulunan Alman askerleri
tarafından yağma edilip yıkılmak istenmiş,
fakat Şair sert önlemler alarak onları bundan men etmiştir (Klaniczay, 1964:
756).
Sultanın ölümünün sabahında iç kale
fethedilir. Zrínyi’nin yanında yalnız 600 askeri kalmıştır; bunlar kılıçtan
geçirilir ya da esir alınır (Türk Ansiklopedisi, c.29, 1980: 12). Zrínyi, kimi
Türk kaynaklara göre kaleden çıkma hareketleri sırasında vurulmuş (Meydan
Larousse, c.11, 1990: 55), kimilerine göreyse esir alınmasına rağmen Türk
esirlerine korkunç işkenceler yaptığı gerekçesiyle Sokullu’nun emriyle idam
edilmiştir (Türk Ansiklopedisi, c.29, 1980: 12). Mustafa Paşa’nın Kral Miksa’ya
gönderdiği 1 Kasım 1566 tarihli bir mektup, Zrínyi’nin idam edilmiş, ya da
ölümünden sonra kafasının kesilmiş olduğunu göstermektedir: “…merhum Zrínyi
(Szryny) Bey meselesinin halledilmiş olduğunu zati alinizin bilgilerinize
sunmak isterim. Kendisi bizim iyi bir komşumuzdu. Onun ölümüne hâlâ
üzülmekteyim. Onun başının kazıkta durmamasına çalıştım. Duyduğum saygıdan onun
vücudunu gömdürttüm. Böyle bir kahramanın vücudunu kuşların yemesi yazık
olurdu…”(Takáts, 1915: 22). Mektubun devamında Zrínyi’nin kafasının alınması
için fidyeler verildiği ve sonunda da alındığı yazılıdır. Paşa, kendisine
gönderilen kafayı kırmızı bir kadifeye koyarak Győr karargah komutanı Kont
Salm’a bir notla gönderir. Salm’a gönderdiği notta şöyle demektedir: “En cesur
komutanımızın kafasını gönderiyorum. Vücudunu da bulduran Mustafa Paşa 1
Kasım’da onu gömdürür. Kafasını ise Miklós Zrínyi’nin oğlu György Zrínyi
Győr’den alarak Csaktornya’da gömdürür” (A Magyar Nemzet Története, c.5, 1897:
377).
Peçevi, kale kumandanı Miklós Zrínyi’nin
ölümünü şöyle anlatmaktadır: “...Zerenski Miklós diye tanınmış ve kahramanlığı
ile ün salmış bir kafir olan kalebeyi, ne hale düştüğünü anlayınca, başına
turna telleri taktı, kumaş giysilerini
giydi ve cebine yüz altın koyarak boynunu
kesen gaziye armağan olsun dedi. Kafirlerin yazdıklarına bakılırsa, onun
atalarından kalma bir kılıcı vardı; onu kuşandı ve İslam askeri üzerine atıldı.
Karşı taraftan bir gazi göğsüne bir tüfek vurdu, ondan sonra başına bir ok
isabet etti ve pis canını cehennem zebanisine yolladı” (Peçevi, 1992: 294).
Zrinyi’nin ölümünü Macar kaynakları şöyle
aktarmaktadır: “Zrinyi tören kıyafetlerini giydi, parasını askerlerine
paylaştırdı, kralın bayrağını Miklós Juranics’e verdi, kale kapısını açtırdı ve
düşmanın önüne atıldı. Tüfeğiyle bir Türk komutanını öldürdü, daha sonra da
kılıcıyla Türkler arasına daldı. Türkler, Zrinyi’nin Sultan’ın adına teslim
olmasını istediler; fakat o, kılıcını sağa sola savurarak teslim olmayacağını,
inancı ve kralı için öleceğini haykırıyordu. Bu sırada kendisine bir mermi
isabet etti. Ölümcül bir yara alan Zrinyi yere kapaklandı. Türkler hemen üstüne
atıldılar ve kafasını keserek kazığa geçirdiler” (A Magyar Nemzet Története,
c.5, 1897: 377).
Miklós Zrínyi, Kanunî Sultan Süleyman gibi
bir hükümdara karşı yaptığı bu savunmayla büyük ün kazanır ve asırlarca
unutulmaz. 20. yüzyılın başlarında iki Avusturya-Macaristan kruvazörüne,
“Zrínyi” ve “Szigetvár” adları verilir (Türk Ansiklopedisi, c.29, 1980: 12).
Sigetvar kuşatmasında gösterdiği başarı onu Macarlar açısından unutulmaz kılar.
Bu olay edebiyata da yansımış bir konudur. Hakkında pek çok eser yazılır. Tezin
ilerleyen bölümlerinde bu eserlere geniş ölçüde değinilecektir. Bu olayın
işlendiği en büyük ve en önemli eser, kale komutanının soyundan olan ve
kendisiyle aynı adı taşıyan Miklós Zrínyi’nin yazdığı Szigeti Veszedelem’dir.
Tez konusu olarak seçilen bu eser ilerleyen bölümlerde ayrı bir başlık halinde
ayrıntılarıyla incelenecek ve değerlendirilecektir.
II-B) IV. MIKLÓS ZRÍNYI (1508-1566)
Tez konusu olan Szigeti Veszedelem’de kale
komutanı olarak geçen komutan IV Miklós Zrínyi, III. Miklós Zrínyi’nin oğludur.
1508 yılında doğan IV. Miklós Zrínyi’nin doğum yeri kesin olarak
bilinmemektedir. 1534’de ölen babası gibi, Sigetvar kahramanı IV. Miklós Zrínyi
de daha çok toprak ve mülk edinme çabasını devam ettirir. Bunun için her türlü
yola başvuran IV. Miklós Zrínyi, bu toprakları zor kullanıp şiddet uygulayarak
ve cinayetler işleyerek kazanır (Perjés, 1965: 11; Klaniczay, 1964: 11-13;
Hóman-Szekfű, 1935: 192). Sonunda elde ettiği bu topraklarla Zrínyileri ülkenin
en zengin soylu ailesi yapar.
Ancak Katzianer’i8 öldürmesi daha fazla güç
ve prestij kazanmasını sağlar.
Katzianer, Ferdinand’ın komutanıdır.
1537’deki savaşta başarısız olduğundan Viyana’nın gözünden düşer ve
Hırvatistan’a taşınır. Burada Kral Lajos lehine çalışmalar yaparak Habsburg
aleyhtarı propagandalar yürütür. IV. Miklós Zrínyi ve ağabeyi János Zrínyi,
Katzianer’le yakın ilişki kurar ve Kosztanicza (Kostajnica) kalesini kendisine
verir. Buraya yerleşen Katzianer ordugâhını da bu kaleye kurar. Ama yaptığı bu
hareket aynı zamanda onun sonu olur. IV. Miklós Zrínyi tarafından 1539 yılında
öldürülür. Bir kaynağa göre IV.Miklós Zrínyi, Katzianer’i bir öğlen yemeği sırasında
gizlice bıçaklayarak öldürmüştür (Klaniczay, 1964: 12). 16. yüzyıl tarih
yazıcılarının bu olayı değişik şekillerde açıkladıkları görülür. Ferenc
Forgách’a göre, IV. Miklós Zrínyi’den hiçbir kötülük beklemeyen Katzianer’in
ölümünün tek
8 János
Katzianer, I. Ferdinand’ın komutanıdır. Doğum tarihi bilinmeyen Katzianer 1539
yılında öldürülür. 1527 yılında Nagyszombat’ı, Nyitra’yı, Galgócz’u ve birçok
kale ve şehri ele geçirmiştir. 1529’da Viyana’yı Osmanlılara karşı savunurken
büyük yararlılıklar göstermiştir. Bu başarılarının mükafatı olarak ise tüm
Macar ordularının başkumandanlığına getirilir. Macarlara yaptığı şantajlar ve
kötü davranışları nedeniyle Macarların nefretini kazanır. 1537 yılında Szendrő
Paşası, Katzianer’in 24 bin kişilik ordusunu bozguna uğratır. Bu çarpışmadaki
korkaklığı ve ihaneti yüzünden yargılanır. Viyana’ya götürülen Katzianer burada
zindana atılır. Arkadaşlarının yardımıyla zindandan kaçar ve Zrinyilere
sığınır. Fakat IV. Miklós Zrínyi, Ferdinand’ın isteği üzerine Katzianer’i öldürür
ve başını Viyana’ya gönderir (Révai Nagy Lexikona, c.11, 1914: 362).
sebebi hazinesidir (Illés-Illyés, 1997:
860). Zira, Katzianer hazinesini önceden Kosztanicza’ya göndermiştir. IV.Miklós
Zrínyi, onu öldürerek yalnız hazinesine değil, bizzat Kral Ferdinand’dan aldığı
kalelere de sahip olur. Kral Ferdinand kendisi için büyük bir tehlike olan
Katzianer’i öldüren IV. Miklós Zrínyi’ye şükranlarını sunmak için Katzianer’in
kalelerini ona verir. IV. Miklós Zrínyi, böylelikle Kral Ferdinand’ın hem
sevgisini hem de maddi desteğini kazanır. Artık Ferdinand’ın sadık adamı
olduğundan, elinde bulunan toprakları kaybetme ihtimali de kalmaz ve bu arada
Auránia Manastırı’na bağlı kamulaştırılmış toprakların mülkiyet hakkını da elde
eder.
Aile, IV. Miklós Zrínyi ve ağabeyinin elde
ettikleri topraklarla Hırvatistan’da Frangepanlardan sonra ikinci sıraya
yerleşir. Kardeşler, yine de büyük bir hırsla daha fazla toprak elde etmek için
çabalamaktadır. Ancak bu mal ve toprak edinme hırsı yalnız onlarda değil
dönemin tüm soylularında görülmektedir. Nitekim yine böyle bir hırsla I. János
Zrínyi 1539 ve 1541 yılları arasında Zagreb Başpiskoposluğu’nun topraklarına
saldırır; fakat çıktığı son savaşta hayatını kaybeder. Onun intikamını almak
için Zagreb’e saldıran IV. Miklós Zrínyi, din adamlarının evlerini dahi
yağmalamıştır (Hóman-Szekfű, 1935, c. 3: 192).
Ağabeyinin ölümünden sonra toprakların tek
sahibi olan IV. Miklós Zrínyi, arazisini daha da genişletmek için Katalin
Frangepan ile evlenir. Bu evlilikle Frangepan topraklarının büyük bölümü Zrínyi
topraklarına katılır. Ardından, Hırvat Banı Péter Keglevics’in Saray’la olan
sürtüşmesini fırsat bilerek onun Muraköz’deki topraklarını ele geçirir
(Klaniczay, 1964: 12; Hóman-Szekfű, 1935, c. 3: 192-193).
IV. Miklós Zrínyi’nin sahibi olduğu
topraklarda serflerin ve orta sınıfın durumu hiç de iyi değildir. Herkes bu
durumdan şikayetçidir. Sigetvar komutanlığı
sırasında halkın şikayetleri ve IV. Miklós
Zrínyi tarafından hazine mallarının yağmalanması yüzünden 1565’de Viyana Sarayı
onun hakkında soruşturma başlatır. Siget halkı ve çevre köylerin şikayet mektuplarında
IV.Miklós Zrínyi’nin gümrük harçlarını on kat arttırdığından ve Sigetlilere
karşı güç kullanıldığından yakınılır. Siget halkının Osmanlılardan bile bu
kadarını görmediği de yazılır (Klaniczay, 1964: 13).
IV. Miklós Zrínyi, gençliğinden itibaren Osmanlılarla
karşı savaşmış, hatta 1529’daki Viyana kuşatmasına da katılmıştır. Bu
kuşatmadaki yararlılıklarından dolayı da V. Károly tarafından bir at ve altın
para ile ödüllendirilmiştir (Benda, 1993: 11). Osmanlılarla olan bu mücadelesi,
ölümüne kadar devam edecektir.
Askerî açıdan diğer Macar beylerinden çok
üstün olan Sigetvar Komutanı, hiçbir zaman Osmanlılarla uzlaşma yoluna gitmez.
Babasının ölümünün ardından ağabeyiyle beraber mülklerinin yönetimini ele alan
Miklós Zrínyi, Osmanlılara vergi vermeyi reddeder. Osmanlı topraklarına çeşitli
akınlar yapar (Benda, 1993: 11).
1540 yılında Osmanlılarla yaptığı ilk ciddi
çatışmayı kazanır. Zrin kalesini kuşatan Osmanlılara karşı direnmiş ve sonra
karşı atağa geçerek onları yenmiştir. İki yıl sonra Pest kuşatmasında
gösterdiği yararlılıklarla ünü daha da artar. Bir süre sonra, kral kendisini
Hırvat banı yapar ve 1542’de ve onu Macaristan’ın güneybatı bölümünün savunması
için görevlendirir (Perjés, 1965: 12; Klaniczay, 1964: 13).
Habsburglar, yüzyılın sonlarına doğru Macar
aleyhtarı saldırgan bir tavır takınırlar. Kral Ferdinand’la iyi ilişkileri olan
IV. Miklós Zrínyi, buna bir anlam veremez. Sarayla arasında sürtüşmeler ortaya
çıkar; fakat o savunduğu konularda Kralın tenkitlerine rağmen geri adım atmaz.
1556 yılından sonra Viyana, her ne pahasına olursa olsun, Osmanlılarla anlaşma
yapılması taraftarıdır. Macar beylerinin
büyük çoğunluğu ise Osmanlıların
Macaristan’dan çıkarılmasını istemektedir. Macar beyleri, kralın Viyana
merkezli yönetimi amaçlayan teklifinde kendi imtiyazlarının tehlikeye düştüğünü
anlarlar. Kralın bu teklifine en uygun cevabı IV. Miklós Zrínyi 17 Şubat
1559’daki meclis toplantısında yazdığı bir mektupla verir. Mektupta şöyle
demektedir: “Ben bugüne kadar çok meclis toplantısı gördüm, ama anlıyorum ki şu
ana kadar gördüklerimin bir anlamı yokmuş. Siz saygıdeğer kral bize ne olursa
olsun hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz öneriler sunuyorsunuz. Bize böyle
öneriler sunmaya devam ederseniz, hiçbir karar almadan meclisi dağıtırız. Siz
saygıdeğer kralımızın bizden istediği şeylerin kabulünün, özgürlüğümüzün ve
ayrıcalıklarımızın sona ermesi anlamına geldiğine inanıyoruz” (Klaniczay, 1964:
14).
IV. Miklós Zrínyi, konumu ve yükümlülükleri
bakımından Viyana Sarayı’yla birçok kez ters düşer. Bu dönemde Viyana Sarayı,
Macar askerlerinin maaşlarını ödememe kararı alır. Bu kararın ardından IV.
Miklós Zrínyi 1557 yılında Hırvat banlığından istifa eder. Sonra Sigetvar kale
komutanlığı ve Tunaötesi (Transdanubya) başkomutanlığından da aynı sebepler
yüzünden istifa etmek ister. 1563’te Genel Vali Tamás Nádasdy’nin ölümünün
ardından bu mevkiinin bir türlü doldurulamaması Viyana’nın düşmanlığını kat be
kat arttırır. Forgách’a göre IV. Miklós Zrínyi bu makama kendisinin
getirilmesini istemektedir (Klaniczay, 1964: 14-15).
IV. Miklós Zrínyi ve Viyana arasında bu
çekişmeler yaşanırken Kanunî Sultan Süleyman da ordusunu toplayarak yola
çıkmıştır. Kanunî’nin Sigetvar kalesine yönelerek kaleyi kuşatma altına aldığı
sırada Kral Miksa da Komárom (Komar)’da kendi komutası altında bir ordu
toplamaktadır. Macar ordusunun büyük bölümü de bu güç içindedir. Macar beyleri,
harekete geçilmesi konusunda krala ısrar
ederler; fakat Miksa harekete geçmediği
gibi, devriye gezilmesini de yasaklar. Kral ikna edilebildiğinde ise kale
çoktan düşmüştür. Kral, Osmanlıların geri çekildiğinden emin olana kadar bekler
ve çekildiklerine dair kesin bir haber geldiğinde harekete geçer (Klaniczay,
1964: 15; Perjés, 1965: 12; Benda, 1993: 75). IV. Miklós Zrínyi kuşatma
sırasında askerleriyle birlikte ölmüştür. Kendisi artık Macar tarihinde
“Sigetvar Kahramanı” olarak anılacaktır.
II-C) VII. MIKLÓS ZRÍNYI’NİN HAYATI
(1620-1664)
IV. Miklós
Zrínyi’nin oğlu IV. György Zrínyi’nin torunu olan VII. Miklós Zrínyi, 1 Mayıs
1620’de dünyaya gelmiştir. Kaynaklara göre VII. Miklós Zrínyi’nin nerede
doğduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Bu konuda değişik görüşler mevcuttur.
Kaynaklar şairin doğduğu yeri Ozaly ya da Csaktornya şeklinde gösterirler.
Károly Széchy, bu yerin Ozaly olduğunu bildirmekte ve kanıt olarak Zrínyi
ailesinin toprak paylaşım geleneğini göstermektedir. Széchy’e göre, Miklós
Zrínyi’nin Ozaly’da doğduğu ihtimali oldukça yüksektir. Zira, o dönemde
V.György Zrínyi’nin ağabeyi VI. Miklós Zrínyi, ailenin Macaristan’daki yönetim
merkezi olan Csaktornya’da yaşıyordu. Ağabeyi Csaktornya’da, şairin babası V.
György Zrínyi ise ailenin toprak paylaşım geleneği gereği Ozaly’da bulunuyordu.
Bu paylaşım geleneğine göre büyük kardeş Muraköz bölgesindeki Csaktornya’nın,
küçük kardeş ise ailenin Adriyatik denizi kıyısındaki merkezi olan Ozaly’ın
yönetimini üstlenirdi. Fakat, V.György Zrínyi ve VI. Miklós Zrínyi’nin 1616’da
topraklarını ne şekilde paylaştıklarına dair yazılı bir kaynak bulunmamaktadır.
Bu paylaşımın bir benzeri ilerleyen yıllarda şair Miklós Zrínyi ve kardeşi
Péter Zrínyi arasında da yapılmıştır (Négyesy, 1914: 6; Klaniczay, 1964: 39;
Perjés, 1965: 33).
Sándor Takáts’ın araştırmaları, şairin
doğum yeri konusundaki tartışmalara yeni bir boyut getirmiştir. Bu
araştırmalar, şairin babası V. György Zrínyi’nin yazdığı tüm mektupların
Csaktornya’dan gönderildiğini göstermektedir. Ozaly çıkışlı tek bir mektup dahi
yoktur (Takáts, 1917: 101). Bu bulgular ışığında iki kardeşin topraklarını
paylaştıktan sonra da Csaktornya’da bir arada oturdukları ihtimalinin ortaya
çıktığı söylenebilir. Bu yönden bakıldığında, şairin Csaktornya’da doğmuş olma
ihtimali yüksektir.
Şairin amcası VI. Miklós Zrínyi’nin Mayıs
1625’te ölmesiyle mülklerin ve toprakların tümü baba V. György Zrínyi’ye geçer.
Bu tarihten itibaren aile topraklarının yönetimini Csaktornya’dan yürütür.
Şairin çocukluk yılları da burada geçer.
Macar tarihinde Zrínyilerin yüzyıllardır
elde ettiği başarılar, şaire daha doğumundan itibaren ün ve asalet getirmiştir.
Ülkesinde taşıdığı soyadın büyük önemi ve saygınlığı bulunmaktadır. Şairin
büyük büyükbabası IV. Miklós Zrínyi, Sigetvar kalesini Osmanlılara karşı
savunurken ölmüş; büyükbabası IV. György Zrínyi ise ülkenin başkomutanlığını
alarak ailenin ününü arttırmıştır. Şairin babası Hırvat Banı V.György Zrínyi
ise, 30 Yıl Savaşında yardıma gittiği Kral II. Ferdinand (1619-1637)’ın sadık
adamları arasındadır. Ayrıca kendisi Başpiskopos Péter Pázmány ile de sıkı
dostluk ilişkileri içindedir ( Klaniczay, 1914: 17; Révai Nagy Lexikona, c.19:
709; Magyar Irodalmi Lexikon, c.3, 1965: 597; Négyesy, 1914: 6).
Şairin yaşadığı Csaktornya kalesi Macar
soylularının uğrak yeridir. Soylular burada ülkenin kötü durumunu ve
Osmanlılarla yapılan mücadeleleri konuşarak birbirleriyle fikir alışverişi
yaparlar. Kalenin duvarlarında kazanılmış savaşları anlatan figürler çizilidir.
Zrínyi burada babasının gördüğü itibarın ve saygının farkına varır. Yine bu
dönemde ailesinin kahramanlık şarkılarını dinler ve bu konudaki kitapları okur.
Bunlar, kişiliğinin şekillenmesinde büyük rol oynar (Négyesy, 1914: 7).
Miklós ve Péter Zrínyi henüz çok küçükken
anneleri Magdolna Széchy’yi kaybederler. Babaları ise annelerinin ölümünden
yalnızca birkaç yıl sonra 1626’da İmparatorluk için çıktığı Gábor Bethlen’e
karşı yapılan savaşta Wallenstein’in ordusundayken hastalanır ve aynı yılın
sonunda genç yaşta ölür. Zagreb piskposu,
1652 yılında yayınlanan Memoria Regum et
Banorum adlı çalışmasında Habsburgların Macar politikasını eleştirmiş Zrínyi
ailesini de övmüştür. Ayrıca V. György Zrínyinin ölümüne dair bir iddia da
ortaya atmıştır. Bu iddiaya göre V. György Zrínyi hastalığı sebebiyle değil,
Wallenstein’in kendisini zehirlemesi sonucu ölmüştür (Klaniczay, 1914: 366).
II.C.1)Şairin Çocukluk ve Gençlik
Yıllarındaki Kültürel Değişim
1620 yılında doğan Miklós Zrínyi, 1645-1646
kışında hayatının en büyük edebî eseri olan Szigeti Veszedelem’i yazar. Ancak
bu zamana kadar geçen yıllar onun bir erkek, bir asker ve bir şair olarak
olgunlaştığı yıllardır. Bu dönem, Macar barok sanatının başlangıcıyla aynı
döneme rastlar. Rönesans’ın yerini alan barok kültürü, Zrínyi’nin gençlik
yıllarında onu oldukça etkiler (Klaniczay, 1964: 19; Négyesy, 1914: 8- 9).
Cizvitlerin antireformasyonu
gerçekleştirmeleri ve Macar aristokrat sınıfındaki değişim, Macaristan’da barok
kültürünün oluşmasında büyük rol oynar.
17. yüzyılın
başlarında Habsburg yönetiminin yardımıyla genişleyen antireformasyon ve Cizvit
tarikatları Protestan Macar aristokrasisini karşısına alır. Zrínyi’nin doğduğu
yıllarda ise babası Katolik olmuştur. Bu yıllarda Habsburglar, antireformistler
ve büyük toprak sahibi Macar aristokratları aralarındaki çekişmeleri sona
erdirmiş görünürler. Onlar arasındaki yakınlaşma da Macar barok tarzının
oluşumunu sağlar. Şair Zrínyi’nin fikirlerini ve kişiliğini anlamak için
Protestan olan ve Habsburglarla silahlı mücadeleye giren Macar aristokrasisini
ve bunun Viyana Sarayı’yla bağlantılı Cizvit antireformasyonu arasındaki
ilişkiyi anlamak gerekir (Klaniczay, 1964: 21; Négyesy, 1914: 7).
Habsburg Sarayı’nın gücü, 15 Yıl Savaşını
bir türlü sonuçlandıramaması, István Bocskay’ın9 Habsburglara karşı verdiği
bağımsızlık savaşının etkisi ve
9 István
Bocskay, (d. 1557, Kolozsvár; ö. Aralık 1606, Kassa) Erdel prensi. Koyu bir
Protestan olan Bocskay, Habsburgların Protestanlara karşı takındığı sert tavır
karşısında Osmanlılardan yardım istemiş ve Osmanlıların Habsburg kuvvetlerini
Erdel’den çıkarmasına yardım etmiştir. Ödül olarak Macar Meclisi’nde Erdel
prensi seçilmiş ve I. Ahmed (1603-1617), Bocskay’ın prensliğini kabul ettiğini
göstermek için ona süslü bir taç göndermiştir. Viyana Kralı Rudolf’la Viyana
Antlaşması’nı yapmıştır. Bunun sonucunda Erdel ve Macaristan’daki Protestan
Macarların anayasal ve dinsel hakları ve ayrıcalıkları Habsburg yönetimi
tarafından yeniden kabul edilmiştir. Ayrıca Bocskay, Erdel prensi olarak
tanınmış ve Erdel halkının kendi prensini seçme hakkı onaylanmıştır. Kısa bir
süre sonra da Osmanlılarla Viyana Barışı’nın hükümlerini onaylayan Zitvatoruk
(1606) Antlaşması imzalanmıştır. Bocskay, 1606’da beklenmedik bir şekilde
ölmüştür. Ölümünün nedeni olarak katibi Mihály Kátay’ın kendisini zehirlediği
fikri ileri sürülmüştür (Ana Britannica, c.4, 1987: 356; Révai Nagy Lexikona,
c.3, 1911: 429-430).
ülkedeki iç huzursuzluklar ve karışıklıklar
nedeniyle azalmıştı. Antireformasyon, Cizvit akımı ve aristokrat sınıfının
çıkarlarının birleşmesi yalnız Viyana’nın gelişimine neden olmamış; aynı
zamanda aristokrat sınıfın da barok stilini ve kültürünü ortaya çıkarmıştır. Bu
büyük etki, beraberinde büyük değişiklikler de getirmiştir. Bu durum, yönetici
sınıfın hayat görüşünü, bilgisini, zevklerini ve uğraşlarını etkileyerek
onların ekonomik ve sosyal hayatta gelişmesini sağlamıştır (Klaniczay, 1964:
21).
Rönesans ve Reform yıllarında durmaksızın
mal, mülk, rütbe ve güç elde etmeye uğraşan aristokrasi, 17. yüzyıl başlarında
artık ekonomik ve sosyal durumun korunmasına çalışır. Anarşik oluşumlar yerine,
düzen ve istikrar için savaş verilmeye başlanır. Bu eğilim Viyana’yla yapılan
anlaşma ve 1608’de çıkarılan yasalarla daha da güçlenir. Bu tarihten itibaren
aristokrat kesimde büyük değişmeler olur. Bundan önce savaşlar ve
karışıklıklarla topraklarını ve mülklerini arttırmaya çalışan aristokrat
sınıfı, yerini barış ve güven içinde yaşayarak servetini arttıran, zenginlikten
zevk almayı bilen bir aristokrasiye bırakır. Üretim çiftliklerinin artması,
Osmanlılarla
50 yıllık uzun barış döneminin gelmesi ve
çeşitli hakların elde edilmesiyle, aristokratlar kültürel anlamda büyük değişim
ve gelişim gösterir. Geç Rönesans dönemini yaşayan saraylar 17. yüzyıl
başlarında artık en iyi dönemlerini yaşamaya başlarlar. Bu değişimlere artık
cevap veremeyen Rönesans kültürü yerini 1610’lu yıllarda barok kültürüne
bırakır. Bu değişimin en yoğun yaşandığı dönem ise 1620’li ve 1630’lu yıllar
olur. Bahsettiğimiz bu dönemler, Zrínyi’nin gençlik yıllarına rastlamaktadır.
1616’da Başpiskoposluk görevine getirilen Péter Pázmány ve
1625’de genel vali seçilen Miklós
Eszterházy10 bu geçiş dönemindeki Macar barok
kültürünün öncüleridir. Bu iki kişinin
yaptığı çalışmalarla kilise, Cizvit akımının
10 Miklós Eszterházy (1582-1645),
Protestanlığı savunan Gábor Bethlen ve I.György Rákoczi’ye karşı çıkmış;
Macaristan’ın Osmanlı hakimiyetinden kurtulabilmesi için Habsburgların
tarafında yer alınması gerektiğini savunmuştur. II.Ferdinand tarafından
onurlandırılan Miklós Eszterházy 1625’de Soprón’da toplanan Meclis’te Genel
vali seçilmiştir (Ana Britannica, c.8, 1988: 314; Révai Nagy Lexikona, c.6,
1912: 732).
etkisine girer. Habsburg yanlılığı işlenir.
Katolik barok saray kültür ve edebiyatı doğar. Dönemin aristokrat gençleri bu
Katolik saray kültürünün etkisiyle büyürler (Klaniczay, 1964: 22; Ravazdi,
1982: 10).
II.C.2) Şairin
Eğitmenleri
V. György
Zrínyi 1626 başlarında Wallenstein’in Yukarı Macaristan’daki (Bugünkü Slovakya)
ordularına katılmak üzereyken 2 Şubat’ta Pázmány’a topraklarının, mülkünün ve
çocuklarının velayetini kendisine emanet ettiğini bildiren bir mektup gönderir:
“ Benim yetim oğullarımı zati aliniz beyefendiye emanet ediyorum; zati aliniz
bizim koruyucumuz olun ve bize merhamet edin.” (Klaniczay, 1964: 23; Perjés,
1965: 15; Négyesy, 1914: 7). Bu sözlerle V.György Zrínyi’nin Pázmány’a ne kadar
güvendiğini açıkça görebiliriz. Mektupta Pázmány’a yalnızca aile dostu olarak
değil, mahvolmuş ve yıkılmış Macaristan’ın düzelmesi ve iyi bir yere gelmesini
isteyen bir kişi olarak hitap edilmektedir.
V. György Zrínyi 14 Aralık 1626’da
Pázmány’ın Pozsony’daki konağına yazdığı vasiyetnamesinde, Krala ve Kiliseye
sadakatini bildirir. Vasiyetname şöyledir: “Çocuklarımı merhametli Roma,
Macaristan ve Lehistan’ın Kralı yüce Ferdinand Hazretlerinin koruyucu
vesayetine ve himayesine emanet ediyorum. Ve sizden tüm kalbimle, Avusturya
Sarayı’na olan sadakatimi, yurduma olan sevgimi ve dinî niteliklerimi dikkate
alarak iki yetim çocuğumu himaye etmenizi ve onların merhametli velisi olmanızı
rica ediyorum. Onlara Tanrı korkusunu ve Katolik mezhebini öğretiniz. Onları
Tanrı’nın, Kilisenin, zati alinizin ve yurdumuzun hizmetinde çalışacak, yararlı
işler yapacak kişiler olarak yetiştiriniz” (Klaniczay, 1964: 23).
Mektupta çocukların Avusturya Sarayı’na ve
Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı kişiler olarak yetiştirilmesi istendiği görülür.
Baş vasinin Kral, ondan sonraki vasinin de Pázmány olması isteniyordu.
Pázmány’ın çocukların eğitimiyle ilgilenmesi yazılmıştı. Ayrıca Hırvat
başkomutan Zsigmond Trautmansdorf, Zagreb
Başpiskoposu Péter Domitrovics, Hırvat
Banlığı naibi István Patacsics ve Kraliyet İstinat Mahkemesi yargıcı Tamás
Mikulics de vasiler meclisi üyesi olmuşlardı. V. György Zrínyi, çocuklarının
kendisinin izinden gitmesini isteyerek, onların Habsburg Sarayı’na ve Katolik
Kilisesi’ne bağlılıklarını devam ettirmelerini vasiyet etmiş ve velayetlerini
Pázmány’a bırakmıştır (Klaniczay, 1964: 23; Négyesy, 1914: 7).
Pek çok araştırmacı, çocukların eğitimi ve
yetiştirilmesinde en etkili ismin antireformasyonun lideri ve barok kültürünün
en önemli uygulayıcısı olan Péter Pázmány olduğunu söylemektedir. Şairin doğum
yeri konusunda olduğu gibi, bu konuda da bazı çelişkiler karşımıza çıkar.
Klaniczay’a göre Pázmány’ın Zrínyi üstünde etkisi olmuştur; fakat bu etkinin
ölçüsü ne kadardır? Pek çok kaynakta anlatıldığı gibi, Macar Klerikal tarih
yazıcılarından Vilmos Fraknói ve Sándor Sík’e göre de bu etkinin ölçüsü çok
büyüktür. Kaynaklar, ulusal şair Zrínyi’nin eğitmeninin Katolik Kilisesi’nin
Macaristan’daki yenileyicisi Péter Pázmány olduğunu kabul ederler. Bu iki
araştırmacı Pázmány’ın şaire olan etkisini biraz da abartırlar. Fakat onlar
Zrínyi’nin okul yıllarında ne babasının, ne Kral’ın, ne de Pázmány’ın istediği
gibi yetiştirilmediğinden bahsetmemektedirler (Klaniczay: 24).
Kaynakların bir bölümü ise, Zrínyi’ye etki
eden diğer eğitmenler üzerinde durarak, bu kişilerin şaire Pázmány’dan daha
büyük etki yaptığını ileri sürmektedir. Bu kaynaklara göre, Pázmány’ın
Zrínyi’yle ilişkisi yalnızca onun Nagyszombat’daki bir yıllık eğitimi sırasında
olmuştur.
Tákats Sándor şairin hayatını araştıran
herkesin babasının vasiyetini kaynak göstererek, onun büyümesi ve eğitimiyle
ilgili her konuyu Pázmány’a dayandırdıklarına dikkat çeker. Zira bazı olaylar
durumun böyle olmadığını göstermektedir. Baba V. György Zrínyi’nin ölümünden
sonra Kralın başkanlığında
bir vasi konseyi oluşturulur. Kral, Pázmány
yerine Piskopos István Sennyei’i baş vasi olarak görevlendirir. Pázmány’ın ismi
iki kardeş ile ilgili hiçbir resmi yazıda geçmemektedir; hatta Kral 2 Ocak
1627’de Zrínyi mülklerini yöneten Ferenc Batthyány’ı11 baş vasi Sennyei’in
talimatlarına uyması konusunda uyarır. (Klaniczay, 1964: 25; A Magyar Irodalom
Története, c.2, 1964: 160)
Pázmány’ın 1630’lu yıllardaki iki mektubu
günümüze kadar ulaşmıştır. Bu mektuplar Pázmány’ın Zrínyi’nin eğitimiyle ilgili
sorunlarla ilgilendiğini ve onun Zrínyi’nin İtalya’ya yaptığı yolculuklar
konusunda talimatlar verdiğini göstermektedir (Klaniczay, 1964: 25; Négyesy,
1914: 8).
Kaynaklar Zrínyi’nin eğitiminde ve
yetiştirilmesinde Piskopos Sennyei’in büyük payı olduğuna değinmektedir.
Kaynaklarda Pázmány’dan daha sabırlı olduğu anlatılan Sennyei de Klerikallerin
temsilcisidir. Kendisinin Protestanlarla ilişkisi olduğuna da değinilir. İlişki
içinde olduğu kişilerin en önemlilerinden biri de Protestan olan Ferenc
Batthyány’ın karısı Éva Poppel’dir (Klaniczay, 1964: 25).
Batthyányler ve Zrínyiler birçok kez yakın
akrabalık ilişkileri kurarlar. Zrínyi yetimlerinin annelik görevini
Csaktornya’dan fazla uzak olmayan Nagyszombat’daki Éva Poppel üstlenir.
Kaynaklar Éva Poppel’den iyi yetiştirilmiş bir yurtsever olarak da bahseder
(Klaniczay, 1964: 25). Kendisi Bethlen’in bağımsızlık savaşında kocasını
Bethlen’in yanında yer almaya ikna eder. Ancak kocası Viyana Sarayı’nın
etkisiyle Katolik olur; Éva Poppel ise ölene kadar Protestan olarak yaşar.
János Pállfi 1626 ve 1633 yılları arasında
Tunaötesi Protestanlığının lideridir. Aynı zamanda, bu yıllarda Batthyánylerin
Némethújvár’daki sarayının da vaizidir.
11Burada adı geçen Ferenc Batthyány,
herhangi bir aristokrat aileden değildir. Kendisinin Éva Poppel’in kocası
Ferenc Batthyány ile de isim benzerliği dışında hiçbir ilgisi yoktur.
Bu yıllar, Zrínyi kardeşlerin Éva Poppel’in
yanında kaldığı yıllardır. Bethlen yanlısı ve Protestan olan Poppel, Zrínyi
kardeşlere sevgi ve şefkat göstererek onlarla ilgilenir. Kardeşler mektuplarında
Poppel’den “anne” diye söz ederler; hatta Poppel’in kızının kocasına da
“enişte” diye hitap ederler (Klaniczay, 1964: 26; 21.Századi Enciklopédia,
2002: 97).
Gerek Piskopos Sennyei, gerekse Éva Poppel,
Miklós Zrínyi’nin yetiştirilmesinde büyük rol oynar. Öyle ki onların ısrarları
sonucu Kral, henüz 9 yaşındayken Miklós’a baronluk unvanı verir. Bu unvan onun
ileride alacağı büyük rütbelerin ilkidir. Baron unvanını almasıyla Miklós
Zrínyi’nin önünün açılacağını bilen Poppel ve Sennyei, Krala bu nedenle ısrar
etmişlerdir (Klaniczay, 1964: 26).
II.C.3) Şairin
Eğitimi ve Gençlik Yılları
V. György Zrínyi’nin ölümünden sonra
çocukların vasileri Eylül 1627 yılında Sennyei başkanlığında toplanarak,
çocukları Graz’daki Cizvit okuluna göndermeye karar verirler. Graz, Habsburg
İmparatorluğu’ndaki en etkin Cizvit kentidir. Pázmány’ın kendisi de burada ders
vermiştir. Katolik Kilisesi, Graz’daki Cizvit okulunda Habsburg yanlısı
öğretileri ve çağdaş barok kültürünü öğrencilere yoğun bir şekilde aşılıyordu.
Katolik mezhebindeki aristokratlar da çocuklarını eğitilmeleri için Graz’a
gönderiyorlardı (Klaniczay, 1964: 26; Négyesy, 1904: IV).
Vasiler, çocukları kendi fikirlerine göre
eğitilmeleri için Graz’a göndermekle iyi bir karar aldıklarını düşünürken, Éva
Poppel buna şiddetle karşı çıkar; hatta çocukların Graz’a gitmesine bir süre
için engel olur. Zrínyi mülklerinin idaresini üstlenen Ferenc Batthyány,
vasilerin talimatlarına rağmen, çocukları Ozaly kalesine yerleştirir ve
çocuklar burada Latince öğrenmeye başlar. Sennyei, Zrínyi kardeşlerin Ozaly’a
yerleştirilmelerine karşı çıkar. Kral, vasilerden Zagreb Piskoposu’nun ve
Trautmonsdorf’un isteği üzerine, 22 Mart 1628’de iki Cizvit rahibin çocuklara
ders vermek üzere Ozaly’a gitmesi talimatını verir. Fakat o tarihte eğitim yılı
başlamış olduğundan ders verecek Cizvit öğretmenler bulunamaz. Bu nedenle
çocukların Graz’a gönderilmesi planına geri dönülür. Tüm bunlar olurken de o yılki
eğitim yılı biter (Klaniczay, 1964: 27).
Zrínyi kardeşler, Graz’daki eğitimlerine
Kasım 1628’de ikinci sınıftan başlarlar. Burada geçirdikleri üç yıl içinde
klasikleri okudukları gibi; İncil’i, hatta Latin ve Yunan gramerlerini,
tartışma ve hitap biçimlerini de öğrenirler. Okuldaki dinî törenlere de
katılırlar. Ne konuda eğitim aldıkları ve Cizvit rahiplerin tek tip eğitim
verdiği bilindiğinden, aldıkları dersler konusunda bir şüphe bulunmamaktadır.
1632-1633 yılları arasında Graz’a gitmeyip,
evlerinde kalan Zrínyi kardeşlerin eğitimiyle ise o dönem Tamás Mikulics meşgul
olur.
1633’de kardeşler eğitimleri için Viyana’ya
giderler. Viyana’daki renkli ve eğlenceli hayat onlara Graz’daki soğuk ve katı
eğitimden daha cazip gelir. Okuldan çok, oradaki yaşantıdan etkilenirler.
Gençlerin eğitimden soğudukları Kral’ın, Sennyei’in ve Pázmány’ın gözünden
kaçmaz. Viyana’da onlara göz kulak olmakta zorlandıklarından, Kasım 1633
tarihinde onları Nagyszombat’daki Cizvit okuluna gönderirler. Fakat çocukların
ısrarıyla, bir sonraki eğitim yılında onları tekrar Viyana’ya, üniversite
niteliğindeki Nutio Hungarica’ya gönderirler (Szörényi, 1993: 3; (Klaniczay,
1964: 27; Perjés, 1965: 15).
Viyana Üniveristesi’nin Macar öğrencileri
arasında her yıl 27 Ocak’ta yapılan geleneksel Aziz László gününde yapılan
konuşmalarla Aziz László12 yüceltilirdi. O yıl Miklós Zrínyi, üniversite
rektörünün, öğretmenlerinin ve Kral’ı temsilen orada bulunan Viyana
Piskoposu’nun önünde büyük beğeni toplayan etkili bir konuşma yapmıştır
(Perjés, 1965: 15; (Klaniczay, 1964: 28).
Miklós Zrínyi’nin Latince yaptığı bu
konuşma kendisinin ilk edebî eseri kabul edilmektedir. Konuşmasında, Aziz
László’yu büyük bir asker olarak tanıtmaya ve onun bu yönünü övmeye
çalışmıştır. Onun yiğitliğinden, komutanlığından, mütevazılığından ve tebdili
kıyafetle halk arasına karışmasından bahsetmiş; dindar
12 Aziz
László (1077-1095), 27 Haziran 1040 yılında doğdu, 29 Temmuz 1095’de öldü. 27
Haziran 1192’de aziz olarak kabul edildi. Macaristan’da monarşiyi güçlendirdi.
1077’de kral olan Aziz László Macar tarihinin en sevilen kralı olmuştur.
Transilvanya’da kazandığı topraklarla ülkenin sınırlarını genişletmiş; 1091’de
Hırvatistan’ı işgal etmiştir. Piskopos atama yetkisi konusunda çıkan
anlaşmazlıkta Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’yla uzlaşmacı bir politika
gütmüş; fakat Papa’nın yanında yer almıştır. Öte yandan, topraklarında yaşayan
Protestanlara karşı çok acımasız davranan Aziz László, 1091’de Zagreb
Paşpiskoposluğu’nu kurarak Hırvatistan’a Katolikliği getirmiştir. Egemenliği
altındaki topraklarda düzeni sağlayan ayrıntılı bir yasa sistemini yürürlüğe
koymuştur. 1095 yılında I. Haçlı Seferi’ne hazırlandığı sırada ansızın
ölmüştür. ( Ana Britannica, c.14, 1989: 308- 309; Révai Nagy Lexikona, c.12,
1915: 514-515).
yönünü ise üstünkörü geçerek, onun
yurtseverliğini ve askerî disiplinini ön plana çıkarmaya çalışmıştır
(Klaniczay, 1964:28-29; Szörényi, 1993: 3).
Kardeşler, henüz o yılki eğitim yılı
bitmeden Csaktornya’ya geri dönerler. Zrínyi, burada geçirdiği eğitim yılının
başında okula gitmek istemediğini ve eğitimden soğuduğunu eğitmenlerine
bildirir. Bunu öğrenen Pázmány, bu konuda Krala danışır. Kral, Zrínyilerin
Nagyszombat’a gönderilmelerine ve öğrenimlerine burada devam etmelerine karar
verir. Kardeşler, 3 Kasım 1634’de Nagyszombat’ta öğrenimlerine tekrar
başlarlar. Eğitim yılının sonuna kadar da burada kalırlar. Pázmány, eğitim
yılının tamamını yanında geçiren Miklós Zrínyi’yle bizzat kendisi ilgilenir
(Négyesy, 1904: IV).
Miklós Zrínyi, okul yaşamı boyunca eğitimin
sıkıcılığından yakınır ve her fırsatta sözkonusu ortamdan kurtulmaya çalışır.
Pázmány’ın kendisi de, Zrínyi’nin karakterinin filozofluğa ve eğitime uygun
olmadığını söylemiştir. Fakat Zrínyi, Pázmány’ın bu fikrinin aksine, 6 dilde
konuşabilen ve 8 dilde okuyabilen dönemin en iyi yetişmiş, en bilgili şairi ve
yazarları arasında gösterilmektedir. O, ilgi alanındaki tüm kitapları toplar ve
hayatı boyunca da okuyup kendini eğitmeye devam eder. Pázmány, Zrínyi’nin
eğitimi konusunda yanılmıştır. Sorunun Zrínyi’de değil, Nagyszombat’daki,
Graz’daki ve Viyana’daki eğitimde aranması gerekirdi. Zrínyi eğitimden sıkılmış
olsaydı hayatı boyunca kendini eğitmek için bu kadar çaba harcamazdı. Bu
nedenle Zrínyi eğitimden değil, Cizvit okullarının katı sisteminden sıkılmış
olmalıdır (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 160; Klaniczay, 1964: 30;
Perjés, 1965: 14; Hóman-Szekfű, 1935, c. 4: 147).
II.C.4) Şair
Zrínyi’nin İtalya Seyahati
27 Temmuz 1635’de Kral tarafından Zrínyi
kardeşlerin eğitimleri için yurtdışına gönderilmesine karar verilir. Gidilecek
ülke konusunda hiçbir tartışmaya ve seçeneğe mahal verilmez. Zira, Katolik
aristokratların 17. yüzyılın ilk yarısında yurtdışına seyahat ettikleri tek yer
İtalya’dır. Négyesy, Kral’ın kardeşlerin İtalya’ya gönderilmesi kararında
Pázmány’ın etkisi olduğunu söyler. Ona göre kardeşler, Piskopos Senkviczy
refakatinde İtalya’ya gönderilmiştir (Négyesy, 1914: 8). Klaniczay ise
Pázmány’ın etkisine hiç değinmeyerek, kararın kardeşlerin akrabalarının ısrarı
ve Sennyei’in aracılık etmesiyle alındığını söylemektedir (Klaniczay, 1964:
31).
Zrínyi, Pál De Drebiri’nin soyundan
geldiğinden, zaten İtalya seyahatini istemektedir. De Brebiri 1314’de Venedik
patriklik unvanını aldığından, bunda Zrínyilerin de hakkı bulunmaktadır.
Zaten De Brebiri soyundan gelen Márton
Zrínyi, 15. yüzyılın sonunda Venedik’e geri döner ve burada İtalyan Sdrin
ailesini kurar. Venedikli Sdrinler ile Macar Zrínyiler birbirleriyle her zaman
temas halindedirler. Zrínyi’nin amcası ve birçok akrabası da eğitimlerini
Padova’da görmüşlerdir. Bu ilişkinin en büyük delili, Venedik Senyörü’nün13
Zrínyi’nin babasının cenaze törenine davet edilmesi ve onun da Signoria da
Girardini Jeromos’u bu törene göndermesidir. Kardeşler Senyör’ün bu hareketine,
29 Eylül’de gönderdikleri bir teşekkür mektubuyla karşılık verirler. Bu samimi
ilişkiler ticaret alanında da görülmektedir (Klaniczay, 1964: 31).
1636 yılında hazırlıklar tamamlanarak
İtalya’ya hareket edilir. Kral, Roma ve Venedik elçilerine İtalya’ya giden
Zrínyi’ye yardımcı olmaları konusunda bir de
13 Senyör:
Ortaçağ İtalya’sındaki şehir devletlerinde en yüksek rütbeli kişiye verilen
unvandır.
mektup gönderir. Zrínyi’nin 8 aylık İtalya
seyahati hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yalnızca birkaç kaynak belli olaylarla
bu konudan bahsetmektedir.
Zrínyi, ilk olarak Roma’ya oradan da
Napoli’ye gider. Roma’ya dönene kadar Eskiçağ eserlerini ve Roma
İmparatorluğu’nun tarihini öğrenir. Kendisi Papa VIII. Orbán ile de görüşür.
Papa, yazdığı şiir kitabının bir nüshasını Zrínyi’ye armağan eder. Zrínyi,
Roma’dan Floransa’ya ve Pisa’ya gider. İtalya’daki zamanının büyük çoğunluğunu
Venedik’te geçirir ve Venedik barok kültürüyle tanışır. Venedik’teki pırıltılı
yaşam, opera, tiyatro ve müzik kendisini derinden etkiler (Négyesy, 1914: 8- 9;
Klaniczay, 1964:32-33).
Ünlü Monteverdi Operaları’nın kahramanı
Ariade ve Orpheus’un etkisi şiirlerine de yansımıştır. Öyle ki şairin ünlü
Fantásia Poetica’sı âdeta bir opera niteliğindedir. Modern İtalyan Edebiyatı da
şairin ilgisini çeker. Tasso’nun destanının, Marino’nun pastoral şiirlerinin,
Machiavelli’nin politik ve savaş bilimi eserlerinin üzerindeki etkisi büyüktür.
Şair burada Pizsa de Compa’nun freskinde işlenen “ölümün zaferi” ile
karşılaşır. Bu freskin Szigeti Veszedelem’de etkisi görülmektedir. Zrínyi’nin
kütüphanesindeki İtalyan şair ve yazarların eserlerinin fazlalığına
bakıldığında, şairin burada geçirdiği 8 ayı çok iyi değerlendirdiği
söylenebilir. Bu eserlerin şairin üzerinde yaptığı etkiyse görmezlikten
gelinemeyecek kadar büyüktür (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 160;
Négyesy, 1914: 9;
Klaniczay, 1964: 34).
Zrínyi’nin İtalya seyahati, kütüphanesini
oluşturmasında büyük rol oynamıştır. Macar kütüphanecilik tarihinde önemli bir
yeri olan Zrínyi Kütüphanesindeki kitapları, Şair kendi el yazısıyla
gruplandırarak, 11 bölüme
ayırmıştır. Zrínyi’nin kataloğunda 400
basılı eserle 16 el yazmasının adı geçmektedir; ancak bu sayıdan daha fazla
eser olduğu bilinmektedir. Zrínyi kitaplarını iki farklı şekilde
ciltlettirmiştir. Tarih ile ilgili kitaplar ve klasik yazarların eserleri deri
ciltle, siyasî ve askerî kitaplar ise beyaz parşömen ciltle kaplanmıştır
(Perjés, 1965: 210-211).
Hollandalı gezgin Tollius bu kütüphaneden
“Ünlü Kütüphane” diye sözetmektedir. Çünkü o dönemde kütüphanenin büyüklüğü ve
ünü her yere yayılmıştı. Kütüphanedeki kitapların çoğunluğunu edebî, askerî ve
siyasî kitaplar oluşturuyordu. Bu türlerin dışında değişik kategorilerde
kitaplar da bulunuyordu. Bunları kısaca şu şekilde sıralıyabiliriz: Ptolomaeus’un
Geographia’sı; Plinius’un Historia Naturalis’i; Sebastianus Münster’in
Cosmographia Universalis’i; Palladio’nun klasik mimariyle ilgili eseri olan
L’architettura’sı; büyük oryantalist Athanasius Kircher’in çalışmaları;
Dekartçı Regius (Le Roy)’un Philosophia Naturalis’i; Kristof Kolomb ve Ameriko
Vespuçi’nin yolculuğu hakkındaki kitaplar; Marko Polo’nun kitabı; Çin,
Hindistan ve Meksika tarihi hakkındaki kitaplar; Amerikan bitki örtüsü ve
hayvan türlerinin anlatıldığı kitaplar; matematik, astronomi, anatomi, tıp,
zooloji, botanik, hukuk, arkeoloji, numizmatik ile ilgili kitaplar; sözlükler,
Calepinus ve Albert Molnár’ın sözlükleri; retorik el kitapları; dilbilgisi
kitapları; Beyerlinck’in ansiklopedik bir eseri olan Magnum Theatrum Vitaé
Humanae’si, Amsterdam’daki Blaeu Matbaasının dünyaca ünlü atlası; yemek
kitapları; bahçe bakımı, bağcılık, at yetiştiriciliği ile ilgili kitaplar ve
Osmanlı İmparatorluğu ile Türk tarihi hakkındaki kitaplar (Klaniczay, 1964:
607-608).
Zrínyi Kütüphanesi’ndeki kitapların büyük
çoğunluğu Latince ve İtalyanca’dır. Ancak Macarca, Hırvatça, Almanca, Türkçe,
Fransızca ve İspanyolca
eserler de bulunmaktadır. Kütüphanede bu
dillerde kitap bulunması, Zrínyi’nin söz konusu dilleri bildiğini ihtimalini de
güçlendirmektedir. Gezgin Tollius’a göre Zrínyi Macarca, Hırvatça, Almanca,
Latince, İtalyanca ve Türkçe konuşabiliyordu. Ancak ünlü dilci Gyula Németh
Szigeti Veszedelem’de kullanılan Türkçe cümlelerin şeklinden yola çıkarak,
şairin Türkçe’yi çok iyi bilmediğini öne sürmüştür. Zrínyi’nin okuduğu
kitaplarda düştüğü notlar Latince, Macarca ve İtalyanca’dır. Bu da şairin söz
konusu dilleri iyi bildiğini göstermektedir (Klaniczay, 1964: 607; Ravazdi,
1982: 6).
II.C.5) Miklós
Zrínyi’nin Zrínyi Ailesinin Topraklarının ve Mülklerinin Başına Geçmesi
Miklós Zrínyi, İtalya seyahatinden sonra
daha deneyimli ve kültürlü biri olarak Csaktornya’ya döner. Bu sırada II.
Ferdinand ölmüştür. Csaktornya’ya dönmesinden kısa bir süre sonra onu yanına
çağıran Pázmány, Zrínyi’ye mülklerinin ve topraklarının yönetimini verir. Kısa
bir süre sonra da ölür.
1641’de Péter Zrínyi evlenir ve Ozaly’a
taşınır. Topraklar ve mülkler iki kardeş arasında bölünür. Miklós Zrínyi büyük
kardeş olduğundan Csaktornya’da kalır. Csaktornya kalesini sağlamlaştırır ve
süslü bahçelerle donatır. Burada nadide eserlerin toplandığı bir koleksiyon ve
kütüphane düzenleyerek de kaleyi bir kültür merkezi haline getirir.
Küçüklüğünden beri ailesinin kahramanlık hikâyelerini dinleyen Zrínyi, kalede
büyük bir kültür ortamı yaratmasına karşın ülkenin içinde bulunduğu durumdan
dolayı savaş alanlarında olmayı istemektedir (Négyesy, 1914: 9).
Zrínyi toprakları ve mülkleri velayet
altında bulunduğu 10 yıl içerisinde azalmıştır. Toprakların velayetini elinde
bulunduranlar kimi zaman toprakları kendi arazilerine katmışlar; kimi zamanda
da mülklerin ya da toprakların başkalarının eline geçmesine göz yummuşlardır.
Zrínyi serveti bu süre içinde birilerine yaranılmak için çarçur da edilmiş;
Zrínyi’nin bu konuda Kral III. Ferdinand’a yaptığı başvurularsa sürekli kendi
aleyhine sonuçlanmıştır (Klaniczay, 1964: 35).
Bu olayların ardından, topraklarının yanı
sıra büyük bir maddi gelir getiren sığır yetiştiriciliği ve ticareti de
Zrínyilerin elinden alınır. Bu konuda da şikayetlerde bulunan Miklós Zrínyi hiçbir
sonuç elde edemez. 1637 ve 1638 yıllarında toplanan Macar Meclisi’nin Miklós
Zrínyi lehine aldığı karar da Viyana Kamarası’nın Macar yasalarını tanımaması
nedeniyle geçersiz sayılır (Klaniczay, 1964: 38).
Destekçileri ve koruyucuları olan Kral II.
Ferdinand, Sennyei, Pázmány ve son olarak da Éva Poppel’in ölmeleri Zrínyilerin
işini daha da zorlaştırır. Zira artık onları destekleyen güçlü kimse
kalmamıştır. Kardeşler, bu kötü duruma rağmen, yılmadan tüm zorluklara karşı
mücadele etme kararı alırlar. Fakat bu kararı uygularken diğer toprak
sahiplerinin haklarını gözettikleri söylenemez. Zira 1640’da Purgstal beyleri,
1641’de Modrus Piskoposu, 1642’de ide Miklós Frangepan kendilerinden şikayetçi
olur. Saray da her defasında bu şikayetleri haklı görerek Zrínyi kardeşleri
ikaz eder (Klaniczay, 1964: 38-39; Négyesy, 1914:9).
Zrínyiler gelirlerini arttırmak için
topraklarını genişletmek yerine, ellerindeki toprakların ve mülklerin
gelirlerini arttırma yoluna giderler. Bunu gerçekleştirmek için ne gibi
çalışmalar yaptıkları bilinmemekle beraber bunların işe yaradığı görülmektedir.
Zira topraklar birkaç yıl içinde eskisi kadar gelir getirmeye başlamıştır
(Klaniczay, 1964: 39).
Kardeşler mallarını bölüşürler. Ana malları
madenler, üzüm bağları, tuz depoları ve kereste elde etmek için ekilmiş
ormanlar oluşturmaktadır. Gurzdansko’daki gümüş madenleri ise 1578’de
Osmanlıların eline geçmiştir. Değirmenler, balık üretme çiftlikleri, derebeylik
idaresindeki otlak ve yaylalar da gelir getiren toprak ve mülkler arasındadır.
Buccari, Porta re, Czirkvenicza, Szelcze limanlarındaki depolar ve bu
limanlardaki gemiler de ticaret için Zrínyilere büyük gelir sağlamaktadır
(Klaniczay, 1964: 39-40; A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 160; Szörényi,
1993: 3).
Zrínyiler topraklarındaki serflere iyi
davranırlar ve onları gözetirler. Zrínyi bu konuda yakın arkadaşı Ádám
Batthyány’ye çok sert bir mektup bile yazar. 1642’de yazdığı mektupta kendisine
“Ben emrimdekilere kimsenin eziyet etmesine izin
vermem” demektedir. Zrínyi, ayrıca kendi
topraklarında kral adına toplanan yüklü ek vergileri de yasaklar (Klaniczay,
1964: 40).
Miklós Zrínyi, köylülerin her sorunuyla
ilgilenerek bunlara çözüm bulmaya çalışır. Karşılaştığı en büyük sorun ise Osmanlı
akıncılarının yaptığı akınlardır. Geniş topraklarını korumak, Miklós Zrínyi
için büyük bir maddi külfettir. Kral tarafından oluşturulan ve cüzi bir maaşa
bağlanan uç kalelerdeki askerler de Osmanlı akınlarını durduracak güçte
değildir. Bu nedenle, Zrínyiler gibi Osmanlı tehlikesini hisseden büyük toprak
sahipleri de topraklarını savunmak için kendi askerî teşkilatlarını kurarlar.
Bu da kendilerine büyük bir maddi yük getirir. Şair Zrínyi de kendi ordusunu
kurmak için büyük paralar harcar. Bu orduyu geliştirmek için ise yeterli parası
yoktur. 1640’lı yıllarda Zrínyiler, Batthyányler ve diğer büyük toprak
sahipleri güçlerini birleştirerek askerî yerleşim birimleri kurmaya çalışırlar
(Klaniczay, 1964: 40-41). Bunlara Hajdú14
yerleşim birimleri de denmektedir.
Hajdúlar, ya da Zrínyi’nin kendilerine
taktığı isimle “Özgür Delikanlılar”, sayıları her geçen gün artan asker
topluluklarıdır. Hajdúlar topraklarını kaybeden, esaretten kaçan, ya da uç
kalelerdeki maaşlarından memnun olmayan savaşçı askerlerdir. Bunlar yiğit
savaşçı olmalarına kaşın başı boş gezen, yağma yaparak yaşayan ve kendi
halklarının çıkarlarını gözetmeyen bir gruptur. Miklós Zrínyi, ülkenin batı
bölümlerinde hajdúlara toprak tahsis eden ilk kişiler arasındadır. Muraköz’e
yerleştirilen ve disiplin altına alınan bu askerler, Zrínyi’ye çok iyi hizmet
14 16.
ve 17. yüzyılda ekonomik şartlardan ve çaresizlikten dolayı bir araya gelmiş
Macar askerlere verilen genel isimdir. Bu askerlerin büyük bölümü Bocskay
tarafından Hajdú bölgesine yerleştirilmiş ve onun bağımsızlık savaşına
katılmışlardır. Askerî hizmet kapsamında toprak ve imtiyaz hakkı tanınarak
hajdúların yerleştirilmesi konusundaki ilk planları yapan Bocskay, bu
planlarını Tiszaötesi’nde hayata geçirmiştir. Daha sonra da Rákocziler, kendi
topraklarının Hajdú birimlerini kurmuşlardır (Klaniczay, 1964: 41).
ederler ve katıldıkları savaşlarda büyük
yararlılıklar gösterirler (Klaniczay, 1964: 41- 42).
II.C.6) Miklós
Zrínyi’nin Osmanlılarla Mücadelesi ve Viyana’nın Tutumu
Miklós Zrínyi mülklerinin başına geçtiğinde
Osmanlı askerleri artık Zrínyi topraklarının 40 km kadar yakınına gelmiştir. Bu
mesafe, atla 1-2 saat içinde kat edilebilecek bir mesafedir. Csaktornya’ya en
yakın Osmanlı birliği ise kuzeydoğu tarafında bulunan Kanije kalesindedir.
Miklós Zrínyi, 1640 yılında Légrad ve
Muraköz komutanlığına atanır. Bu yıllar Osmanlılarla barış yılları olmasına
karşın, küçük çaplı yağma ve çatışmalar devam etmektedir. Kanije Paşası ve
Muraköz’deki Macar beyleri arasında sık sık çarpışmalar yaşanır. Kanije’deki
Osmanlılar baskınlarıyla Muraköz’ü; Zrínyi ve askerleri de aynı şekilde Kanije
ve çevresini tehdit ederler. Viyana ve İstanbul ise, aralarındaki anlaşmanın
bozulmaması için bu karşılıklı çarpışmaları görmezlikten gelmektedir ( Négyesy,
1914: 10; Magyar Irodalomi Lexikon, c.3, 1965: 597-598).
Osmanlılar, Tunaötesi’nin güney bölümündeki
toprakları ele geçirerek ülkenin batı sınırına yaklaşmaktadır. Kanije ile
Stájer Cumhuriyeti’ni sadece Zrínyi’nin toprakları ve kaleleri ayırdığından ve
Muraköz civarı, Avusturya’ya gitmenin en kestirme yolu olduğundan, yoğun bir
şekilde Osmanlı akınlarına hedef olmaktadır (Klaniczay, 1964: 42).
Zrínyi toprakları ülkenin en stratejik ve
en önemli toprakları konumundadır. Bu nedenle, Zrínyiler ve Kanije kalesindeki
Osmanlılar arasında çarpışmalar hiç durmaz. Miklós Zrínyi’nin babası V. György
Zrínyi’nin ölümü ve çocuklarının henüz çok küçük olması bu iki ezeli rakibin
mücadelesini bir müddet azaltmıştır; fakat Miklós Zrínyi’nin İtalya’dan dönerek
mülklerini devralması çatışmaları yeniden başlatır.
Zrínyilerin Osmanlı topraklarına yaptıkları
devamlı akınların Viyana’yla Osmanlı arasındaki barış zamanına rastlaması
sonucu, Osmanlılar bu saldırılar hakkında Viyana’ya şikayet mektupları
gönderir. Hatta Kanije Paşası, Temmuz 1640’da Genel Vali Eszterházy’ye yazdığı
şikayet mektubunda, Zrínyilerin Kanije’ye gelip koyun sürülerini
çaldıklarından, mahkumları serbest bıraktıklarından ve yağma yaptıklarından;
hatta kendi atını çaldıklarından bahseder. Osmanlılar Ağustos ve Aralık
aylarında Zrínyi’nin akınlarına karşılık verir. Zrínyi 1641’de Osmanlı
topraklarına yaptığı akınları devam ettirir. Ne Osmanlı Zrínyi’nin akınlarını,
ne de Zrínyi Osmanlının akınlarını karşılıksız bırakır (Négyesy, 1914: 10;
Klaniczay, 1964: 42).
Bu mücadele 16. yüzyılda da aynı biçimde
yaşanmıştı. Çarpışmalar, Avusturyalıların tüm Macar uç kalelerindeki
kumandanlıklara Almanları getirmesinin ardından durmuştu. Çünkü Alman
kumandanlar Macar sınır halkının değil, Avusturya’nın çıkarlarını düşünüyor ve
onlardan aldıkları emirleri uyguluyorlardı. O sıralar Avusturya ne pahasına
olursa olsun Osmanlılarla olan barışı bozmak istemiyordu.
Viyana Sarayı’nın Alman kumandanları Macar
uç kalelerine yerleştirmesinden sonra, buradaki Macar askerlerinin büyük bölümü
memnuniyetsizlikleri sebebiyle başıboş dolaşmaya başlarlar. 17. yüzyılın ilk
yarısındaki hiçbir kaynakta Macar askerlerinin Osmanlı’ya karşı bir varlık
gösterdiğine rastlanmamaktadır. Zrínyi kardeşlerin topraklarındaki kalelerde
düzenlemeye giderek askerî sistemi yenilemesi, Osmanlı akıncılarına karşı
direnmesi ve hatta karşı akınlar düzenlemesi Osmanlıların Viyana’ya ve genel
valiye, Macarlarla ilgili şikayetleri arttırır. Kral, Zrínyi kardeşleri Viyana
Sarayı’na
çağırarak, kendilerini Osmanlıların
akınlarına karşı Osmanlı topraklarına yaptıkları akınlar yüzünden sertçe uyarır
ve eylemlerine derhal son vermelerini emreder. Zrínyi kardeşler 1638’de
kral’dan Muraköz’ün savunmasını güçlendirmek için maddi destek isterler. Zrínyi
Ailesi 1612 ve 1614’de de aynı isteklerde bulundukları halde hiçbir sonuç
alamamışlardı. 1638’de de aynı durum tekrarlanır ve Zrínyilerin bu isteği yine
dikkate alınmaz (Klaniczay, 1964: 44).
Viyana Sarayı’nın bu tavrı Zrínyileri daha
da kızdırır. Viyana’nın emirlerini dikkate almayarak, Osmanlılara karşı
yürüttükleri mücadeleye devam ederler. Onların Osmanlı akınlarına karşılık
vermeleri hiçbir yarar sağlamadığı gibi, Kanije kalesindeki Osmanlı güçlerinin
Zrínyi topraklarına sayısız akınlar yapmalarına neden olur. Viyana ise, 1642’de
Szöny barışını uzatmak için müzakerelere başlamıştır. Çünkü bu barış 30 Yıl
Savaşı açısından Viyana’ya çok gereklidir. Zrínyi ise, 14 Nisan 1642’de yazdığı
şikayet mektubunda, Viyana’ya Osmanlı kuvvetlerinin Şubat’ta 3, Mart’ta 2,
barışın yapılmasının ardından Nisan başında bile bir kez savunmasız köylere
saldırarak, insanları öldürdüklerini ve orman işçilerinin mallarını gasp
ettiklerini bildirir. Kral’a şöyle yazmıştır: “Zatı aliniz bu olaylara karşılık
vermeyebilir; fakat bu nedenle biçare halk günden güne kötü duruma düşmekte,
evlerinde kalmaya cesaret edememekte, Muraköz bölgesinde bulunmaktan korkarak
evlerini, mallarını, mülklerini terk ederek dağlara kaçmaktadır. Gayretli ve
çalışkan askerler gece gündüz Mura hattını korumaya çalışıyorlar; lâkin kat
etmeleri gereken mesafe çok büyüktür. Osmanlı akıncıları bizim karşılık
vermemizi zati alinizin yasakladığını çok iyi bilirler ve bundan cesaret alarak
saldırılarını arttırırlar. Biz yaptıklarının öcünü alabiliriz, lâkin siz yüce
kralımız bunu şiddetle yasaklarsınız. Bu saldırılara göz yummak ve
kayıplarımıza ağlamaktan başka bir şey yapamıyoruz.
Zatı aliniz de zamanında yardımda
bulunmazsanız ya bu talihsiz halk mahvolacak, ya da sadece kendi güçleriyle
ayakta durmaya çalışacaktır. Daha ne yapabiliriz? Bu konu hakkında zati
alinizin yüce kararını bekliyorum” (Klaniczay,1964: 45).
Zrínyi, mektubunda, Kral’a ülkenin durumunu
düzeltmek isteyen bir asker edasıyla seslenmektedir. Halkın o anki ve
gelecekteki durumundan duyduğu endişeyi dile getirir. Viyana’dan yardım ister.
Kral’a ya bu yardımı göndermesini, ya da saldırılara kendi güçleriyle karşılık
vereceklerini söyler. Osmanlılarla olan barışı bozmak zorunda olduklarını
bildirir. Bunun Macar halkının yok olmaması için şart olduğunu öne sürer.
Kral, o dönem, Muraköz’deki köylerin
sorunları yerine İsveçlilerin nasıl durdurulacağıyla ilgilenmektedir. Bir süre
sonra Kral İsveçlilere karşı koymak için Zrínyi ve askerlerini göreve çağırır.
Kral için Muraköz’deki halk değil, kraliyet çıkarları daha önemlidir
(Klaniczay, 1964: 46).
II.C.7) Zrínyi’nin
Katıldığı Savaşlar
30 Yıl Savaşının gidişatı, 1640 yılında
Viyana’nın Osmanlılarla olan mücadelesini ikinci plana atmasına neden olur.
İsveçliler, 1642 İlkbaharında Szilézia’da İmparatorluk ordusunu bozguna
uğratarak ordu kumandanını esir alırlar. Habsburg İmparatorluğu yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu nedenle elindeki tüm askerleri İsveçlilere
karşı kullanmaya karar verir. Toplanan kuvvetler içinde Macarlar da
bulunmaktadır (Klaniczay, 1964: 48; A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 161).
18 Haziran 1642’de toplanan Viyana Meclisi,
Genel Vali Miklós Eszterházy’yi Macar kuvvetlerinin toplanması ve harekete
geçmesiyle görevlendirir. Askerlerini toplayan Zrínyi, Eylül ayında kuzeye
doğru hareket eder. Bu savaşta Zrínyi, kitaplardan okuduğu teorik savaş
bilgilerini hayata geçirme fırsatı bulur. Zrínyi’nin uzakta olduğu dönemde ise,
topraklarındaki Osmanlı akınları devam etmektedir. Bu konuda Kral’a yazdığı
mektubunda şöyle demektedir: “Eğer biz bunlara karşılık verme cesareti
gösterebilirsek ortada hiçbir sorun kalmayacaktır; fakat bu takdirde
yaptıklarımızdan dolayı zati alinizin gazabına uğramaktan korkarım” (Klaniczay,
1964: 46).
Zrínyi’nin Avusturya ordularına katılmak
için emir alması ve güçleriyle orduya katılması, kendi topraklarının savunmasız
kalmasına neden olur. Diğer Macar beylerin toprakları için de aynı durum
geçerlidir. Çünkü tüm Macar beyleri güçleriyle kraliyet ordusuna katılmak için
İsveçlilerle savaşmaya, yani Habsburg çıkarlarını korumaya gitmişlerdir. Bunun
karşısında Zrínyi, Habsburgların sadece kendi menfaatlerini düşünerek Macarları
hiçbir zaman önemsemediğini düşünmeye
başlar. Zrínyi ordudan ayrılarak
topraklarına geri döner; fakat Kral derhal orduya katılması için emir gönderir
(Klaniczay, 1964: 49).
Zrínyi, 1643 yazının sonunda istemediği
halde 30 Yıl Savaşına katılır. Kral, binbaşı rütbesiyle onu Macar ve Hırvat
askerlerinin komutanı yapar. Bu savaşta Jablunka geçidini tutar. Sonbaharda da
Morvada ve Szilézia’da İsveçlilerle yaptığı çarpışmalarda büyük yaralılıklar
gösterir. İsveçlilerin yenilip geri çekilmesi üzerine topraklarına geri döner
ve 1644 yılının ilk aylarını burada geçirir (Négyesy, 1914: 10; Ravazdi, 1982:
4; Négyesy, 1914: 10).
Torstenson’un yeniden ilerlemeye
başladığını haber alan Zrínyi tekrar harekete geçer. Zrínyi, Kral’ın istediği
gibi bin askerle değil, üç bin askerle Szokolca’ya ilerler ve söylendiğine göre
mükemmel bir taktikle Kral’ın gözleri önünde bir İsveç ordusunu yener. 1645’de
İsveçlilerle yapılan anlaşmanın ardından Zrínyi Macaristan’a kahraman olarak
döner (Négyesy, 1914: 10).
Zrínyi’nin katıldığı savaşlar arasında en
önemlisi 1644 yılında patlak veren I. György Rákoczi15 bağımsızlık savaşıdır
(Hóman-Szekfű, 1935, c. 4: 156). Çünkü Zrínyi bu sefer, daha önce olduğu gibi
İsveçlilerle veya Osmanlılarla değil, kendi kanından olan Macarlarla savaşmak
zorundadır.
Savaşmak istemediği için hastalığını bahane
eder. Fakat sonunda gitmek zorunda kalır. Temmuz’da Köszeg’e, Ağustos’ta
Nagyszombat’a geçer; yaz sonuna doğru ise Kral tarafından yapılan Szakolca’daki
teftişe katılır. Krallık orduları sonbaharda Tisza’ya kadar ilerler. Atakları
etkili olamayan János Kemény’in tugayı
I. György
Rákoczi, ( 8 Haziran 1593- 11 Ekim 1648). Gábor Bethlen’in ölümünden sonra 1630
yılında Erdel prensliğine seçildi. Macaristan’a dinsel özgürlüklerin
tanınmasını sağlamış ve Prensliği’ni fiilen bağımsız bir devlet konumuna
getirmiştir. 1644’de İsveç’le birlikte Habsburg hanedanı III. Ferdinand’a savaş
açmış ve Linz Barışı’yla (16 Aralık 1645) Macaristan’da yaşayan Protestanların
dinsel özgürlüklerini kazanmasını sağlamıştır. (Ana Britannica, c.18, 1990:
278; Révai Nagy Lexikona, c.16, 1924: 52-53).
da geri çekilir. Zrínyi 1644 sonunda
Nagyszombat’a; Ocak 1645’de ise askerlerinin bir bölümünü orada bırakarak
Csaktornya’ya döner. Yolda Ádám Batthyány’dan Muraköz’ün savunulması için üç
yüz atlı ister. 1645 yılının büyük bölümünü Osmanlı akınlarıyla mücadele ederek
ve karşı akınlar yaparak geçirir. O sırada ayaklanma nedeniyle asker ihtiyacı
olan Viyana, Zrínyi’ye askerleriyle birlikte derhal Köpcény’e gitmesi emrini
verir (Klaniczay, 1964: 50).
Saray, Zrínyi’yi savaş alanlarına çekmekten
vazgeçmemekte, Zrínyi ise her fırsatta isteksiz olarak katıldığı İmparatorluk
akınlarından ayrılarak topraklarına geri dönmeye çabalamaktadır. O dönem
Zrínyi’nin tek amacı, Osmanlı güçlerini Macaristan’dan çıkarmaktır. Bu isteği
Viyana’nın çıkarlarıyla örtüşmemektedir. Bu nedenle Viyana ona sürekli
İmparatorluk menfaati doğrultusunda emirler verir ve fikirlerini önemsemez.
Hatta, planlarını hayata geçirmemesi için elinden geleni yaparak, türlü
zorluklar çıkarır (Klaniczay, 1964: 48-49).
II.C.8) Evlilikleri
Zrínyi, Macar kralı ve Pázmány’dan sonra,
ülkenin en önemli adamı olan Miklós Eszerházy’e büyük saygı duymakta ve sık sık
Eszterházylerin evine gitmektedir. Evin oğulları László ve Pál ile de sıkı
dostlukları vardır. Zrínyi, bu saygı duyduğu ailenin kızı Anna Júlia’ya aşık
olur ve 1642’de Anna Júlia’ya olan ilgisini gösterir. 1642 ya da 1643 yılında
Vali Eszterházy’nin evine kız görmeye gidilir. Çeşitli nedenlerden dolayı
evlenemezler. Anna Júlia, 1644 yılı başlarında Kont Ferenc Nadasdy ile evlenir.
Zrínyi, bu olayın üzüntüsüyle Vadász és Echo adlı idilini yazmıştır (Négyesy,
1914: 11).
Miklós Zrínyi, bu olayların ardından,
1645’de evleneceği Gáspár Droskovich’in kızı Eusébia’ya aşık olur. Bu aşkın
verdiği ilhamla Viola idillerini yazar. Eusébia, önceleri Kont Farkas Erdődy’ye
ilgi duyar. Eusébia’nın kuzeni Borbála Droskovics de Zrínyi’ye aşıktır.
Eusébia’nın kalbini çalmak için çabalayan Zrínyi, sonunda amacına ulaşır ve 4
haziran 1645’de nişanlanırlar. Aynı yıl Kont Farkas Erdődy de Borbála ile
evlenir. Eusébia, nişanlandıktan kısa bir müddet sonra Zrínyi’den soğur. İsveç
savaşından geri dönen şairden ayrılmaya hazırlanır. Zrínyi ümitsizlikten ve
acıdan ne yapacağını bilemez haldedir. Birliğiyle gidip Venedik’te hizmet
etmeyi bile düşünür. Arianna Sírása’nın o sırada yazıldığı tahmin edilmektedir
(Négyesy, 1914: 11; Szörényi, 1993: 3).
1645 sonbaharında barışırlar ve 11 Şubat
1646’da yeniden birleşirler ve evlenirler. Eşiyle arasındaki soğukluğun
geçmesiyle birlikte, mutlu günler geri gelir ve 5 yıl boyunca mutlu bir hayat
sürerler. Bu mutluluk, Nisan 1651’de yerini büyük bir acıya bırakır. Eusébia,
çocuk doğuramadan ölmüştür. Zrínyi bu acı ölüm üzerine Orpheus Keserve adlı
ağıtı yazar (Szörényi, 1993: 3).
1652’de Löbl Mária ile ikinci evliliğini
yapar. Ondan Izsak adında bir oğlu olur. Fakat acılar Zrínyi’nin peşini
bırakmaz ve oğlu henüz çok küçükken ölür. Zrínyi, 1659’da, oğlunun ölümü
üzerine bir ağıt yazar ( Magyar Irodalmi Lexikon, c.3, 1965: 600; Négyesy,
1904: XVII).
II.C.9) Politik
Faliyetleri ve Tecrübeleri
Osmanlı akınlarıyla mücadelesi ve 30 Yıl
Savaşında yaşadığı deneyimler Zrínyi’yi büyük ölçüde etkiler. Ülkenin kötü
gidişatının Osmanlıların ülkeden çıkmasıyla engelleneceği fikri kafasında iyice
yer eder. Bunu sadece ülkenin kendi güçlerinin yapabileceğini düşünür. Fakat bu
güç, I. György Rákoczi’nin bağımsızlık savaşında kullanılır. Macar kralı,
ülkenin kaynaklarını Osmanlıyla mücadele etmek yerine, imparatorluk çıkarlarını
korumak için harcar. Macar beylerinin kendisinden büyük yardımlar umduğu Viyana
ise, sınır boylarındaki savunma hattını oluşturan kalelerdeki ordu sistemini
pasifleştirerek yok etmeye çalışmaktadır. Osmanlı akınlarına hiçbir şekilde
karşılık verilemez. Péter Pázmány Osmanlıların ülkeden çıkarılması konusunda
Habsburg İmparatorluğu’na güvenmektedir. Fakat 30 Yıl Savaşı ve I. György
Rákoczi’nin bağımsızlık savaşı sırasındaki Viyana’nın tutumu, bu beklentinin
bir ütopya olduğu gerçeğini ortaya çıkarır (Klaniczay, 1964: 52; ).
1620’li yıllarda birçok Macar asilzadesi,
Habsburgların Osmanlı politikasına karşı hoşnutsuzluklarını dile getirmeye
başlar. Osmanlıyla savaşmama politikasını korumaksa, Genel Vali Eszterházy’ye
düşer. Osmanlılarla barışın bozulmaması için bulunduğu konum gereği Zrínyileri
defalarca uyarır. Habsburgların sadece kendi çıkarlarını korudukları açık bir
şekilde ortaya çıktığında ise Eszterházy ve Saray arasında da sürtüşmeler
yaşanmaya başlar. Sonunda Eszterházy 1640 yılında bulunduğu genel valilik
görevinden istifa eder (Klaniczay, 1964: 52).
Zrínyi 17. yüzyılın ilk yarısında Macar
Krallığı’nın en büyük iki politikacısını tanıma fırsatı bulur. Bunlar Péter
Pázmány ve Miklós Eszterházy’dir. Her iki büyük şahsiyet de bulundukları
makamları Macar aristokrasisinin yararına kullanan kişilerdir. Önceleri,
Habsburg yanlılığının ve Katolik mezhebinin Macaristan’da
yayılmasının Macarların yararına olacağı
düşünürler. Kısa vadede çok iyi görünen bu durumun ileride doğurduğu zararları
yaşamlarının son yıllarında görürler. Özgür bir krallığın kurulmasındansa,
Habsburglara tâbi olma düşüncesinin Macar ulusuna ne denli zarar verdiğinin
farkına varırlar. Pázmány, Erdel’in bağımsızlığının önemini ve Habsburg
mutlakıyetçiliğinin güçlenmesiyle gelecek tehlikeleri; Eszterházy ise,
Viyana’nın Osmanlılara karşı hiçbir zaman Macarları koruyamayacağını görür. Her
ikisi de savundukları fikirlerin ne derece yanlış olduğunu ölmeden önce anlar.
Antireformasyon da Macarları birleştireceği yerde onları bölmüştür. İşte
Zrínyi’nin politik fikirleri, bu iki şahsiyetin etkisi altında gelişir. Onların
geniş görüşlerinden ve politik fikirlerinden yararlanır; ancak bunları kendince
yorumlar (Klaniczay, 1964: 52- 54; Perjés, 1965: 164- 167).
Habsburg yönetiminin Macarlara karşı 17.
yüzyılın başından beri giderek daha da kötüleşen tutumu, 30 Yıl ve I. György
Rákozci bağımsızlık savaşında da kendisini gösterir. Bu tutum, Zrínyi’nin
Macaristan’ın geleceği konusundaki endişesini arttırır. Birçok Macar soylusu da
Zrínyi’yle benzer görüşlere sahiptir. Fakat bu kişiler, ülkelerinin kötü
gidişatını düzeltmek konusunda Zrínyi kadar çaba harcamazlar. Çünkü o, kendi
çabası ve parasıyla oluşturduğu askerî güçle kimi zaman Viyana’yı da karşısına
alarak, Osmanlı akınlarına karşı koymaya çalışır. Diğer beylerse, hâlâ
Osmanlılara karşı Avusturya’dan yardım beklemektedirler. Yardımın gelmeyeceğini
anlamaları için uzun yıllar geçmesi gerekmektedir. Macar beylerinin Viyana’dan
yardım gelmeyeceğini anlayıp, sızlandıkları sırada Zrínyi karşı saldırı yaparak
Osmanlının Macaristan’dan çıkarılması fikriyle meşguldür. O, savunmada kalmanın
ülkeye hiçbir yarar getirmeyeceğini, bu nedenle saldırıya geçmesi gerektiğini
düşünmektedir. Alman askerlerinin canla başla Macarların
özgürlüğü için savaşmayacağını
düşündüğünden, Macarlardan kurulu bir ordunun gerekliliğini savunur (Benczédi, 1957:
11-12; Négyesy, 1914: 14).
Miklós Zrínyi, Osmanlıların eski gücünü
kaybettiğini görerek, Osmanlının yenilmez olduğu düşüncesini yıkmak ister. Zira
o sırada hiçbir güç, Osmanlıların yenilebileceğini düşünmemektedir. Zrínyi
Osmanlı akınlarına karşı topraklarını koruduğu sırada, Osmanlı savaş
taktiklerini de öğrenir.
Zrínyi yalnız Macaristan’da değil, çevre
ülkelerdeki olaylardan da haberdar olmak istemektedir. İtalya, özellikle de
Venedik’le ilgili olaylar hakkında akrabalarından mektuplar alır. Lehistan ile
Osmanlı arasında olacak savaşı önceden sezerek, bu konuda Bátthány’yi
bilgilendirir. Çevre ülkelerdeki hiçbir önemli olayı kaçırmayarak, bunların
gidişatı hakkında doğru tahminler yürütür.
Zrínyi, Osmanlı ve Macar tarihi hakkında
pek çok kitap okuyarak, Osmanlı askerî sistemini daha yakından tanımaya
çalışır. Thúroczy, Bonfini, Heltai ve Istvánffy’nin eserlerini okur. Bu
eserlerden, Osmanlı-Macar savaşlarının tamamı hakkında bilgi edinir (Klaniczay,
1964: 57- 58).
II.C.10) Osmanlıya
Karşı Hazırlık ve Hırvat Banlığı
26 Ocak 1646’da general rütbesini alan
Miklós Zrínyi Osmanlı akınlarını durdurabilmek, ülkesini ve topraklarını
savunabilmek için yandaş toplamaya başlar. Zrínyi, ocak 1648’de Csaktornya’da
bir araya gelen Ádám Batthyány ve László Eszterházy’yi Osmanlıya karşı nihai savaşı
başlatma konusunda ikna eder (Klaniczay, 1964: 318-319).
Zrínyi, 30 Yıl Savaşının sona ermesiyle
Viyana’nın dikkatini Osmanlılara çekme gayretindedir. Bunu gerçekleştirmek
için, arkadaşı Batthyány’den Viyana’ya Osmanlının o anki kötü durumundan
faydalanılması gerektiğini belirten bir mektup yazmasını ister. Çünkü Viyana,
Osmanlılara karşı Macarlar yardım etmeyişlerinin sebebi olarak 30 Yıl Savaşını
göstermiş ve savaş bittiğinde Osmanlıya karşı konulacağını vaat etmiştir. Ama
Viyana’dan bu konuda hiçbir hareket gelmemektedir (Klaniczay, 1964: 321).
Askerî planlarını gerçekleştirdiği yıllarda
Zrínyi, politik alanda da ön plana çıkmaya çalışır. 20 Ekim 1646’de Zala
bölgesi naipliğine atanır. Nisan 1648’den itibaren ise düzenli olarak bölgenin
işleriyle meşgul olur. 1646-47’deki meclise katılır. 1647’de Hırvat banı olur.
Aslında bu önemli rütbeyi almaya 1639 yılında hak kazanmıştır; çünkü Zrínyi
ailesinde Hırvat banlığı babadan oğula geçmektedir. Ancak o yıllarda Zrínyi’nin
tecrübesiz olduğu gerekçesiyle rütbesinin verilmesi ertelenmiştir. 27 Aralık
1947’de rütbesi verilir, ancak Şubat 1648’de Viyana’da banlık yemini ettikten
sonra 1649’da banlık rütbesi resmileşir (Klaniczay, 1964: 330- 334; Ravazdi,
1982: 4; Négyesy, 1914: 10).
14 Ocak 1649’da Varasd’da toplanan Hırvat
makamları, Zrínyi’yi banlık makamına oturturlar. O yıllarda Hırvatistan’da
tamamıyla anarşik bir düzen
hâkimdir. Zrínyi bu nedenle genel vali ve
danışma meclisini, kendisinin banlık görevine derhal oturtulması konusunda
acele ettirir. O dönem Hırvatistan’da soyluların ve uç kale askerlerinin zulüm
ve zorbalıkları olağan sayılmaktadır. Bunlar âdeta günlük davranışlardandır.
Hırvat soyluları ve onların çeteleri aleni yağmalar yapmakta ve kimseden
çekinmeden cinayetler işlemektedir. Hatta, bu soylu çeteleri ve maaşları
ödenmeyen uç kale askerleri yağma ve çapul hareketlerinde kilise mallarını dahi
yağmalamaktadırlar. 1647 ve 1648’de uğradıkları yağmalar sonucu köylerin ne
vergi verecek malları, ne de hayatlarını sürdürecek yiyecekleri kalır. Bu kargaşa
ortamında Avusturya beyleri de sınır boyundaki ticareti yasaklayarak Hırvat
ticari mallarını yağmalamaya başlarlar (Klaniczay, 1964: 334).
Zrínyi bu kargaşayı önlemek için derhal
harekete geçer. Hırvatistan’ın yetkili kişileriyle toplantılar yapar. Zrínyi,
soyluların cezalandırılması konusunda büyük zorluklarla karşılaşır. Cezaya
çarptırdığı kişileri Kralın affetmesi, durumunu daha da zorlaştırır (Klaniczay,
1964: 334-335).
II.C.11) Habsburgların
Ticarete Sekte Vurması
Ülkenin kötü gidişatının Osmanlıların
ülkeden atılmasıyla duracağını düşünen Zrínyi, aslında karşılaştığı zorlukların
temel çıkış noktasının Habsburg yönetimi olduğunu anlar. 1650’li yıllardan
itibaren Habsburg karşıtı politikaya başlar. Habsburglar aleyhinde çalışmaya
başlamasının en büyük nedenleri arasında, Viyana’nın Zrínyi’nin topraklarının
ve mülklerinin gelirine göz koymasını ve bunu ele geçirmek için entrikalar
çevirmesini sayabiliriz.
Zrínyi ailesinin ve daha sonra Miklós
Zrínyi’nin Osmanlı karşıtı politikalarında toprakların gelirinin çok önemli bir
yeri vardır. Gelirlerin azlığı ya da çokluğu Osmanlılara karşı yürütülen
mücadeleyle paralellik teşkil etmektedir. Zrínyiler, mülklerini ve topraklarını
korumak için Osmanlıyla devamlı mücadele halindedirler. Zrínyilerin malları ve
ekonomik konumları, 1650’li yıllardaki Habsburg karşıtı politikaların da en
önemli sebeplerindendir (Klaniczay, 1964: 338; Perjés, 1965: 175- 177).
Zrínyilerin en önemli gelir kaynağı ticaret
idi. İtalya’ya önemli miktarda tahıl, Adriyatik limanından da sığır ihracatı
yapıyorlardı (Klaniczay, 1964: 340; Perjés, 1965: 34).
Viyana sarayı, 1650’li yıllarda Macar dış
ticaretini zayıflatmak için önceki yıllara oranla daha büyük bir atak yapar ve
şarap ihracatını yasaklar. Çok büyük bir gelir kaynağı olan sığır ticaretini
ele geçirmeye çalışır. Bunlarla, Macaristan’a büyük ticari sermaye akışını
engellemeye çalışmaktadır (Klaniczay, 1964: 341).
Habsburgların Macar ihracatına sekte vurmak
için başlattığı bu hareketin altında büyük bir neden yatmaktadır. Bu, Habsburgların
sığır ihracatını yok etmek için yaptığı ilk iş değildir. Habsburglar, yıllardır
sığır ihracatını yok etmeye
çalışmışlardır. Yanlı gümrük vergisi
politikaları, büyük toprak sahibi Macarları ve dış ticareti zaten yeterince
zayıflatmıştır. Gelirlerin büyük bölümü gümrük vergisi olarak alınıyordu.
Ticaretle uğraşan büyük toprak sahipleri arasında Zrínyiler de bulunmaktaydı.
Viyana, 1640’lı yıllarda toprak sahiplerine bu şekilde yüklenememişti. Bunun en
önemli sebebi, 30 Yıl Savaşı ve Erdel’in güçlü bir şekilde ayakta durmasıydı.
Viyana, 1640’lı yıllarda toprak sahiplerine 1650’lerdeki gibi davransaydı,
Macar beyleri kendilerine saldırabilirdi (Klaniczay, 1964: 341).
30 Yıl savaşında bitkin düşen Almanya,
Macar sığır ticareti için büyük bir pazar oluşturmaktaydı. Aynı yıllarda
Osmanlı-Venedik savaşı nedeniyle İtalya’ya yapılan sığır ihracatı canlılık
kazanmıştı. Çünkü Venediklilerin yıllık sığır ithâlâtının büyük bir kısmını
Balkan Türklerinden yapıyorlardı. Savaş nedeniyle bu ithâlâtın yönü Macaristan’a
kayar. Bu ithâlât, Macar beylerine büyük paralar kazandırır. Viyana ise,
Macaristan’ın batı politikası ve Erdel’in gücü nedeniyle, büyük toprak sahibi
Macar beylerin maddi açıdan güçlenmesine göz yummak zorunda kalıyordu
(Klaniczay, 1964: 341).
Viyana’nın Macar ticaretine sekte
vurmasının diğer nedeni de, 30 Yıl Savaşı için çok para harcamasıdır. Savaş
nedeniyle hazine giderlerini karşılayamamaktadır. Sermaye sağlamanın en etkili
yoluysa sömürgeciliktir. O dönem, Macaristan’daki büyük maddi gelişim Viyana’ya
çok cazip geldiğinden, Macaristan, kademeli olarak sömürge altına alınmaya
başlanır. Öncelikle güçlü sermaye sahipleri ve sığır ticaretiyle zenginleşen
büyük toprak sahipleri hedef alınır. Bu güçlü sermayenin kendisine geçmesini
amaçlayan Avusturya, sınırındaki gümrükler yoluyla İtalya’ya kayan ihracatı yok
etmeyi amaçlar. Bu açıdan bakıldığında, Habsburgların Bocskay’ın 1604’teki
bağımsızlık savaşına kadar uzanan baskıcı politikalara tekrar
başlama sebepleri anlaşılmaktadır. İlk atak
Adriyatik limanını elinde bulunduran Zrínyilere karşı başlatılır (Klaniczay,
1964: 342-343).
Avusturyalılar, 40’lı yılların başında
sığır ticaretini yasaklar ve limanları kiralamak isterler. Viyana Soylular
Kamarası, 1647’de bu yasağa uymayan Zrínyi hakkında şikayette bulunur. 1650’li
yıllarda ise Kamara, Zrínyilerin karadaki ve denizdeki sığır kargolarına
silahlı askerlerle el koymaya çalışır. Kamara’nın bu saldırılarına karşı
Zrínyi, karadaki kargolarını kendi silahlı güçleriyle; denizdekileri de Venedik
savaş gemileriyle koruyarak önlem alır. Bunun üzerine Kral, Zrínyi’yi âsi ilan
etmek ve Csaktornya’ya Alman ordularını göndermekle tehdit eder. Kasım 1650’de
Viyana’ya giden Zrínyi, Kamara’ya bu ticareti yapmaya mecbur olduğunu; çünkü
Légrad’da iki yüz, Muraköz’deyse beş yüz askerin maaşını kendisinin ödediğini
belirtir. Osmanlı akınlarına karşı güney ve uç kalelerle Csaktornya’nın
güçlendirilmesi ve korunması için otuz bin forint harcadığını da ekler. Bunları
belirtmesine rağmen Zrínyi, hiçbir sonuç alamadan geri döner (Klaniczay, 1964:
343-344; Perjés, 1965: 177).
II.C.12) Zrínyi’nin
Genel Valilik Planları
Genel Vali Pál Pálffi, 1653 sonbaharında
hastalanır ve görevini yapamayacak duruma gelir. Ölümcül hastalığı, makamının
boş kalmasına neden olur. Ülkede kralın yurtdışı işleriyle ilgilenen genel
valinin yetkisi, Viyana tarafından küçültülmüş ve Viyana’ya tâbi hale
getirilmiştir. Zrínyi, Viyana’nın bu tutumuna kayıtsız kalmak istemediğinden,
bu makama kendisini seçtirmek için çalışmalara başlar. Miklós Zrínyi, ülkenin
kraldan sonra en önemli kişisi olan genel vali olduğu takdirde, ülke
politikasını etkileyebileceğini ve kötü gidişata dur demek için kralın
alamadığı önlemleri alabileceğini düşünür. Bu makama gelerek kafasındaki “Özgür
Macaristan” hayalini gerçekleştirmek için yararlı adımlar atacağını ummaktadır.
İsteğini, Erdel Beyi II. György Rákoczi’ye16 yazdığı bir mektupta da dile
getirir. Mektubunda, Viyana Sarayı’na sadık Macar devlet adamlarının sadece kendi
çıkarlarını düşündüklerinden, ülkenin bağımsızlığı için hiçbir şey
yapmadıklarını;
hatta buna zarar verdiklerini yazmaktadır.
Genel valilik makamına kendisini de lâyık görmediğini; fakat ülkesine diğer
adaylardan daha iyi hizmet edeceğini, ülkesini onlardan daha çok sevdiğini ve
ülkesi için o kişilerden daha çok çabaladığını yazar.
II. György Rákoczi’ye, kendisini
destekleyip desteklemediğini sorar. Eğer destekliyorsa, bu düşüncesini şimdilik
gizli tutmasını, çünkü bu desteğin diğerleri tarafından bilinmesi halinde,
kendisine zarar verileceğini bildirir. II. György Rákoczi, Zrínyi’ye yazdığı
cevapta onu desteklediğini bildirir. Zrínyi’nin genel
16 II.György
Rákoczi, (30 Ocak 1621 Sárospatak – 7 Haziran 1660 Nagvárad) 1648’de babası
I.György Rákoczi’nin yerine Erdel prensi oldu. Polonya tahtına çıkma umuduyla
1656’da İsveç Kralı X.Karl Gustaf’la birlikte Polonya’ya saldırdı. Erdel’i
egemenliği altında tutan Osmanlı, Kırım Tatarlarına Erdel birliklerini
Polonya’dan çıkarma emri verdi. II.Rákoczi’nin ordusu tamamen yok oldu ve
askerlerinin çoğu esir düştü. Erdel Meclisi, aynı yıl, Osmanlının isteği
üzerine II.Rákoczi’yi tahtan indirdi. II.Rákoczi’nin 1648’de tekrar tahta
çıkması Osmanlının Erdel’i istila etmesine yol açtı. II.Rákoczi Mayıs 1660’da
çarpışma sırasında öldü (Ana Britannica, c.18, 1990: 278; Révai Nagy Lexikona,
c.16, 1924: 53)
valiliğe gelmesinin Macar ulusu için daha
yararlı olacağını yazar (Klanizcay, 1964: 521-524; Perjés, 1965: 14).
Genel Vali Pál Pálffi, 1653 yılının
sonlarında ölür. Yerine yeni adayın seçilmesi için meclis toplanmaz. Zrínyi’nin
gücünü bilen Viyana, Alman Puchaim’in seçilmesi için uygun bir ortam sağlanana
kadar, Başpiskopos Lippay’ı genel vali gösterir. Çünkü Zrínyi’nin genel vali
seçilmesi halinde, kardeşi Péter Zrínyi de otomatik olarak Hırvat banı
olacaktır. İşte o zaman, büyük bir politik güç elde eden Zrínyiler Viyana’nın
karşısına o dönemdekinden daha büyük bir tehlike olarak çıkacaktır (Klaniczay,
1964: 524-525; Négyesy, 1904: XV- XVI).
Meclis, 1655’de genel vali seçimi için
toplanır. Hırvat beyleri Zrínyi’ye tam destek vermektedir. Ayrıca Erdel Beyliği
ve buradaki soylularla Rákoczi yanlısı Macar aristokratlar da Zrínyi’nin
yanındadır. Fakat Zrínyi, tüm bu desteklere rağmen aday gösterileceğinden emin
değildir (Klaniczay, 1964: 527).
Başpiskopos Lippay ve ruhban sınıfının
çabaları sonucunda, Viyana’ya çok sadık bir kişi olan Wesselényi17 genel vali
seçilir. Lippay’ın oyunlarıyla, arkasında büyük destek olmasına rağmen ikinci
plana atılan Zrínyi, bu duruma çok kızar. Ardından Rákoczi’yi Macar kralı
olarak görmek istediğini açıkça dile getirir (Klaniczay, 1964: 528-529;
Hóman-Szekfű, 1935, c. 4: 163).
Mecliste, Cizvit tarikatının yasal olarak
kabul edilme önerisi gündeme getirilir; fakat bu öneri reddedilir. Bunda Zrínyi’nin
parmağı olup olmadığı bilinmemektedir. Zira bu tarikat, dinî olaylarda
Viyana’nın çıkarlarını korumak için
17 Ferenc
Wesselényi, (d.1605 – ö.23 Mart 1667) Kral II. Ferdinand’ın danışmanının
oğludur. Nagyszombat’taki Cizvit okulunda eğitim görmüş, daha sonra II.
Ferdinand tarafından kont ilan edilmiş ve Fülek kalesi komutanlığına
getirlmiştir. 1647’de Macaristan’ın başkumandanı olmuş ve bu rütbesiyle önce
İsveçlilere, daha sonra da I. György Rákoczi’ye karşı savaşmıştır. 15 Mart
1655’deki Meclis toplantısında genel vali seçilen ve Viyana’ya sadık olan
Wesselényi, Habsburgların Vasvar Antlaşması’nı imzalamasının ardından, Habsburg
aleyhtarı bir komploda yönetici olarak yer almış, fakat komplo tamamlanamadan
ölmüştür (Révai Nagy Lexikona, c.19, 1926: 539).
kullanılmaktadır. Bu konuda İsveç Kançıları
şöyle bir beyanat verirler: “Avusturya yönetimindeki eyaletlerde
Hıristiyanlığın yararına çalışan rahip yoktur. Avusturya, kendi rahipleri
sayesinde ele geçirdikleri halkları çıkarkarı doğrultusunda kullanmaktadır”
(Klaniczay, 1964: 530). Zrínyi belki de bu gerçeği görerek Cizvit hareketinin
en ateşli muhaliflerinden olur.
O yıl meclisteki en ateşli tartışma,
Habsburgların Macar tacının yasal vârisi olma teklifiyle yaşanır. Bu teklifi
ilk sunanlardan biri de Péter Pázmány’dır. Pázmány, 1617’de Macarların kendi
güçleriyle Osmanlıları ülkeden atamayacaklarını, hatta ellerinde kalan
toprakları dahi savunamayacaklarını söyleyerek, Habsburg Kralının başa
geçmesinin ülkenin yararına olacağını bildirir. Fakat Habsburglar, 1617’den
beri Macaristan için Osmanlılara karşı bir yararlılık gösteremediği gibi,
Zrínyileri de bu konuda engellerler. Sonunda meclisteki teklif Zrínyi ve
yandaşlarının sert muhalefetiyle reddedilir (Klaniczay, 1964: 530; Sőtér, 1964:
162).
II.C.13) Erdel
ve Zrínyi’nin Habsburg Aleyhtarı Faaliyetleri
Miklós Zrínyi, 1651’de Macaristan’ın
Osmanlı boyunduruğundan kurtulmak için bir şans yakaladığını görür. Osmanlı
Rusya’yla ve İran’la yaptığı savaşlarda yenilgiye uğramakta ve gücü
azalmaktadır. Viyana ise, Zrínyi’nin tüm çabalarına rağmen, harekete
geçmemektedir. Bu da Zrínyi’nin artık Viyana’dan umudu kesmesine neden olur.
Viyana’nın, düşündüklerini hayata geçirmesi konusunda yardımcı değil, en büyük
engel olduğunu anlar. Bu gerçeği gören Zrínyi, Macaristan’ın Osmanlının olduğu
kadar, Viyana’nın boyunduruğundan da kurtulması gerektiğine emin olur. Üstelik
Viyana, artık gücü tükenen ve sadece elindeki Macar topraklarını korumaya
çalışan Osmanlılardan daha büyük bit tehdittir. 30 Yıl Savaşında ekonomik
gücünün büyük bir bölümünü kaybeden Viyana, gücünü ve de saldırılarını
Macaristan üzerine yoğunlaştırır. Zrínyi, banlık rütbesi alındıktan sonra hem
kendisi hem de ülkesi için Habsburgların ne büyük bir tehlike oluşturduğunu
daha da iyi anlar. Viyana, Osmanlıya karşı hareket edeceği yerde, Macaristan
için çok önemli olan Erdel’i güçsüz düşürmeye çalışmaktadır. 1651’de Alman
askerlerinin Yukarı Macaristan’ın en doğusundaki kalelere kadar gelmelerine
rağmen, 1654 yılında Tatar istilasına uğrayan Erdel’e hiçbir şekilde yardıma
gitmezler (Klaniczay, 1964: 362-364).
Habsburg taraftarı Macar beyleri,
Habsburgların Erdel politikasının yanlışlığını anlatmaya çalışan Zrínyi’yi
bastırırlar. Fakat Macar beyleri arasındaki hoşnutsuzluğun artmasını
engelleyemezler. Bu hoşnutsuzluk Hırvatistan’a dahi sıçrar. Zagreb Papazı
György Ráttkoy, 1652’de yayınlanan Memoria Regum et Banorum adlı eserinde
Hırvatistan’daki yetkililerin ve soyluların endişesini dile getirerek, Zrínyi
ailesini övmektedir. Eserde, Zrínyi’nin babası V. György’ü
Wallenstein’in zehirlediği hakkında bir de
iddia da bulunmaktadır (Klaniczay, 1964: 366).
Miklós Zrínyi, Erdel Beyi II. György
Rákoczi’yi gönülden desteklemekte ve kendisine Macar beylerinden yandaş
toplamaktadır. Zrínyi ve kendisini destekleyen Batthyány, Forgách ve Eszterházy
de Viyana’ya, hiçbir zaman Macarlara karşı silah kullanmayacaklarını belirterek
Erdel’in bağımsızlığı taraftarı olduklarını bildirirler (Klaniczay, 1964: 368).
Birbirlerine sık sık elçiler gönderen II.
György Rákoczi ve Zrínyi’nin ilişkileri oldukça iyidir. Hatta, II. György
Rákoczi, Zrínyi’yi Macaristan’daki yandaşları arasında en yakını olarak
gördüğünden, kendisine iyi bir at hediye eder (Klaniczay, 1964: 369).
Zrínyi’nin Habsburg aleyhtarlığı, 1655
yılındaki meclis toplantısından sonra doruk noktaya ulaşır. Habsburların Alman
yanlısı, baskıcı ve yasaklayıcı politikaları, Macar sınır boylarındaki büyük
toprak sahiplerini onlara karşı güç birliği yapmaya iter. Bu gruba,
tüccarlıktan soylu sınıfına yükselen Thököly ailesi de katılır. Thökölylerin de
katılımıyla Yukarı Macaristan’daki Habsburg karşıtı soylu ailelerin sayısı
artar. Bunların başında Zrínyiler, Thökölyler, Bániler, Szepessyler, Szuhaylar
ve Keczerler gelmektedir. İlk Kuruc hareketini başlatan bu aileler, başlangıçtan
Imre
Thököly18 (1657-1705)’nin yenilmesine kadar
olan zamanda hareketin yönetici
tabakasını oluştururlar (Klaniczay, 1964:
538; Perjés, 1965: 277- 278).
18 Imre
Thököly (d. 25 Eylül 1657 Késmark, ö. 13 Eylül 1705 İzmit). Toprak sahibi varlıklı
bir aileden gelmektedir. Babasının Macar soyluları tarafından Kutsal
Roma-Germen İmparatoru I. Leopold’a karşı düzenlenen suikasttaki rolü sebebiyle
idam edilmesinin ardından Erdel’e geçen Imre Thököly, Macar Protestanlarının
Habsburgların baskıcı politikalarına karşı başlattığı direnişe katılır. 1680’de
direnişçilerin lideri olur. 1683’te Osmanlıların yanında II. Viyana kuşatmasına
katılır. Osmanlıların yenilip geri çekilmesinin ardından Thököly, aldığı
kaleleri Habsburglara bırakmak zorunda kalır. 1690’da Osmanlılar tarafından
Erdel prensliğine getirilir. 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra Macaristan’ın
büyük bölümü ve Erdel Osmanlının elinden çıkınca, Thököly de Erdel’den çıkmak
zorunda kalır. Bundan sonra yaşamının geri kalan yıllarını Osmanlı topraklarında
sürgün olarak geçirir. 13 Eylül 1705’te İzmit’te ölür ve Ermeni Mezarlığı’na
gömülür. 1906’da Macaristan Meclisi kararıyla naşı buradan alınarak büyük bir
törenle Késmark’a getirilir ve buraya gömülür. (Ana Britannica, c.20, 1990:
612; Révai Nagy Lexikona, c.18, 1925: 250-251).
1655’deki meclis toplantısından sonra, bu
ailelerin Zrínyilerle daha sıkı ilişkiler içine girdiği görülür. Zrínyi’nin
ölümünün ardından 1672’de patlak verecek olan Kuruc hareketinin başlamasında
Zrínyi’nin de etkisi bulunmaktadır (Klaniczay, 1964: 541; Négyesy, 1904: XV-
XVI).
Zrínyi, genel valilik planlarını hayata
geçiremeyince bir diğer politik amacı olan II. György Rákoczi’nin Macar kralı
olması planını gerçekleştirmeye çalışır. Güçlü bir orduya ve zengin hazineye
sahip olan Rákoczi, Macaristan’daki Habsburg karşıtlarının tek ümididir.
Rákoczi’nin Romen voyvodalarına karşı kazandığı zafer, Macarların, Beyliğe
duydukları ilgiyi daha da arttırır. Zrínyi, 1653’de Rákoczi’den Moldavya
seferinin ayrıntılarını Vittorio Siri’ye göndermesini ister. Bunların, Vittorio
Siri’nin gazetesinde yayımlanmasıyla Rákoczi’nin ününün arttırılması
hedeflenir. Rákoczi’nin kral olmasıyla Zrínyi yönetici tabakada yer
alacağından, büyük reform planlarını gerçekleştirme şansı bulacaktır. Erdel Beyliği’nin
yönetici tabakasından bu yönde teklifler de almaktadır (Klaniczay, 1964: 546).
Rákoczi Macar krallığını elde etmek için
daha somut eylemlere başlar. Bunlardan en büyüğü Lehistan seferidir. Lehistan
krallığının ele geçmesiyle, Habsburglara karşı girişilecek savaşta avantajlı
duruma gelecektir. Lehistan, Habsbugların önemli bir ittifak gücünü ve Avrupa
hareketinin önemli bir noktasını teşkil etmektedir. Rákoczi, Lehler tarafından
sindirilen Ukrayna ve Rus halklarıyla ilişki kuracağı yerde, sadece gücünü
arttırmak isteyen İsveçlilerle temasa geçer ve onlardan yardım alır. Romen
voyvodalarına karşı yaptığı seferde Ukrayna ordusunu yenmesiyle de Doğu Avrupa
halklarının antipatisini kazanır. Lehistan’a saldırmakla bu büyük gücü
karşısına alacağını düşünemeyen Rákoczi’nin tüm planları altüst olur.
Elbette bu durum, tüm Habsburg karşıtlarını
derinden etkiler (Klaniczay, 1964: 549; Perjés, 1965: 258).
Viyana, Lehistan’a yardım için görüşmelere
başlar. Bu sırada Lippay ve Wesselény Erdel’e yapılacak müdahaleyi hızlandırmak
için Viyana’ya baskı yapmaktadır. Macaristan’daki Rákoczi yanlıları ise
Rákoczi’ye yardım etmek için ellerinden geleni yaparlar. Lippay, Zrínyi ile
yakın ilişkiler kurarak onu Viyana tarafına çekmeye çalışır. Zrínyi’ye, Lehlere
yardım için harekete geçecek ordunun komutanlığını teklif eder; fakat Zrínyi
bunu kabul etmez. Neticede Lehlerin yanında yer alan Tatarlar, Erdel ordularını
bozguna uğratır. Rákoczi’nin bu yenilgisi sadece Erdel’in değil, aynı zamanda
Macaristan’ın da yenilgisidir (Veress –Bálint, 2001: 15; Klaniczay, 1964: 598).
Erdel’in gücünü kaybetmesi beraberinde
büyük bir Osmanlı tehlikesini getirir. Venedik ve Erdel’den gelen haberler de
bu tehlikenin gerçekliğini doğrular. Zira Osmanlılar büyük bir savaş hazırlığı
yapmaktadır. Zrínyi herkesi bu konuda uyararak, Csaktornya’yı sağlamlaştırmaya
çalışır (Szerb, 1934: 128; Sőtér, 1964:
162).
Zrínyi’nin Pannónia’nın sağ kolu
Hıristiyanlığın kalkanı olarak tanımladığı Erdel, artık Osmanlıların eline
geçme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Erdel’in Osmanlıların eline geçmesi demek,
bu gücün tüm Macaristan’da daha çok hissedilmesi demektir. Zrínyi’ye göre henüz
Osmanlıların eline geçmeyen Macaristan’ın kuzey ve batı tarafları tehlikeye
girmiş ve ülkenin bağımsızlık ihtimali tamamen yok olmuştur (Klaniczay, 1964:
631; Négyesy, 1914: 17).
Osmanlılar büyük bir ordu toplamaktadır.
Zrínyi’ye göre, Osmanlı Rákoczi’nin izinsiz yaptığı Lehistan seferini bahane
ederek, Erdel’in tamamını
yönetimine katacaktır. Bu nedenle,
Rákoczi’nin Osmanlıyı yatıştırarak Erdel’i kurtarabileceği kanısındadır (
Klaniczay, 1964: 632; Ana Britannica, c.18, 1990: 278).
Osmanlıların büyük bir ordu hazırlaması,
olayları yakından izleyen Habsburglar için de bu ordu büyük bir tehlike haline
gelir. Öyle ki, bu tehlike Saray hizmetçilerini dahi endişelendirmiştir
(Klaniczay, 1964: 633). Aralık 1657’de Saray, Macar ve Alman konseyini Pozsony’da
toplantıya çağırır; fakat bu toplantıdan hiçbir sonuç çıkmaz. 1658’de Erdel’in
saldırıya uğrayarak Osmanlı-Tatar güçlerinin buraya gelmesiyle Kral, Ekim
1658’de konseyi Viyana’ya çağırır. Erdel meselesinin çözümü için Almanlardan ve
Macarlardan oluşan bir komisyon görevlendirilir. Fakat Macarlar açısından Erdel
konusunda hiçbir yararlılık gösteremeyen bu komisyon, bir müddet sonra dağılır
(Klaniczay, 1964: 633-634).
Habsburgların Erdel konusunda kayıtsız
kalmaları Viyana’ya en sadık Macarları bile hayal kırıklığına uğratır.
Wesselényi 16 Ağustos 1658’de Viyana’ya olan kızgınlığını belirterek,
Macaristan’a geri döner. Aynı şekilde Lippay da 11 Şubat 1659’da genel valiye
yazdığı mektubunda Viyana’ya karşı tepkilerin büyüdüğünü ve Macar çıkarlarının Almanlara
emanet edilmesinin büyük bir hata olduğunu bildirir (Klaniczay, 1964: 636).
Erdel’den sonra sıranın Macaristan’a
geldiğini anlayan Zrínyi, Viyana’yla arasındaki buzları eritmeye çalışır ve güç
birliği önerisinde bulunur. Zrínyi hem Osmanlıyla hem de Viyana’yla düşman
olmanın vahim sonuçlar doğuracağının farkındaydı. Viyana da Zrínyi’yi saflarına
çekmeye mecburdu. Çünkü, o sırada Osmanlıları ve savaş taktiklerini Zrínyi
kadar tanıyan bir başka komutan yoktu.
Ayrıca güçlü bir askerî kuvvete sahip olan
Zrínyi, Osmanlıların olası Viyana ilerleyişini durdurmak için etkili bir güçtü
(Benedek, 1978: 599).
Ekim 1658’de Viyana’ya çağırılan Zrínyi,
görüşmeler hakkında arkadaşına yazdığı mektupta şöyle demiştir: “Yeni kralı,
yeni sarayı ve yeni bakanları gördüm. Hepsi yeni, ama tutum, davranış ve
düşüncede hiçbir yenilik yok. Hepsi aynı. İnsanlar farklı, isimler farklı,
elbiseler farklı ama gelenek aynı. Akıllı biri bunu hemen fark edebilir”
(Klaniczay, 1964: 638).
Viyana ile taktik icabı yakınlaşan Zrínyi,
bu tutumunu 1659’daki meclise kadar devam ettirir. Meclis toplantısının
yaklaştığı günlerde János Ruchich’e yazdığı mektubunda şöyle demektedir:
“Meclis toplantısı yaklaşıyor. Gitmeyi istemiyorum, ama yine de ulusum için
belki yararlı bir şeyler yapabilirim diye gideceğim” (Klaniczay, 1964: 638).
Papalık elçisi Carafa, 12 Eylül 1659’da
Pozsony’dan Kardinal müsteşarına yazdığı mektubunda Zrínyi hakkında şikayette
bulunur. Mektupta Zrínyi’nin beklenmedik bir anda meclise katılarak,
Cizvitlerin tanınmasını yasallaştıran önerinin onaylanmasını engellediğini
bildirir (Klaniczay, 1964: 638).
Zrínyi, olayların gidişatından, Osmanlının
Macaristan’a gireceğinin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu anlar. Zira Osmanlılar,
Erdel içlerine kadar ilerlemiş, buna karşı koymaya çalışan György Rákoczi ise 7
Haziran 1660’da öldürülmüştür. Daha sonra Várad Osmanlılar tarafından
kuşatılınca Viyana, General Souches komutanlığında bir Alman ordusunu 1660
ilkbaharında Macaristan’a gönderir. Osmanlılarla savaşmamak konusunda Saraydan
kesin bir emir alan general, ordusu Várad’a çok yakın olmasına rağmen, yardıma
gitmez. Osmanlı İmparatorluğu, Erdel
Beyliği’nin en önemli kalesi olan Várad’ı
topraklarına katar (Klaniczay, 1964: 643- 644; Négyesy, 1914: 12- 13).
Rákoczi’nin ölümü ve Erdel güçlerinin yok
edilmesi, Macaristan’ın bağımsızlığına ve Zrínyi’nin ideallerini
gerçekleştirilmesine vurulmuş büyük bir darbe olur. Bu yenilgi, Osmanlılar ve
Almanlar karşısında ordu gücünün neredeyse yok olmasına neden olur. Zrínyi
yenilgiyi şöyle dile getirir: “Pannonia’nın sağ kolu, Hıristiyanlığın kalkanı,
en sağlam hisarı, ülkenin kılıcı Erdel gitti” (Négyesy, 1914: 17).
II.C.14) Zrínyi-Újvár
Miklós Zrínyi, kendi çabalarıyla, her
fırsatta Osmanlıya zarar vermeye çalışmaktadır. 1661’de Hırvatistan’ın Osmanlılara
ait bölgelerine saldırır. Csaktornya’ya saldıran Osmanlıları geri püskürtür. Bu
sırada, Viyana’nın komutanı Montecucculi Erdel’e gider; fakat Osmanlılarla
çarpışmayı göze alamayarak geri döner. Bunu yaparken de paralı askerlerine hem
gidişte hem de dönüşte her tarafı yaktırır. Zrínyi, Osmanlılarla olabilecek bir
savaşa karşı kendi bölgesini savunmak üzere hazırlıklar yapmaya başlar.
Zrínyi, 14 haziran 1661’de Kanije’nin
karşısındaki bölgede Zrínyi-Újvár’ın inşasına başlar. Kalenin yapıldığı bölge,
o dönemde, Osmanlılara bağlıdır. Osmanlı akıncılarının geçtikleri yol üstünde
bulunan kale, Osmanlı akınlarını durdurabilecek ve Mura hatlarını
güçlendirecektir. Kale, savaş sırasında Kanije’ye, Szeged’e, Berzence’ye,
Sziget’e gitmenin hareket noktası olacaktır. Viyana, kalenin inşasına karşı
çıkar ve derhal durdurulması için Zrínyi’ye emir gönderir. Zrínyi kalenin
stratejik önemini bildirmesi için kalenin mimarı Wassenhof’u Viyana’ya
gönderir. Sultan, kale inşasını durdurmayı başaramayan Kanije Paşası Seid
Ahmed’i öldürtür ve yerine Ali Paşa’yı atar. Kale inşasını Ali Paşa da
durduramaz (Klaniczay, 1964: 704-708; Ravazdi, 1982: 4; Sőtér, 1964: 62- 63).
Bu olaylar olurken Viyana, elçi olarak
Reninger’i İstanbul’a gönderir. Reninger’in görevi, ne pahasına olursa olsun,
savaş çıkmasını engellemektir. Elçi, 19 Temmuz 1661’de Viyana’ya savaşın en
büyük nedeni, Zrínyi’nin inşa ettirdiği kale olduğunu bildirir. Elçi, barış
görüşmelerindeki en büyük engelin bu kale olduğunu gördüğünden, bu tarihten
itibaren kalenin yıkılması için Viyana’yı sıkıştırmaya başlar. Viyana’ya giden
Osmanlı elçileri de, barışın yapılması için kalenin
yıkılmasını şart koşar. Viyana, Kasım
1661’de kale inşasının durdurulması için emir gönderir. Zrínyi bu emre
uymayarak kale inşasına devam eder. Kale 1662’de bütünüyle tamamlanmıştır.
Zrínyi’nin bu hareketi, Viyana’nın nefretini kazanmasına neden olur. Ancak
önceleri Zrínyi’yi dikkate almayan ve daima Viyana’nın yanında yer alan Lippay,
Wesselényi, Nadásdy ve diğer Macar beyleri bu konuda Viyana’ya karşı Zrínyi’yi
desteklerler (Klaniczay, 1964: 712; Benedek, 1978: 599).
Zrínyi-Újvár, sonunda, Zrínyi’nin Kanije’yi
kuşatması nedeniyle yardıma gelen Sadrazam Köprülü tarafından yıktırılır
(Benda, 1982: 486). Kalenin yıkılmasından Viyana ve onun komutanı Montecucculi
sorumlu tutulur. Çünkü Montecucculi yeterli gücü olmasına karşın, yardım
göndermeyerek, kalenin istilasına seyirci kalmıştır. İlerleyen bölümlerde
ayrıntılarıyla göreceğimiz gibi Viyana ve Osmanlı için Zrínyi-Újvár meselesi
kapanmıştır. Bu konu hakkında Schauplatz Serinischer… Heldenthaten adlı
bildiride şöyle yazılmaktadır: “Tüm Hıristiyanlık orduları hiçbir şey yapmadan
Zrínyi-Újvár’ın yıkılmasını seyrettiler. Zrínyi’nin yardım çağrıları ise hiçbir
işe yaramadı. Eğer ordu Zrínyi’yi dinleseydi olayların gidişatı çok daha farklı
olabilirdi” (Klaniczay, 1964: 779).
II.C.15) 1662
Meclisi; Montecucculi ve Sonrasındaki Gelişmeler
Meclis, 1662 yılında çok büyük
gerginliklerle toplanır. İmparatorluk başkomutanı Montecucculi, yönettiği
seferdeki başarısızlıklar, Alman askerlerinin zorbalıkları ve halka yaptıkları
zulümlerden dolayı açıkça suçlanır. Protestanlar, uğradıkları zarar tazmin
edilinceye kadar Meclis görüşmelerine katılmayacaklarını bildirirler. Onlar,
sadece Saray’ın memnuniyetsizlikleri gidermek için görevlendirdiği Zrínyi’ye
güvenmektedirler.
Mecliste Protestanlar ve Katolikler
arasında büyük bir tartışma yaşanır. Zrínyi Katolik olmasına karşın
Protestanların tarafında yer alır. Çünkü Katolik Macar beylerinin çoğu Viyana
yanlısı olup Viyana’nın sözünden çıkmayan kişilerdir. Oysa Protestanlar, ülke
yararına olan her konuda Zrínyilerle hemfikirdir. Bu nedenle Zrínyi, Macarların
özgürlüğü için daha fazla çaba gösteren Protestanlara sempati duymaktadır.
Zrínyi, tartışmalardan dolayı meclisten çekileceklerini bildiren Protestanlara
şöyle hitap eder: “Ben sizin mezhebinizden farklı bir mezhebe mensubum; ama
sizin özgürlüğünüz benim özgürlüğüm, sizin mağduriyetiniz benim
mağduriyetimdir. Keşke Kral’ın yüz bin Katolik askerinin yanı sıra yüz bin
Lüteryan ve Kalvinist savaşçısı olsaydı. Onlarla ülkeyi kurtarabilirdim”
(Négyesy, 1914: 20; Benczédi, 1957: 35). Zrínyi bu konuşmasıyla mezhep
farklılığının önemli olmadığını vurguladıktan sonra meclisi terk eder. Onun
Protestanlar lehindeki bu tavrı Katoliklerin kendisine cephe alınmasına neden
olur (Klaniczay, 1964: 729).
Mecliste kendine yöneltilen suçlamaları duyan
Montecucculi, Latince imzasız bir broşür yayınlayarak kendini savunur. Broşürde
aşağılayıcı bir kibirle kınama ve tenkitin nasıl yapılacağını göstererek
kendini savunur ve Macarların bilgisiz olduklarını göstermeye çalışır. Zrínyi,
derhal karşı bir cevap yazar. Cevapta
iğneleyici ve alaycı bir üslûp kullanır.
Büyük bir hiddetle Montecucculi’nin attığı iftirayı ve yaptığı savunmayı
yalanlar. Bu cevap da imzasızdır; fakat cevabın üslûbu yazarının kim olduğunu
açıkça göstermektedir. O günden sonra Montecucculi, Zrínyi’ye şahsi bir kin
gütmeye başlar (Négyesy, 1914: 21; Klaniczay, 1964: 719-
722).
Montecucculi, dönemin en ünlü komutanı ve
askerî taktik yazarıdır. Cesur kararlar veren ve bu kararları verirken çok
titiz davranan bir komutandır. Karar verirken özen gösterdiği en önemli şey,
katı kurallarıdır. Kendisi Saray’ın paralı askeri olduğundan en önemli görevi,
Saray’ın çıkarlarını düşünmek ve emirlerini yerine getirmektir. Macaristan’ın
kaybettiği topraklar, Osmanlıların Macar topraklarına ilerlemesi gibi konular,
Viyana’nın çıkarlarına ters düşmüyorsa, onun için önem taşımıyor demektir.
Kendisi, Saray’dan emir bekler ve sadece verilen görevi yerine getirmekle
yükümlüdür. Fikirleri önem taşımayan bu komutan Osmanlıların savaş düzenini ve
taktiklerini de bilmemektedir (Négyesy, 1914: 21).
Zrínyi ise, Montecucculi’nin neredeyse tam
tersi bir komutandır. Kuralları doğrudan ve katı biçimde uygulamaz; savaşın
gidişatına göre yeni taktikler ve uygulamalar belirler. İsveç ve İtalyan
taktiklerini Macar savaş taktikleriyle harmanlar. Macarlar, askerlerine bir
komutan değil, yerine göre bir baba edasıyla yaklaşan Zrínyi’nin bu özelliğini
büyük büyükbabası Sigetvar kahramanı Miklós Zrínyi’den aldığını söylerler
(Négyesy, 1914: 21). Ayrıca Zrínyi, Osmanlılarla yaptığı çarpışmalarda Osmanlı
savaş tarzını ve taktiklerini de çok iyi gözlemlemiş ve öğrenmiştir.
1662 yılında yaşanan olaylar, Zrínyi adına
pek de iyi sonuçlar vermez. Önce Zrínyi-Újvár’ın inşasını Viyana’nın emirlerine
rağmen devam ettirdiği için Saray’ın
düşmanlığını; sonra da Meclis’teki
tartışmada Protestanların tarafını tutmasıyla Katoliklerin antipatisini
kazanır. Kale inşası konusunda kendisini destekleyen Lippay ve Nadásdy bile
Zrínyi’ye cephe alırlar. Öyle ki, Montecucculi ile yaptığı tartışmanın nedenini
dahi dinlemezler. İmparatorluk ordularının başına Montecucculi’nin getirilmesi
için Zrínyi aleyhine faaliyetler yürütürler. Osmanlı orduları Macaristan’a
yöneldiğindeyse, Montecucculi derhal orduların başına getirilir (Négyesy, 1914:
21; Klaniczay, 1964: 729).
Montecucculi, Osmanlıların Macaristan’ın
içlerine doğru ilerleyişini durdurmakta başarılı olamaz. Zrínyi ise birkaç
yerde Osmanlılara karşı zafer kazanır. Viyana, Osmanlı ilerleyişini durdurmak
için değişik çareler aramaya başlar. Zrínyi’ye Tunaötesi orduları komutanlığı
teklif edilir. Zrínyi bu teklifi reddederek tüm orduların komutanlığını ister.
Bu rütbeyi alamayan Zrínyi, Montecucculi’nin emrinde olmadan bağımsız karar
alabilme yetkisi ile Macar güçlerinin komutanlığını ister ve istediği bu göreve
getirilir (Benda, 1982: 483).
1663 yılı Ekim başlarında ordusuyla Tuna
yakınlarına ulaşan Zrínyi 10 Ekim’de Vízvár yakınlarındaki Osmanlı ordusunu
yener. Bu yenilgi, Macar kaynaklarında Osmanlıların Tuna boyundaki savaş
meydanlarında yaşadığı ilk yenilgi olarak aktarılır. Sonraki saldırılarıyla da
Sadrazam ordusuyla birlikte geri çekilmek zorunda bırakılır. 27 Kasım’da
Muraköz’e ani bir saldırı yapan Osmanlı güçleri, tekrar geri çekilir
(Klaniczay, 1964: 747-749).
Zrínyi, Ekim ve Kasım aylarında ordusunu
güçlendirmek için asker toplar. Askerlerin disiplinsizlik yapmamaları ve
ordudan kaçmamaları için de katı kurallar koyar. Ordudan kaçan askerlerin
yakalandıkları anda öldürülmesi emrini verir. Ordusuna katılan Protestan
askerler için Protestan rahipler getirir. Ordusunun geneli
köylülerden oluşmaktadır. Zrínyi elde
ettiği başarıların ardından takdir beklerken, görevinden alınır ve yerine
Nadásdy getirilir.
II.C.16) 1664
Kış Seferi
Zrínyi, kardeşi Péter, Pál Eszterházy,
Kristóf Batthyány ve Miklós Draskovich’in askerlerini de yanına alarak, toplam
8 bin Macar ve 5 bin Hırvatla ve Kont Hohenlohe’un Stiria’da bekleyen 7200
Ren'li Almanla birlikte ocak ayının ikinci yarısında kış seferine başlar
(Négyesy:22). 21 Ocak’ta Zrínyi’nin ordusunun Berzence’yi kuşatmasıyla savaş
başlar. Macar güçleri Berzence’yi, Babócsa’yı, Szeged’i, Barcs’ı, Turbék’i,
Porda’yı, Boronyvár’ı, Sasd’ı ve Pécs’i ele geçirirler. Osmanlıların önemli bir
ikmal yeri olan Eszék köprüsünü yakarlar.19 Tüm bunlar, üç hafta içinde olur.
Kışın Osmanlının hazırlıksız yakalanması, seferin kısa sürede büyük kazançlar
getirmesini sağlar. Osmanlıya karşı kayda değer bir başarı sağlayamayan Avrupa
devletleri, bu seferin ardından Zrínyi’yi öven mektuplar yazarlar, hediyeler
gönderirler. Ayrıca Zrínyi’nin adına birçok yerde şenlikler düzenlenir.
Bu başarılarının ardından, Zrínyi’nin
Viyana’nın gözdesi olması gerekirken, Viyana ona karşı daha büyük bir nefret
duyar. Çünkü Zrínyi Saray için artık eskisinden daha tehlikelidir. Ardından
Zrínyi Kanije’yi de kuşatır; fakat Sadrazam ordusuyla gelerek Kanije’yi
kurtarır ve Zrínyi-Újvár’ı yıkar. Muraköz’ün savunması için yardıma gönderilen
Montecucculi, hiçbir varlık gösteremediği gibi savunmaya dahi katılmaz
(Négyesy, 1914: 23).
Kış seferinde yaptıklarından sonra,
Zrínyi’nin ünü her yere yayılır. Avrupa’da da büyük kahraman, kurtarıcı ve
büyük bir kumandan olarak adlandırılır. İngiltere’de yayınlanan ve yazarı
bilinmeyen The conduct and character of Count Nicholas
19 Zrínyi’nin
Ezsék seferi hakkında geniş bilg için bk. Perjés Géza, Rubicon, 2002 C, sayı.2,
Rácz Árpád: 28-30.
Serini20 adlı bir neşriyatta Zrínyi
İskender ve Timur’a benzetilir. Kitap şöyle demektedir: “ Askerlerini bu kadar seven
ve onlardan da aynı ölçüde saygı gören bir komutan daha dünyaya gelmemiştir”
(Klaniczay, 1964: 777). İtalya, Almanya, Hırvatistan, İspanya ve İngiltere’de
Zrínyi’yi öven pek çok makale yayınlanır.
Zrínyi, 11 Temmuz 1664’te Viyana’ya gider.
Saray kendisini mesafeli bir yaklaşımla karşılar. Saray, Zrínyi’nin Viyana
hakkında yazılan makaleleri ve mektupları birçok yabancı elçinin önünde dile
getirmesinden çekinir. Kale savunmasında yardım göndermeyen Viyana, bu nedenle
Zrínyi’nin kendilerine karşı büyük bir kin duyduğunun farkındadır. Sonunda
Viyana, tüm zararların tazminini vererek ve Zrínyi’yi Várad generalliğine
getirerek onu yatıştırmaya karar verir (Klaniczay, 1964: 780).
Miklós Zrínyi, Viyana’ya geldiğinde, daha
önceden de temaslarda bulunduğu
XIV. Lajos’un elçileriyle görüşür. Fransa,
Osmanlıya karşı mücadelede sadece Viyana’nın çıkarlarını gözeten tutumu
nedeniyle, hem Montecucculi’ye, hem de Viyana’ya karşı olan tutumunu açıkça
dile getirir. Yapılan görüşmede, Osmanlıya karşı yürütülen savaşın başarısı
için Viyana’nın desteklediği Montecucculi’nin değil, Zrínyi’nin başkomutan
olması gerektiğini bildirirler (Hóman-Szekfű, 1935, c. 4: 171).
Ancak Zrínyi’nin Fransızlarla olan
yakınlaşması Viyana’yı endişelendirir. Fransız elçilerinden birinin söylediğine
göre İmparator bu yakınlaşmayı kıskanmış;
XIV. Lajos’un
yardım amacıyla Zrínyi’ye 10 bin tallérlik21 bir hediye göndermesi
Viyana konseyinde kuşku yaratmıştır.
Venedik ve Papa elçileri de Zrínyi ile sık sık
20 bkz.
Hubay Ilona, Magyar és Magyar vonatkozásu röplapok, újságlapok, röpiratok az
Országos Széchényi könyvtárban 1480-1718, s: 652- 653, Budapest, 1948.
21 Dönemin
gümüş Macar parası.
görüşmelerde bulunur. Tüm bu olaylar, yani,
Fransızların Zrínyi’yi desteklemeleri ile Zrínyi’nin Venedik ve Papa
elçileriyle temaslarda bulunması, Viyana’nın Zrínyi hakkında verdiği kararı
değiştirmesine neden olur. Prens Porcia, Venedik elçisi Sagredo’ya Várad
generalliğinin Zrínyi’ye verilmesinden vazgeçildiğini söyler. Neden olarak da,
Zrínyi’nin daha fazla güçlenmesinin istenmediği bildirilir (Klaniczay, 1964:
783).
Viyana kralı, Zrínyi’ye derhal Macaristan’a
dönmesini emreder. Zrínyi bu sert çıkış karşısında bir müddet dirense de,
üçüncü emrin gelmesiyle, 21 Ağustos’ta Viyana’yı terk eder. Viyana’ya karşı
duyduğu kin ve nefret daha da artmıştır (Hóman-Szekfű, 1935, c. 4: 171).
Zrínyi- Újvár’ın yıkılmasıyla Osmanlı-
Avusturya barışı için bir engel kalmaz. Fakat Osmanlı barışı istememektedir.
Ortalarda Sadrazamın, Zrínyi ve Kristóf Batthyány’nin kellelerinin getirilmeden
geri dönmeyeceğine dair bir söylenti dolaşmaktadır (Klaniczay, 1964: 785). 1664
Vasvar barış görüşmelerinde Osmanlı, Zrínyi’nin banlıktan alınmasını ve bir
daha Hırvatistan’a sokulmamasını ister; fakat Viyana bunu yapmaya cesaret
edemez. Viyana ele geçirdiği kaleleri, Érsekújvár’ı ve diğer bazı bölgeleri
Osmanlıya iade eder. Osmanlıysa Macaristan’da Habsburg aleyhtarı faaliyetleri
desteklemeyeceğini, böyle bir durumda Viyana’yı bilgilendireceğine dair söz
verir (Hóman-Szekfű, 1935, c. 4: 168).
Vasvár Barış Antlaşması’nın ardından, tüm
Macar beyleri, Viyana’ya karşı birleşmeye başlayan Zrínyi, Kristóf Batthyány
ile birlikte Némethújvár’ı ziyaret eder ve burada Viyana’ya karşı büyük öfke
duyan Başpiskopos ile görüşür. Viyana’ya karşı birleşen Macar beyleri arasında,
başlangıçtan beri Viyana’ya sadık olan
Wesselényi22 de bulunmaktadır. Fransa ile
gizli görüşmeler yapar. Kardeşi Péter Zrínyi’nin karısı Katalin Frangepan’ı
Fransa elçisi De Bonsy ile görüşmesi için Venedik’e gönderir (Benczédi, 1957:
39; Klaniczay, 1964: 787).
22 Wesselényi
Komplosu: Viyana, tüm karşı çıkışlara rağmen, 1664 yılında Vasvar Antlaşması’nı
imzalar. Bunun ardından Macar soyluları, Habsburg aleyhtarı propagandalara
başlarlar. Macaristan’ı Habsburg yönetiminden kurtarmak için Osmanlı ve Fransa
ile görüşmelere başlanır. Komplocular, Tokaj kenti kumandanı Kont Rüdiger van
Storhemberg’i tutuklarlar. Osmanlıların baş tercümanından komployu öğrenen
Viyana, derhal birliklerini harekete geçirerek Storhemberg’i kurtarır. Kısa
sürede dağılan komplocuların liderleri, Avusturya mahkemesinde vatana ihanetle
yargılanır. Liderlerden Péter Zrínyi ve Ferenc Nádasdy 30 Nisan 1671’de idam
edilir. Ferenc Rákoczi ise kefaletle kurtulur. Wesselényi ise, bu olaylardan
önce eceliyle ölmüştür. Wesselényi komplosu, Habsburgların Macarlara
tanıdıkları özel hak ve ayrıcalıkları geri almalarıyla ve ülkede baskıcı bir
yönetimin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Birçok Macar soylusunun mallarına,
komploya katıldıkları gerekçesiyle, el konulmuştur (Ana Britannica, c.22, 1990:
138-139; Révai Nagy Lexikona, c.19, 1926: 539; Hóman-
Szekfű, 1935, c. 4: 171-177).
II.C.17) Zrínyi’nin
Son Planları ve Ölümü
1664’te Vasvar barışının yapılmasının
ardından Habsburg karşıtlığı iyice büyür. Gittikçe çoğalan Habsburg
karşıtlarının başında bulunan Zrínyi, Osmanlılara karşı Fransa Kralı XIV.
Lajos’dan yardım ister. Fransa Kralının bir grup askerini Adriyatik Denizi’ne
göndermesini ister. Amaç, bu askerlerle Zrínyi kuvvetlerinin birleşerek
Osmanlıya savaş açmasıdır. Ayrıca Venedik elçisi De Bonsy’nin bildirdiğine
göre, Habsburglardan ayrılıp, Fransa’ya bağlanmak istemektedir (Klaniczay,
1964: 791; Négyesy, 1914: 24). Ancak Zrínyi’nin tüm planları yarıda kalacaktır.
Zrínyi, 18 Kasım 1664’te öğle yemeğinin
ardından misafirleriyle birlikte Kursunec ormanına ava gider. Yanında Lüteryan
hukukçu Vitnyédy, güvenilir adamı Pál Zichy ve Erdelli gezgin Miklós Bethlen
bulunmaktadır (Négyesy, 1914: 24; Perjés, 1965: 373). Av sırasında, yaralı bir
yaban domuzu Zrínyi’ye saldırır ve onu öldürür. Zrínyi’nin ölümü, Macaristan’ı
yasa boğar. Birçok yabancı ülkede de bu olay üzüntüyle karşılanır. Cenazesi, 21
Kasım’da Szent-Ilóna Manastırı’ndaki aile mezarlığına gömülür (Négyesy, 1914:
21; Hóman-Szekfű, 1935, c. 4: 171).
Savaş alanlarında kahramanca savaşan
Zrínyi’nin bu şekilde ölümünü kabullenemeyen halk, olayı Viyana’nın düzenlediği
bir suikast olarak yorumlar. Miklós Bethlen anılarını yazdığı kitapta olayı
şöyle anlatmaktadır: “Yaralı yaban domuzu Zrínyi’nin bacağına vurarak onu
düşürdükten sonra yüzünü ve boynunu yaraladı. Boynuna aldığı bir darbeyle şah
damarı yırtılan Zrínyi kan kaybından öldü”(Négyesy, 1914: 25).
Görgü tanığının bu sözleriyle, halk
arasında yayılan Zrínyi’nin bir suikast sonucu öldürüldüğü fikri çürütülmeye
çalışılır. Halk arasında, Zrínyi’nin gözünün
altındaki yaranın kurşun yarası olduğu, bir
müddet sonra da kafasının içinde kurşun bulunduğu söylentileri dolaşmaktadır.
Zrínyi’yi yaban domuzunun değil, aldığı kurşun yarasının öldürdüğüne inanılır.
Diğer yandan Zrínyi’nin bir suikast sonucu öldürülmediğini düşünenler de
vardır. Bu kişiler, kurşunun Zrínyi’yi domuzdan kurtarmak için ateş eden ve onu
yanlışlıkla öldüren bir avcının yahut onun uşağının tüfeğinden çıkmış olduğunu
iddia ederler (Perjés, 1965: 374; Klaniczay, 1964: 803).
Ölümü hakkındaki tüm söylentilerin
temelinde, Zrínyi’nin Viyana Sarayı’nın düzenlediği bir suikasta kurban gittiği
iddiası yatmaktadır. Çünkü Viyana tarafından bakıldığında Zrínyi, Habsburglara
karşı büyümeye başlayan başkaldırının lideridir.
Bab-ı Ali’ye giden imparatorluk elçisinden,
Zrínyi’nin ölümünün ardından Osmanlıların eğlence düzenlediklerine de
raslamaktayız. İstanbul’a giden bir elçi, Eszék yakınlarında Osmanlılarla
karşılaştığını bildirir. “Türkler Zrínyi’nin ölümüne çok seviniyorlardı”
sözleriyle de, Zrínyi’nin ölümünden duydukları memnuniyeti dile getirir
(Klaniczay, 1964: 801). Venedik’in Viyana elçisi Sagredo ise şu sözleriyle
Zrínyi’nin ölümünü Viyana’nın nasıl karşıladığını gösterir: “Saray bu olayı
büyük bir memnuniyetle karşıladı ve mutluluğunu güçlükle gizleyebildi”
(Klaniczay, 1964: 801).
Miklós Zrínyi, her ne kadar Macaristan’ın
bağımsızlığı için uğraşsa da, bu isteğini gerçekleştirememiştir. O,
yaptıklarıyla ve yazdıklarıyla tüm Macar halkına bağımsızlık isteği aşılamaya
çalışmıştır. Eserleri, gerek Macar edebiyatı gerekse Macar tarihi bakımından
çok önemlidir. İlk Macar savaş bilimi eserini Zrínyi yazmıştır. Yazdığı şiirler,
özellikle de Sigetvar Kuşatmasını anlattığı Szigeti Veszedelem Macar edebiyat
tarihinin en önemli destanı olarak kabul edilmiştir. Bugün okul kitaplarında da
yer alan bu eser, Macar çocuklara küçük yaştan itibaren
anlatılmakta ve öğretilmektedir. Bu,
Zrínyi’nin fikirlerinin hem döneminde, hem de ölümünden sonra hâlâ etkili
olduğunu göstermektedir. Ölümünden sonra da devam eden bu etkisi, Viyana’ya
karşı yürütülen Kuruc23 Özgürlük Mücadelelerinde de kendisini göstermiştir.
Denebilir ki, Macarların Habsburglara karşı giriştiği tüm özgürlük
mücadelelerinde Zrínyi örnek alınmış ve fikirleri etkili olmuştur.
1655 yılındaki meclis toplantısındaki
tartışmalardan sonra, Yukarı Macaristan’daki Kuruc Hareketinin soylu sınıfı,
Zrínyi’yi lider olarak kabul etmiş ve kendisiyle politik ve kişisel ilişkiler
kurmuşlardır. Ölümünden sonra da fikirleri doğrultusunda hareket etmişler;
hatta Zrínyi ailesiyle akrabalık bağları dahi kurmuşlardır.24 Zrínyi’nin
yazıları Kuruc mücadelesinde çoğaltılarak dağıtılmıştır.
18. yüzyılın
sonlarında ortaya çıkan milliyetçilik akımıyla, Zrínyi’nin ismi
daha da ön plana çıkar. Bu isim, Macarların
geçmişteki kahramanlıklarının, acılarının ve yabancı krallıklarla yapılan
mücadelelerin sembolü haline gelir. Bu ismin kale komutanı mı yoksa şair Zrínyi
mi olduğu bilinmemekle birlikte, şair Zrínyi olduğu tahmin edilmektedir
(Benczédi, 1957: 40; Klaniczay, 1964: 809).
Lajos Kossuth’un 11 Temmuz 1848’de yaptığı
konuşmanın esin kaynağı da Zrínyi’nin yazdığı Török Áfium’dur. Ayaklanmadan
kısa bir süre önce Pál Vasvári, Zrínyi hakkındaki ilk kitabı yazar; ancak bu
kitap yüz yıldan fazla bir süre sonra yayınlanır. Vasvári’ye göre, Zrínyi
sadece Osmanlıyla mücadele etmemiş, aynı zamanda Macaristan’ı da savunmuştur.
Bu savunmayı Osmanlılara, Tatarlara ve Almanlara karşı yapmıştır. Vasvári’ye
göre Zrínyi için bu üç kuvvetin hepsi aynıdır
23 Kuruc
Hareketi: Imre Thököly ve II. Ferenc Rákoczi’nin liderliğini yaptığı, Habsburg
yönetimine karşı 17. yüzyılın son yıllarından 18. yüzyılın başlarına kadar
yürütülen Macar köylü ayaklanması ve bağımsızlık savaşı.
24 II.
Ferenc Rákoczi’nin annesi Ilona Zrínyi’dir.
ve o Macaristan’a zarar vermek isteyen
herkese karşı koymuştur (Klaniczay, 1964: 810; Négyesy, 1914: 27).
János Arany’ın yaptığı çalışmalarla da
Zrínyi’nin şair yönünün ne denli büyük olduğu ortaya çıkmış; Zrínyi Macar
edebiyatının en iyileri arasına girmiştir.
III. BÖLÜM
ŞAİR MIKLÓS ZRÍNYI’NİN ESERLERİ
Öncelikle politikacı, aynı zamanda da iyi
bir asker olan Zrínyi, bu alandaki başarılarıyla olduğu kadar, yazmış olduğu
eserleriyle de ulusuna hizmet vermiştir. En önemli eserleri şunlardır: Macar
askerleri için hazırlanmış bir el kitabı niteliğindeki Tábori Kis Tracta (Ordu
için küçük taktikler); politik düşüncelerini ve askerî zihniyetini yansıttığı
Vitéz Hadnagy (Cesur Teğmen); Macar Kralı Mátyás’da bulunan erdemleri sıralayıp
Macarları özgürlüğe kavuşturacak kralın nasıl olması gerektiğini anlattığı Mátyás
Király Életéről Való Elmélkedések (Kral Mátyás’ın Hayatı Hakkındaki
Tefekkürler) ve Macar ulusunun geleceğinden ve olası bir Türk saldırısından
duyduğu endişeyi dile getirdiği A Török Áfium Ellen Való Orvosság (Türk
Afyonuna Karşı Merhem). Ayrıca, Zrínyi’nin yazdığı şiirler arasında, aşk
idilleri olan Vadász és Echo, Idilium, Fantasia Poetica, Arinna Sírása ve
Feszületre ile karısıyla küçük oğlunun ölümü üzerine yazdığı ağıtları
sayabiliriz.
Miklós Zrínyi’nin 1651’e kadar yazdığı
eserler Adriai Tengernek Syrenia Gróff Zrínyi Miklós (Adriyatik Denizi’nin
Sireni Kont Miklós Zrínyi) adlı ciltte toplanarak, 1651’de Viyana’da
yayınlanmıştır. Eserin ismindeki “Adriyatik Denizi” ile ailesinin kökenini;
“Siren” sözcüğü ile de kendisini ima etmektedir (Veress- Korsás, 2001: 17). Bu
kitapta topladığı eserlerden kuşkusuz en önemlisi Szigeti Veszedelem (Siget
Tehlikesi)’dir. Bu eser, yani destan 5 Ağustos 1566’dan 8 Eylül 1566’ya kadar
süren Osmanlıların kuşatma altına aldığı Sigetvar kalesinin savunmasından
bahsetmektedir.
Çalışmamızın bu bölümünde VII. Miklós
Zrínyi’nin edebi yönünü gösteren çalışmalarına değinerek, Macar edebiyatındaki
yerini göstermek istedik.
III-A) TÁBORI KIS TRACTA (1646,ORDU İÇİN
KÜÇÜK TAKTİKLER)
Zrínyi’nin okuduğu kitaplar arasında askerî
teşkilat ve ordu düzeni ile ilgili kitaplar olduğunu söylemiştik. Şair, okuduğu
bu eserler doğrultusunda Macar askerî yapısını ve savaş düzenini çağdaş bir
seviyeye getirmek için bir askerin el kitabı niteliğinde olan Tábori Kis
Tracta’yı yazar. Zrínyi bu eseri 1646’dan sonraki yıllarda yazar. 16. yüzyıldan
o döneme kadarki Macar askerî düzeni ve süvari sistemi hakkında birkaç belge
bulunmaktadır. Ancak bu belgeler bilimsel nitelik taşımamaktadır. Bu nedenle,
Macar savaş biliminin ilk eserini Zrínyi’nin yazdığı kabul edilmekte ve o
Macaristan’da bu bilimin kurucusu sayılmaktadır.
Tábor kelimesi kamp, ordugâh, karargah
anlamına gelmekle birlikte eserde ordu anlamında kullanılmaktadır. Aynı
şekilde, Sizgeti Veszedelem’de de bu kelime ordu anlamında kullanılır: Azért
megindula Szulimán táborral “Bu yüzden (Kanunî Sultan) Süleyman orduyla
harekete geçer” (Szörényi, 1993, VII. 13.: 111).
Eser 13 küçük bölümden oluşmaktadır. Eserde
ordunun kurulması, teşkilatlanması ve finanse edilmesiyle ilgili konular
hakkında bilgi verilir. Eser, ordu teşkilatlanması, ordu donatımı ve ordugâh
ile ilgili bölümlerden oluşmaktadır. Bunların en iyi şekilde nasıl yapılacağına
dair öneriler sunulur. Eserde en çok vurgulanan fikir, düzenin sağlanması, ordu
disiplininin arttırılması ve korunmasıdır. Bunların sağlanması için askerlerin
maaşlarının düzenli olarak ödenmesinin ve ordu ihtiyaçlarının tedarikinin şart
olduğu vurgulanır. Nitekim, Viyana’nın Macar uç kalelerindeki askerlerin
maaşlarını ödememesi sonucu, askerler emirlere itaat etmemişler, yağma ve çapul
hareketleri yapmaya başlamışlardı. Zrínyi, çözümü askerlerin maaşlarını düzenli
ödemekte görmüştür (Veress- Korsás, 2001: 16-17).
Zrínyi, çağdaş ordu düzeni ve savaş
sistemini Macar ordusunda uygulamak ve bu sistemi yerleştirmek istemektedir.
Bunun için de çağdaş Avrupa savaş bilimi yöntemlerini Macar ordusuna uygulamaya
çalışır (Klaniczay, 1964: 326).
III.A.1. Ordu
Teşkilatlanması
Eserin ilk bölümü, ordu teşkilatlanmasıyla
ilgilidir. Zrínyi, orduda asker sayısının fazla tutulmasını akılsızlık olarak
niteler. Özellikle, atlı birlikler gibi gruplara yiyecek sağlamanın zor
olacağını ve bunun orduda yiyecek sıkıntısına neden olacağını belirtir.
Düşüncesini şu sözlerle dile getirir: “Kralın ordusu 48 bin kişiliktir. Bundan
fazlası ne bir orduya sığabilir ne de gereklidir. Eğer askerin atını öldürüp
yemesi istenmiyorsa bu sayı yeterlidir” (Perjés, 1965: 215). Zrínyi ordudaki
asker sayısını iki rakam olarak belirler. Asker sayısı arazi dağlıksa 24 bin,
arazi düz ve genişse 36 bin olmalıdır. Yiyecek sağlama ve iklim koşulları
nedeniyle, dağlık bölgelerdeki askerlerin sayısı az tutulmuştur.
Ordunun büyük çoğunluğunu piyadelerin
oluşturması gerektiğini söyler; bunu da piyadelerin her koşul ve ortamda her
zaman savaşabileceğine bağlar. Ordu dağlık bölgedeyse, askerin üçte biri, düz
bölgedeyse yarısı atlı olmalıdır. Piyadelerin dağlık bölgede daha verimli
olacağını düşündüğünden, sayılarını bu bölgede fazla tutmaktadır.
Bir ordunun iyi olmasını, içinde iyi
subayların olmasına bağlar. “Her işin temeli düzendir; bu orduda da böyledir”
demektedir (Perjés, 1965: 215). Düzeni, subayların ve ciddi kuralların
sağladığını belirterek, ordudaki en önemli kişileri ve rütbeleri sıralar. Daha
sonra da, rütbelilerin emri altındakilerin sayısını verir. Ordunun başında bir
başkomutan, buna bağlı piyadelerin ve süvarilerin komutanı,
komutanlara bağlı subaylar ve çavuşlar
olduğunu söyler. Kurduğu ideal ordu 6 bin süvari ve 18 bin piyadeden
oluşmaktadır. Orduda süvari ve piyadelerin dışında istihkamcılar, topçular ve
teknik birlikler de mevcuttur. Bunlar toplam 7 yüz kişidir.
III.A.2. Ordu
Donatımı
Askerin giyeceğinin, silahının, parasının
ve yiyeceğinin sağlanmasının en temel kural olduğunu vurgulayarak, bunların
içinde en önemlisinin yiyecek temini olduğu üstünde durur. Zrínyi, kendi
dönemindeki ordunun yiyecek sağlama yollarının yanlışlığına ve bunların orduya
zarar verdiğine değinir. Bu yolları ve yanlışlıklarını ise söyle sıralar:
1) Ordu
kendi ülke sınırları içinde savaşıyor ve ihtiyaçlarını buradaki fakir halktan
sağlıyorsa, bu uygulama tamamen yanlıştır. Çünkü, zaten fakir olan halkın
elindekileri almak tanrı tanımazlıktır. Ordunun bu şekilde davranması, halkın
nefretini ve antipatisini kazanmasına neden olur. Hoşnutsuz olan halk orduyu
kötü görmeye başlar.
2) Ordu
düşman topraklarında savaşıyorsa, yiyeceğini oradaki halktan temin etmesi
etmemelidir. Çünkü, bu şekilde, askerler ihtiyaçtan fazla yiyecek alarak
yiyeceğin büyük bir bölümü çarçur ederler. Yağmadan dolayı dikkati dağılmış ve
sarhoş olmuş askerlerin kötü davranışları, bölge halkının ayaklanmasına neden
olabilir. Böylelikle, henüz ordu savaşmadan birçok askerini kaybedebilir. Bu
nedenle, bu uygulama da yanlıştır.
3) Orduyla
birlikte giden tüccarlardan ya da satıcılardan yiyecek sağlanması da yanlıştır.
Çünkü, bu tüccar ve satıcılar, en küçük bir tehlikede dahi, orduyu bırakıp
kaçabilir. Bu nedenle bu yol da yanlıştır (Perjés, 1965: 218).
Zrínyi, o dönemin yiyecek sağlama yollarını
ve yanlışlığını anlattıktan sonra, kendi çözümünü sunar. Bu çözümü de oranlarla
birlikte verir. Biz, bu oranlara girmeden, kısaca çözümden bahsedebiliriz.
Zrínyi’nin çözümü, ülkenin belli yerlerine
yiyecek depoları yapılması, ordu ile depolar arasına seyyar ekmek fırınları
yerleştirilmesidir. Özellikle orduya sağlanacak ekmek üzerinde durmaktadır.
Ekmeğin kepekli unla pişirilmesi gerektiğini söyler; çünkü kepekli ekmek, beyaz
ekmekten daha besleyici ve sağlıklıdır. Kurmayı düşündüğü ideal orduda, koşum
atlarıyla birlikte, toplam 13.600 at olduğunu belirerek, bunların günlük ne
kadar yulaf yiyeceğini rakamlarla açıklar. Yiyecek depolarıyla ekmek fırınları
ve fırınlarla ordu arasında ikmal yapmak için at arabaları kullanıldığından,
orduda atların büyük önemi vardır. Ayrıca, ülkenin belli yerlerinde ikmalin yük
gemileriyle yapılmasının at arabasına göre daha avantajlı ve ucuz olacağı
vurgulanır. Yiyecek ikmalinin de bir general tarafından yönetilmesi gerektiğini
belirtir. Tüm bu sıraladıklarının yıllık 182 bin forint olduğunu söylemektedir
(Perjés, 1965: 219)
III.A.3.Ordugâh
Tábori Kis Tracta’nın son bölümü ordugâhla
ilgilidir. Zrínyi’ye göre, ordugâh dönemin ordu sistemindeki en önemli yerdir.
Ordular, savaş olduğunda cepheye buradan hareket ederler ve bitiğinde yine
buraya dönerler. Ordugâh sadece dinlenme yeri değildir. İstihkamın sağlanması
halinde bu mekanın savaş taktikleri açısından işlevsel bir boyutu vardır.
Ayrıca ordugâh, yaralı askerlerin tedavi edildiği bir yer de olabilmektedir.
Zrínyi, eserinin bu bölümünde, ordugâh
düzeninin nasıl olacağını, ordugâhtaki yapıların büyüklüğü, aralarındaki mesafe
ve yapıların arasından geçen yolların genişliği gibi konuları açıklayarak,
ayrıntılarıyla anlatmaktadır.
Zrínyi, ordugâhın kurulamasıyla ilgili
bölümden sonra, şöyle yazmaktadır: “Ordugâhın güçlendirilmesi hakkında neler
yapılması gerektiğinden bahsetmek gerekir” (Perjés, 1965: 224). Bu sözler,
eserin son satırlarıdır. Bu cümleden de anlayacağımız gibi, eser
tamamlanamamıştır. Eserin hangi nedenlerle yarım bırakıldığı ise kesin olarak
bilinmemektedir.
III-B) VITÉZ HADNAGY (1650-1653, CESUR
TEĞMEN)
1650-1653 yılları arasında yazılmıştır.
Özgün bir eser olmayıp, esasında Zrínyi’nin okuduğu kitaplarda ve yaşadığı
olaylarda ilgisini çeken bölümleri topladığı bir yapıttır. Eserin bölümleri
sonradan şu şekilde adlandırılmıştır: sohbetler, vecizeler ve özlü sözler.
Sohbetler, 6 uzun makaleden oluşur. Vecizeler bölümü, 128 vecizeden ve
Tacitus’un Historiae Annales ve Agricola adlı eserlerinden seçilmiş, küçüklü
büyüklü bölümlere eklenen açıklamalardan oluşur. Özlü sözler ise, askerî
konularla ilgili, 52 özlü sözden oluşmaktadır. Zrínyi, hazırladığı özlü
sözlerin sadece yarısını eserine koymuştur (Perjés, 1965: 175; A Magyar
Irodalom Története, c.2, 1964: 176).
Zrínyi, Vitéz Hadnagy’ı ilk başta sadece
kendi eğitimi ve öğrenimi için yazmıştır. Daha sonra bu yazdıkları hoşuna
gitmiş ve faydalı olacağını düşündüğünden yayınlamıştır. Eserinde kaynak olarak
İtalyan, İspanyol, Fransız savaş bilimi ve politik içerikli eserleri
kullanmıştır. Zrínyi bu eserlerdeki görüşleri kendi deneyimleriyle
birleştirerek, Macarların sorunlarına cevap verecek şekilde düzenlemiştir.
Eser, yüzden fazla fikir ve düşünce
içermektedir. Komutanın kişiliğinden, savaş yöntemlerinin çeşitli sorunlarından
ve askerî hayatın manevi problemlerinden bahseder. Dönemin askerî ve politik
sorunlarını kendi görüşü doğrultusunda yorumlayarak, ideal bir komutanın nasıl
olması gerektiğini anlatır. Zrínyi’ye göre, bir komutanda aranması gereken en
önemli özellik, yiğitliktir. Zrínyi, yiğitlik konusunda sadece kişisel cesarete
işaret etmez. Bunun için tecrübenin, ileri görüşlülüğün, azmin ve becerinin
şart olduğunu savunur. Bu niteliklerin, ideal bir komutan olmanın anahtarı
olduğunun altını çizer. Ona göre, yiğitlik dünyevi bir olgu olup, politik
becerilerin tümünü kapsar. Avarelik ise bir
komutanın ve devlet adamının en büyük hastalığıdır. Avareliğin yöneticilerin
hatalarını arttırdığını ve bu kişileri beraberindekilerle birlikte içinden
çıkılmaz durumlara sürüklediğini anlatır (Perjés, 1965: 176; A Magyar Irodalom
Története, c.2, 1964: 177).
Eserde olumlu erdemler sıralanırken Büyük
İskender, Julius Sezar, János Hunyadi, Kral Mátyás, Sigetvar Komutanı Miklós
Zrínyi, István Báthori ve Gábor Bethlen örnek gösterilir. Olumsuzlarda ise,
çoğunlukla imalı yolla II. László, II. Lajos ve de İmparatorluğun ordu
yönetimindeki kişilerden bahsedilir. Zrínyi’nin, bu eserinde, genellikle
Machiavelli’nin görüşlerini benimsediği dikkati çekmektedir. Saldırmanın
savunmadan daha etkili olduğu ve insanın saldırma güdüsünün savunmada kalma güdüsünden
daha baskın olduğunu anlatır. Buna rağmen temkinli ve ihtiyatlı olmanın önemine
değinir ve şöyle der: “Fuzuli cesaret çok zarar verici bir askerî özelliktir”
(A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 176; Klaniczay, 1964: 414).
Eserde şans faktöründen de uzunca
bahsedilir. Şansın Tanrı’nın bir lütfu onduğunu ve sadece faziletli, yiğit ve
çalışkan komutanlara bahşedildiğini söyler. Sadece toplum yararına çalışıp, iyi
kalpli ve sabırlı bir tutumla başarının elde edilemeyeceğinin altını çizer.
Vitéz Hadnagy’da, Zrínyi’nin özgür Macaristan’a duyduğu özlem hissedilmektedir
(A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 177; Magyar Irodalmi Lexikon, c. 3,
1978: 603).
Deyimler ve atasözleri eserde sıkça
kullanılmaktadır: “Egy nagy erdőben egy kakuk nem hallik (Büyük bir ormanda tek
bir guguk kuşunun sesi duyulmaz)”; “Aki madarat akar lőni, nem pengeti a
kézijat (Kuş avlamak isteyen elini çırpmaz)” (A Magyar Irodalom Története, c.2,
1964: 177). Ayrıca, vecizeler yaparken, Latin
edebiyatının tanınmış özdeyişlerine de yer
verir (Szörényi, 1993: 3; Klaniczay, 1964: 482).
Bu eserde vurgulanmak istenen fikir,
Szigeti Veszedelem’le aynıdır: Ülkenin özgürlüğü için Osmanlıların ülkeden
çıkarılması gereklidir. Zrínyi, Macarların artık saldırıya geçmesi gerektiğini
belirterek, Osmanlıların silah çeşitlerini ve oranlarını dikkate alarak,
geliştirdiği savaş taktiklerini sıralar (Magyar Irodalmi Lexikon, c.3, 1965:
602; Klaniczay, 1964: 449; (Szörényi, 1993: 3).
Eserde dikkati çeken belki de en önemli
konu, Zrínyi’nin tamamen somut teoriler üretmesidir. Politik ve askerî
sorunları tamamen dinî etkilerden ve görüşlerden soyutlayarak yazmaktadır. Onun
ahlak anlayışı kilise öğretileriyle değil, ülkenin yararına yapılan
çalışmalarla ilgilidir (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 177; Magyar
Irodalmi Lexikon, c.3, 1965: 602-603; Klaniczay, 1964: 475-
476).
III-C) MÁTYÁS KIRÁLY ÉLETÉRŐL VALÓ
ELMÉLKEDÉSEK( 1656-1657,KRAL MÁTYÁS’IN HAYATI HAKKINDAKİ TEFEKKÜRLER)
Bu eseri 1656 yılında yazılmıştır. Zrínyi,
eseri yazma sebebini şöyle açıklar: “Ben, onun (Kral Mátyás) erdemlerinden
etkilenerek bu iki hafta içinde büyük bir hazla, üstünde düşünülmeye ve yorum
yapmaya değer eylemlerini kaleme aldım” (A Magyar Irodalom Története, c.2,
1964: 177; (Szörényi, 1993: 3; Klaniczay, 1964:
552).
Zrínyi, Mátyás Király Életéről Való
Elmélkedések’i yazarken Fransız tarih yazıcısı Pierre Motthieu’nun XI. Lajos’u
anlattığı eserini örnek alır. Kral Mátyás’ın25 (1458-1490) yaptıklarını
anlatırken de Macar tarih yazıcıları Bonfini ve Heltai’den yararlanır. Konu
olarak Kral Mátyás’ı seçmesinin nedeni, tüm hümanist tarih yazarlarının,
reformistlerin ve bağımsız hareket eden Macar politikacıların onu ulusal kral
vasfına uygun görmesidir (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 177;
Klaniczay, 1964: 552-553).
Eser, iyi bir kralın erdemlerinden bahser.
Zrínyi, kendi politik fikirlerini de ekleyerek, ulusal kralın nasıl olması
gerektiğini Mátyás’ı örnek göstererek anlatır. Bu bakımdan Vitéz Hadnagy’ın
devamı niteliğindedir. Stil ve kurgu olarak ise, Vitéz
25 Kral
Mátyás, 24 Şubat 1440’da Kolozsvár’da doğdu ve 6 Nisan 1490’da Viyana’da öldü.
Lakabı Mátyás Corvin’dir. Habsburg hanedanından gelen V.László’nun ölümünün
ardından, Macar Meclisi tarafından 1458’de kral seçilir. Böylelikle, Árpád
döneminden sonra ilk kez hanedanlığa mensup olmayan bir soylu tahta çıkmış
olur. Bu olay, Habsburg planlarını bozmuş ve Macaristan’da temsili sistemin ve
merkezleşme eğiliminin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Mátyás, özellikle
muhalif baronları ve Macar tahtı üzerinde hak iddia edenleri bertaraf ederek
konumunu sağlamlaştırır. Sırbistan ve Bosna’yı ilhak eden Osmanlı’nın
ilerlemesini durdurur. Ordunun savaş gücünü arttırmak için maliye ve vergi
alanında bir dizi reform yapar (1467). Küçük soyluları, tüccarları ve küçük
toprak sahiplerini korur. Kalıcı bir hukuk düzeni kurmak için geniş çaplı yasa
çalışmaları yapar. Macar tahtı üzerinde hak iddia eden III.Friedrich ile
girdiği mücadelede önemli topraklar elde eder. Yönetimi boyunca Macaristan’a
büyük topraklar kazandıran Mátyás, 1490’da ölünce bu toprakların büyük kısmı
yeniden Avusturya’ya geçer. Mátyás, okuma ve öğrenmeye düşkünlüğüyle
tanınmaktadır. Kurduğu kütüphane dönemin en zengin kütüphaneleri arasında sayılıyordu
(Korvina). Latin edebiyatına, modern hümanist düşüncelere, yeni sanat ve
bilimlere karşı büyük ilgi duymaktaydı. (Ana Britannika, c.15, 1989: 436; Révai
Nagy Lexikona, c.13, 1915: 495-497).
Hadnagy’dan daha gelişkin ve süslüdür.
Eserde halk deyimleri sıkça kullanılmıştır (A Magyar Irodalom Története, c.2,
1964: 178; Klaniczay, 1964: 588; Magyar
Irodalmi Lexikon, c. 3, 1978: 603).
Eserde, kralın faziletlerinden
bahsedilirken Machiavelli’nin kararlılık, amacın gerçekleştirilebilmesi için
gerekli olan istek ve beceri üzerine kurulu fikirleri benimsenir. Zrínyi’ye
göre ulusal kral yiğit, atılgan, azimli, kendi şansını kendi yaratan, kendi
büyüklüğünü tebaasının mutluluğunda arayan ve kendi irfanını etrafına yayan
biri olmalıdır ve bu kral, Macaristan’ı güçlü ve bağımsız bir devlet haline
getirebilmelidir (Magyar Irodalmi Lexikon, c.3, 1965: 603).
Zrínyi, bir hükümdarın iyi olup olmadığını
anlamak için, ülke adına giriştiği mücadelelere ve şahsi eylemlerine değil;
halka mutluluk ve güven sağlayıp sağlamadığına dikkat edilmesi gerektiğini
savunur. Bunlar iyiyse de kötüyse de krala mal edilir. Kral, bahsettiğimiz
gibi, halkın güvenliğini sağlamış ve onları mutlu edebilmişse, ondan daha iyi
bir kral yoktur; fakat bunları yapmamışsa, ona zaten kral denmez. Zrínyi’nin,
görüşlerini dile getirirken, Habsburg yönetimini hedef aldığı aşikardır; çünkü
Macar halkı yoksulluk ve sefalet içindedir. Habsburg yönetiminin kötülüğünü ve
tehlikesini şu sözlerle dile getirir: “Türkler ülkeyi işgal ederken haşmetli
olan diğeri oturuyor ve yasalarımızı çiğniyor” (A Magyar Irodalom Története,
c.2, 1964: 177; Magyar Irodalmi Lexikon, c. 3, 1978: 604).
Zrínyi, bu eserinde Bonfini’nin
açıklamaları doğrultusunda Habsburg Hükümdarı III. Frigyes ile Mátyás’ı
karşılaştırarak şöyle der: “Mátyás her yönden rakibinden daha üstündür. Frigyes
sadece dindarlık konusunda Mátyás’ı geçebilir” (A Magyar Irodalom Története,
c.2, 1964: 177; Klaniczay, 1964: 562).
Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi Zrínyi
dindarlığı bir krallık erdemi olarak görmemektedir. Çünkü o yıllarda Macarlar,
Protestanlar ve Katolikler olarak dinî yönden ikiye ayılmışlardı. Zrínyi, bu
ayrılıkların halkı böldüğünü ve bir daha birleşemeyecek düzeye getirdiğini
görmektedir. Bu nedenle, eserinde dindarlığı ön plana çıkarmamakta ve Katolik
ruhban sınıfının din ihtilaflarını körüklemek için çevirdiği dolaplara
değinerek, bunları kınamaktadır. Bu bağlamda Mátyás’ın da Çek Cizvitlere karşı
din kisvesi altında yaptığı savaşı kınadığını açıkça bildirir: “Günümüz dünyası
kendi savaş bahanesi olarak dini öne sürüyor. Sapkınları silahla kendi dinimize
döndüremeyiz. Türkleri bizim dinimize döndürebilir miyiz? Ben bu ihtimalin
olacağına kesinlikle inanmıyorum!” (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964:
178).
Zrínyi din savaşların kışkırtıcılığını
Papalığın yaptığını ve bunun da ülkeye zarar verdiğini de eserinde
söylemektedir: “Tüm dünya biliyor ki Papalık dünyanın politik yönetimini Tanrı
adına üstlenmiştir. Bizim atalarımız geçmişte bunun yararını, yahut doğruyu
söylemek gerekirse zararını görmüştür. Bugün de görmeye devam ediyoruz. Ruhban
sınıfının bu suistimalini engellemeyen her ülke de bunun zararını görecektir”(
A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 178).
Miklós Zrínyi ayrıca János Vitéz’in Kral
Mátyás aleyhinde kurduğu komployu ve Mátyás’ın bu komploya karşı takındığı sert
tavrı işler. Kralın tutumunu şu cümleyle açıklar: “Silahla, güç kullanarak
karşılık verdi. O rahat bir yolla değil; zorla, kaba kuvvet kullanarak kral
oldu” (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 178; Magyar Irodalmi Lexikon, c.
3, 1978: 604). Zrínyi kendi döneminde Habsburgların kral seçimini engellemek
için mücadele ediyor; Macar tacını onlara vermek istemiyordu. İşte tam da bu
sırada yazdığı eserde, Kral Mátyás’ın güç
kullanarak kral olması örneğini göstererek,
Macarların da aynı şekilde güç kullanarak kendi krallarını seçmesi gerektiğini
vurgulamaktadır. Esere göre, kral seçimi sırasında ülkenin yararına olacaksa,
güç kullanılması uygundur. Böyle bir durumda, buna karşı gelen beylerin de
susturulması gerekmektedir. Zira, o dönemde, bazı Macar beyleri kral seçiminin
iptalini isteyerek, Habsburgların yasal vâris olmasına çalışıyordu. Ayrıca
eserde Mátyás, efsanevî bir kahraman, harika bir varlık ve mükemmel bir
şahsiyet olarak gösterilir. Eserde ortaya çıkan mitolojik unsurlar
Rönesans-Pagan barok tarzından kaynaklanmaktadır (Magyar Irodalmi Lexikon, c.3,
1965: 604).
Macar edebiyatında bu türde yazılmış en
güzel eserlerden biri olan Mátyás Király Életéről Való Elmélkedések bu türde
dünya edebiyatındaki diğer eserlerle yarışabilecek düzeydedir ve klasik Macar
yapıtları arasına girmiştir (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 178;
Magyar Irodalmi Lexikon, c. 3, 1978: 604).
III-D) TÖRÖK ÁFIUM ELLEN VALÓ ORVOSSÁG
(1660, TÜRK AFYONUNA KARŞI MERHEM)
Zrínyi’nin nesir şeklindeki son eseridir.
1660 yılında yazılan eser hem yaşadığı sırada, hem de ölümünden sonra
Zrínyi’nin en çok okunan ve işlenen yapıtıdır. Kitabın isminde, Osmanlı
varlığına alışmışlığın tedavi edilmesi ve Macarların uyuşukluktan kurtulmaları
gerektiğini belirtir. Eser II. Ferenc Rákoczi’in bağımsızlık savaşı sırasında
1705’de Bártfa’da yayınlanır (Magyar Irodalmi Lexikon, c.3, 1965: 604;
Klanizay, 1964: 648-649).
Eserin ana kaynağı Flamen hümanist Augier
Ghislain de Busbec’in (Busbequius) 1581 yılında yazdığı Exclamatio Sive de
remilitari contra Turcam instituenda consilium (Felhivás, Vagyis katonai
vonatkozású tanács a török ellen = Türklere karşı davet yani askerî nitelikli
nasihat)’dur. Hitap şeklini oluştururken bu kitaptan esinlenmiş; bu kitaptaki
olayları Macaristan’daki olaylarla değiştirmiştir (A Magyar Irodalom Története,
c.2, 1964: 179; Klaniczay, 1964: 654). Zrínyi’nin bu eseri, kaynağından daha
başarılı olmuş ve büyük ses getirmiştir. A Török Áfium Ellen Való Orvosság,
Zrínyi’nin nesir eserleri arasında en iyi düzenlenmiş ve kurgusu yapılmış eser
kabul edilir. Macaristan’ın o anki durumunun kaba taslak anlatıldığı bölüm ve
önerilen görevlerin nasıl yapılacağının ayrıntılarıyla anlatıldığı bölüm olmak
üzere, iki kısma ayrılır (Magyar Irodalmi Lexikon, c. 3, 1978: 604).
Miklós Zrínyi, eserin ilk bölümünde ülkesi
için duyduğu endişeyi anlatır. Erdel güçlerinin yok olmasıyla dehşete
kapıldığını belirttikten sonra, bu durum karşısında Macarların yiğitliğini,
cesaretini kaybettiğini, orduda disiplinsizlikler meydana geldiğini ve bundan
utanç duyduğunu anlatır. Zrínyi, zor durumdaki Macarların kendi savunmalarını
kendilerinin yapmasını haykırır: “Tehlike yurdumuzda, kemirici yakıcı ateş
yurdumuzda! Masumiyetin ve sabrın bize faydası
yok! Avrupa’nın büyük, güçlü yardımını da
umamayız” (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 179). Bu sözleriyle Zrínyi,
Macarların kendi ülkelerini savunacak kadar güçlü olduğunu ve yabancıların
yardımının her zaman zararlı olduğunu anlatmaktadır. Yabancı yardımını
istemeyişindeki en önemli sebep, eserin yazıldığı dönemde uç kalelerdeki Alman
askerlerinin Macar köylerini yağmalayarak, halka zulüm yapmasıdır. Zrínyi’nin
ülkenin bu kötü günlerinde hiçbir şey yapmadan oturan soylulardan ve
disiplinsiz Macar ordusundan bahsettiği kısımlar, eserin en etkileyici
bölümleridir. Tüm bunlar eserin birinci bölümünü yani hastalık kısmını
oluşturmaktadır (Magyar Irodalmi Lexikon, c.3, 1965: 604; Klaniczay, 1964:
656).
Eserin ikici bölümü, tedavi kısmıdır.
Önerilen tedavi ise, Macarların Osmanlı hâkimiyetinden kurtulması için düzenli
bir ordu kurmasıdır. Bununla ilgili tasarılar anlatılır. Bu bölümde kurulacak
düzenli ordunun büyük kısmını köylülerin oluşturması ve savaş anında ulusun
topyekün silah altına alınması önerilir. Köylülerin silah altına alınması
fikrini, Romalı yazar Vegetius’tan almıştır. Kurulacak ordunun komutasının bir
Macar’da olması gerektiğini belirtir. Zrínyi’nin ordunun giderlerini karşılamak
için sunduğu öneri de, oldukça önemlidir. Ona göre giderler vergilerle değil,
soylulardan alınacak paralarla karşılanmalıdır: “İlk önce ulusun önde
gelenlerinden toplamalıyız, daha sonra tebaalarından” (A Magyar Irodalom
Története, c.2, 1964: 179; Klaniczay, 1964; 669; Perjés, 1965: 270).
Eserin dikkati çeken bir başka yönü ve
sunulan çözümlerdeki gerçekçiliktir. Yurtseverlik teması çok iyi işlenmiş ve
okuyucuya hitap şekli ustaca yapılmıştır. Eser, Zrínyi’nin Macar halkına en çok
etki eden yapıtıdır.
Miklós Zrínyi, aynı zamanda, Macar
edebiyatında barok lirik şiir ve destanının kurucusu sayılmaktadır. Diğer
taraftan, savaş bilimi ve politika hakkında
yazdığı eserler de birer şaheser olarak
nitelendirilir. Düzyazı alanındaki eserleri, Macar edebiyatının yapı
taşlarındandır. Stil olarak kuru, basit ve tekdüze değildir. Eserleri
benzetmeler, Macar deyimleri ve atasözleriyle doludur. Okuyucuya, onlarla
birebir konuşuyormuş hissi verir. Bu da eserlerinde sıkça yaptığı hitaplardan
kaynaklanmaktadır. Okuyucuya sıkça seslenerek, diyaloglarla olaylara dikkat
etmesini söyler. Kendi yaptığı yanlışlıkları itiraf ederek, okuyucunun da aynı
yanlışlıklara düşmemesi için dikkat etmesini öğütler. Zrínyi’nin tüm
düzyazılarındaki ana fikrin Szigeti Veszedelem ile bütünlük teşkil etmesi,
önemli bir unsur olarak kabul edilmektedir: “Özgür Macaristan, mutlu ve zengin
Macar halkı”.
Miklós Zrínyi’nin Szigeti Veszedelem’den
önceki yıllara ait 5 aşk idili bulunmaktadır. Bunlardan dördünü ilk karısı
Eusébia Droskovics yzmıştır. Eusébia, şiirlerinde Viola adıyla anılmaktadır. Bu
5 aşk idilinin ilki olan Vadász és Echo ise, şairin aşık olduğu Miklós
Eszterházy’nin kızı Anna Júlia Eszterházy’e yazılmıştır. Daha önce de
belirttiğimiz gibi, Miklós Zrínyi 1642 yılında Júlia’ya kendisiyle flört etmek
istediğini söylemiş, fakat reddedilmiş; bundan 2 yıl sonraysa Júlia, Ferenc
Nadásdy ile evlenmiştir. Miklós Zrínyi yaşadığı bu aşk acısyla 1642’de Vadász
és Echo’yu yazar. Şiir süslü ekolu şiir tarzında yazılmıştır. Şiirde
Balassi’nin ve Marino’nun ekolu şiirlerinin izleri bariz bir şekilde
görülmektedir. Ancak Vadász és Echo’da Balassi’nin etkisi, Marino’ya oranla
daha fazladır. Bunu, Zrínyi’nin daha gençlik yıllarında Balassi’nin aşk
idillerini ve aşk şarkılarını okuyup özümsemiş olmasına bağlayabiliriz.
Şairin ilk karısı Eusébia’ya yazdığı diğer
4 aşk idili ise Viola İdilleri olarak anılmaktadır. Miklós Zrínyi, Eusébia’nın
Kont Frangepan ile nişanlı olmasına rağmen onun kalbini çalmayı başarmış ve
Eusébia 1645 ilkbaharında Kont
Frangepan ile olan nişanını bozmuştur.
Zrínyi ve Eusébia 4 haziran 1645’de Klenovnik kalesinde nişanlanmışlar ve 11
Şubat 1646’da evlenmişlerdir. Viola İdilleri’nin de bu yıllarda yazıldığı
tahmin edilmektedir. Bunlardan Idilium adlı iki şiiri, nişandan önce
yazılmıştır. Her iki şiirde de Viola’nın acımasızlığından şikayet edilmekte ve
Viola’nın, şairin kendisini değil de, Licaont’u sevmesine duyulan sitem dile
getirilmektedir. Şiirdeki Licaont, gerçekte Kont Frangepan’ı karşılamaktadır.
Titirus ve Viola’nın konuşmasını içeren
Fantasia Poetica’da ise Viola, Kont Frangepan’dan ayrılır ve şair sonunda
aşkına kavuşur. Konunun içeriğinden yola çıkarak şiirin 1645 ilkbaharında
yazıldığı söylenebilir. Zira o sırada Eusébia, Kont Frangepan’dan ayrılmış ve
Miklós Zrínyi ile nişanlanmıştır.
Şair, son şiiri Arinna Sírása’yı 1645
sonbaharında yazmıştır. Şiir, nişanlı çift arasına bir yanlış anlamayla giren
soğukluğu anlatmaktadır. Bu olayın yarattığı aşk acısını şairin 4. mısrasının
şu dizelerinde görebiliriz:
Én Márst énekelek haragos fegyverrel
Kinzó szerelmemet hogy felejtsem evel;
(Négyesy, 1904: 262). “Ben kızgın silahımla çağırıyorum Mars’ı
Unutayım diye acı veren sevgilimi”;
Şairin yukarıda bahsettiğimiz dört
idilinde, İtalyan idil tarzının büyük etkisi görülmektedir. İlk Idilium’un
yapısı Marino’nun Amintos Szerelme Amarillis Nimfához (Amintos’un Su Perisine
Olan Aşkı) ve Sospiri d’Ergosto adlı şiirlerinin yapısıyla neredeyse aynıdır.
İkinci Idilium’un yapısı ise yine Marino’nun La Ninfa Avara adlı şiirine
benzemektedir (A Magyar Irodalom Története, c.2, 1964: 164).
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Viola
İdilleri İtalyan barok idil tarzı şiirlerinin etkisiyle yazılmıştır. Ancak,
buna rağmen, Miklós Zrínyi, Viola İdilleri’ne kendi yaşadığı çevreyi, bulunduğu
yerin bitki ve hayvanlarını yansıtmıştır. Ayrıca
şair, idillerinde folklorik halk motifleri
de kullanmıştır. Bunları en çok Fantasia Poetica’da görmekteyiz. Ayrıca Miklós
Zrínyi, çeşitli batıl halk inançlarını da şiirlerine katmıştır. Halk
gelenekleri ve inançlarının Miklós Zrínyi’nin yaptığı gibi bilinçli bir şekilde
kullanılması, Barok tarzında alışılmış bir yöntem değildir. Bundan da Miklós
Zrínyi’un idillerinde şaşırtıcı ve alışılmamış motifler kullandığı
anlaşılmaktadır.
Miklós Zrínyi, bu şiirlerinin dışında,
1659’da henüz çok küçük olan oğlunun ölümü üzerine bir ağıt ve karısının ölümü
üzerine güçlü vatan sevgisinin işlendiği bir dua niteliğindeki Feszületre’yi
yazmıştır Ayrıca şair, Macar kralları hakkında bir epigram serisi yazmaya
başlamış; fakat bu çalışma yarım kalmıştır (A Magyar Irodalom Története, c.2,
1964: 164-165; Négyesy, 1914: 28).
IV. BÖLÜM
SZIGETI VESZEDELEM ADLI ESERİN İNCELENMESİ
IV.1) DESTANIN
YAZILIŞ AMACI
Szigeti Veszedelem gerek edebi, gerek
tarihi, gerekse dilbilimsel açıdan son derece önemli bir kaynaktır. Edebi
açıdan güzelliği tartışılmaz olan eser, oluşumunda Macar sözlü geleneğini,
tarih yazıcılığını temel aldığından, tarihi açıdan da incelenmesi gereken bir
eserdir. Dil kullanım özellikleri ve bazı seslerin gösteriliş biçimi de son
derece önemlidir. Ayrıca, bazı ifadelerdeki Türk düşünce yapısı ve bunun
deyimlere yansıması; eserde geçen Türkçe adlar da değerlendirilmesi gereken
unsurlardır.
İyi bir eğitim alan ve uzun yıllar Osmanlılarla
savaş meydanlarında; Habsburglarla da siyasi cephede mücadele eden Miklós
Zrínyi, sahibi olduğu geniş topraklarının ve mülkünün vergisini vererek, rahat
bir hayat sürmek yerine bağımsız Macaristan için mücadeleyi seçmiştir.
Macar kaynaklarında Zrínyi, dünya edebiyat
tarihinde destan yazan tek komutan olarak gösterilmektedir (Veress-Korsás,
2001: 22). İşlediği tüm konuları savaş meydanlarında yaşadığından, anlatımı çok
canlı ve gerçekçidir. Eserin başlarında Osmanlı ve Macar askerlerinin dış görünüşleri
tasvir edilir; giyimleri, silahları ve davranışları ayrıntılarıyla anlatılır;
daha sonra esas konuya geçilir. Kişilerin ve olayların iç özellikleri ile
geçmişte kazanılmış galibiyetlerden bahsedilir. Olayların ve konuların doğrudan
anlatımı yeğlenmemiştir. Olayların gelişimi, nedenlerinden başlayarak
aktarılır. Doğa üstü güçler ise, olay kurgusu içinde sıkça karşımıza
çıkmaktadır.
Eserin geniş bir şekilde incelenmesine
geçmeden önce çok kısa bir özetini bu bölümde vermeyi uygun bulduk.
15 bölümden oluşan eser, cennet kurgusuyla
başlar. Tanrı, günahlarından dolayı Macarlara öfkelenir ve günahkar hayatlarını
bırakıp doğru yola dönene kadar onları cezalandırmaya karar verir. Tanrı ile
Cebrail’in konuşmasının ardından, cehennem baş zebanisi, Mikail tarafından
serbest bırakılır. Zebani, Kanunî Sultan Süleyman’a, babası Yavuz Sultan Selim
şeklinde rüyasında görünür ve onu Macarlara karşı nefretle doldurur. Sultan
büyük bir hiddetle ordusunu toplar ve Macaristan’a hareket eder.
Komutan Miklós Zrínyi, bir sabah dua
ederken önüne eğildiği haçın üstündeki Hz. İsa sureti ona Tanrıdan bir haber
verir ve kendisinin şehit olacağını söyler. Bu arada Macar uç kalelerinde
Osmanlılar belirmiş ve buralarda savaş başlamıştır. Zrínyi, gelen ilahi
uyarıyla başarılı baskınlar yaparak Osmanlı ordusunun yönünü kendisine
çevirmeyi başarır ve Sigetvar kuşatması başlar.
Macar ve Hırvat savaşçılar kaleyi
kahramanca savunurlar ve Osmanlılara ağır kayıplar verdirirler. Bunlardan
birinde Deli Víd, genç Hamvívan’ı öldürür. Hamvívan, Osmanlı ordusunun en güçlü
Kölemen komutanlarından olan Demirham’ın yakın arkadaşıdır. Demirham bu olay
üstüne hiddetlenir ve arkadaşının intikamını almaya yemin eder. Çarpışma
alanında Demirham ve Deli Víd karşılaşır. Aralarındaki çarpışma, ara ara,
kuşatma sonuna kadar devam eder.
Kuşatmayı yarma hareketleri esnasında,
Zrínyi de savaşçılığıyla göze çarpmıştır. Kendisi yenilmez ve durdurulamaz bir
kişi olarak görülür. Kale savunucuları büyük başarılar kazanırken, kayıpları da
artmaya başlamış ve erzak stokları azalmıştır. Kale savunucuları, bu
sıkıntılarını krala bildirmeye karar verirler. Krala iki haberci
gönderilecektir. Bunlar Rodivoj ve Juranics’dir. Gece karanlığında kaleden
çıkmaya çalışırken Türkler tarafından fark edilip öldürülürler. Bunun üzerine
kaledeki Macarlar, yardım istemek için bir
posta güvercini göndermeye karar verirler. Ancak gönderilen haber güvercini
Sultan Süleyman’ın çadırına konar ve Osmanlıların eline geçer.
Osmanlı tarafında çoktandır oluşan kalenin
alınamayacağı düşüncesi artık yerini rahatlamaya bırakmıştır. Yakalanan
güvercin, Macarların zor durumda olduğunu göstermiş ve Osmanlı Ordusunu
cesaretlendirmiştir. Çünkü, krala gönderilen mesajda Macarların sayılarının
azaldığı ve erzaklarının bitmek üzere olduğu yazılıdır. Osmanlı ordusu artık
kesin sonuca giden saldırı için hazırlanmaya başlar. Osmanlı büyücüsü Alderan,
cehennemdeki ruhları da yardıma çağırır.
Zrínyi ve geriye kalan 500 askeri iç kaleye
çekilmek zorunda kalırlar. Artık hiçbir ümitleri kalmamıştır. Hep birlikte
ölüme hazırlanırlar. Bunlar olurken, Deli Víd ve Demirham kale yakınlarındaki
çayırda tekrar karşılaşırlar. İkisi arasındaki mücadele yeniden başlar. Yavuz
ataklarla birbirlerine karşılık verirler ve sonunda her ikisi de aldıkları
yaralarla ölür.
Tanrı, kale savunucuların çaresiz durumunu
görerek ordusuyla onlara yardım gönderir. Bir melek alayı aşağı iner ve
cehennem ruhlarını geldikleri yere geri gönderir. Kale savunucuları, son
anlarının geldiğini bilmelerine rağmen, canla başla savaşa devam ederler.
Meleklerin de yardım ettiği Zrínyi, önce Deliman’ı sonra da Sultan Süleyman’ı
öldürür. Sonra, ölümü askerleriyle birlikte karşılamak üzere adamlarının yanına
döner. Sona gelinmiştir. Yeniçeriler, devasa gücünden dolayı yanına
yaklaşamadıkları Zrínyi’yi ancak uzaktan tüfekle öldürebilirler. Gökten inen
melekler onların ruhlarını cennete götürür. Kale Osmanlıların eline geçer.
Eserde, sayıların belli olayları belirtmek
ve mesaj vermek için farklı bir şekilde kullanıldığını görmekteyiz. Örneğin,
XIII. bölümde kale savunucularının
kaderleri olumsuz yönde değişir ve şehit
olacakları vaktin geldiğini anlarlar. Yine
XIII. bölümde Osmanlılar, Macarların
gönderdiği posta güvercinini ele geçirir. Burada 13 sayısının uğursuzluğu
gösterilmiştir. Ayrıca 1566 dörtlükten oluşan eser, bu dörtlük sayısıyla
Sigetvar kuşatmasının yılını da gösterir.
Şair Zrínyi, Avrupa güçlerine duyduğu
güvensizliği destanında açıkça yansıtmıştır. Eserde Sigetvar kahramanı
Zrínyi’nin yardım ümitleri boşunadır.
Eserde en şaşırtıcı olay olarak; şairin
gerçeği bilmesine rağmen; Sigetvar kahramanı Zrínyi’nin bizzat kendisinin
Sultan Süleyman’ı öldürmesini sayabiliriz. Zira, bildiğimiz gibi Kanunî Sultan
Süleyman kale alınmadan üç gün önce hastalığından dolayı ölmüştür.
Şair, dini olaylara da değinmektedir. Tıpkı
İslam inancında savaşta ölünce şehit olunması gibi, Macarlar da kendi
dinlerinin gerektirdiği gibi düşmana karşı savaşta ölünce cennete giderler.
Ölen Macarların ruhlarını gökten inen melekler cennete taşır, buna karşılık
ölen Osmanlı askerlerinin ruhları zebaniler tarafından cehenneme götürülür.
Eserde olayların tümü Tanrının isteği
doğrultusunda gerçekleşir. Tanrı, işledikleri günahlardan dolayı Macarları
cezalandırmak için Osmanlı ordusunu onların yurduna gönderir. Amaç Macarların bertaraf
edilmesi değil, onlara bir ders verilmesidir. Macarlar, ancak kendi rızalarıyla
günah işlemekten vazgeçerlerse bu beladan kurtulacaklardır. O zaman Tanrı
onları cezalandırmaktan vazgeçecek ve Osmanlıları geri gönderecektir.
Osmanlılar eserde düşman değil, sadece Tanrının aracıdır.
Destanda Macarların Osmanlılara karşı
giriştikleri mücadele tüm Hıristiyanlık aleminin ve Avrupa’nın savaşı olarak da
gösterilmektedir. Küçük bir
Macar kale savunması, dünya tarihindeki en
seçkin ve en önemli kuşatma şeklinde sunulur.
Zrínyi destandaki kişileri, rollerini ve
olay kurgusunu iki yönlü kurmuştur. Örneğin, Osmanlı ordusunu anlatırken onları
kötülemez; aksine onlardan saygın, onurlu düşmanlar olarak söz eder. Fakat
diğer yandan Macar ordusu bu saygın ve onurlu düşmanı her fırsatta yener.
Böylelikle de Macarlar yine yüceltilmiş olur.
Savaş esnasında Osmanlı ordusundaki kişiler
şahsi değerleri için bölünmüş görünürler. Ordunun başında bulunan Sultan
Süleyman’ın gücü bile bu grupları bir arada tutmaya yetmez. Buna karşın
Macarlar, ilahi amaçları ve değerleri için birbirlerine kenetlenmişlerdir.
Birbirlerine daima yardım edip, tek vücut şeklinde hareket ederler. Böylece
şair, eserde birçok kez hatırlattığı Macar ulusunun günahkarlığını ve
bölünmüşlüğünü Osmanlılara yansıtmış olur.
Şair, çok az sayıdaki kale savunucularının
sayıca çok olan Osmanlı ordusuna karşı direnişini ileriki nesillere
hissettirmek ve onları ateşlemek için abartarak anlatmaktadır. Şair Zrínyi,
Osmanlı ordusunun büyüklüğünü de oldukça abartmıştır.
Zrínyi, iki düşman komutanın
betimlenmesinde de çok titiz davranır. Kanunî Sultan Süleyman’ı sadece Osmanlı
ordularının komutanı olarak değil; aynı zamanda dünyanın en güçlü
imparatorluğunun tüm yönetimini elinde tutan bir önder olarak anlatır. Komutan Zrínyi
ise, bir Macar uç kale komutanıdır sadece. Fakat buna rağmen eserde her yönden
Sultan Süleyman’dan üstün tutulur.
Şair, büyükbabasını sadece yurt sever,
onurlu ve iyi bir komutan olarak değil, aynı zamanda askerleriyle bir baba gibi
ilgilenen, düşünceli, onların dertlerini paylaşan, askerlerinden biri öldüğünde
oturup onun için ağlayan, tüm askerlerin adını bilen biri olarak anlatmaktadır.
İki komutan arasındaki ölüm sahnelerinde
bile ayrımcılık mevcuttur. Zrínyi sayısız Osmanlı askerini öldürdükten sonra
Sultan Süleyman’la teke tek dövüşür. Sultan Süleyman, Zrínyi’nin dengi bir
savaşçı olarak değil, sadece onun gücüne boyun eğen biri olarak gösterilmiştir.
Zrínyi’nin Sultan Süleyman’ı öldürmesinin ardından Sultanın ruhu zebaniler
tarafından cehenneme götürülür. Buna karşın Zrínyi’nin ölümü azizlere ve
kahramanlara yakışacak cinstendir. Önünde kimsenin duramadığı Zrínyi’yi ancak
bir yeniçeri uzaktan tüfekle alnının ortasından vurarak öldürülebilmiştir. Bu
noktada bile onun öldürülmesi tesadüfen meydana gelen bir olay gibi kaleme
alınmıştır. Zrínyi, ölümünün ardından Hıristiyanlık inancına göre azizlik
mertebesine çıkarılmıştır. Eserin tümünde komutanın hayatı, Hz. İsa’nın
hayatıyla benzerlik gösterir. Zaten eserin başı da bu benzetmeyle
başlamaktadır. Komutan ilahi güçler vasıtasıyla Osmanlı ordusunun saldırıya
geçeceğini haber alarak Tanrı’ya dua etmektedir. Komutan bu duasında yalnız
Sigetvarlılar için değil, tüm ulusu için Tanrıya yakarmış, ulusunun
bağışlanması için kendini kurban olarak adamıştır.
Şair, eserinde Macarların yenilgisini büyük
bir manevi zafere dönüştürmüş, Osmanlının zaferlerini ise elinden geldiğince
küçültmüş ve basitleştirmiştir. Zrínyi, kuşatmanın sonucunu Macarların şanlı,
mert yenilgisi; Osmanlının sönük zaferi şeklinde göstermiştir. Bir avuç
Macar’ın neler yapabileceğini göstererek gelecek nesillere örnek oluşturmuş
öğütler vermiş; onlara dini duygular, yurtseverlik ve ailevi bağlılık gibi
temel kavramları aşılmaya çalışmıştır.
VII. Miklós Zrínyi, uzun yıllar boyunca
yaptığı çalışmalar, etütler ve sahip olduğu bilgi birikiminden sonra, artık
eserini yazmaya hazırdır. Szigeti Veszedelem’den önce de aşk ve sevgi konulu
şiirler yazan Miklós Zrínyi gerçek bir
edebiyat ustası olduğunu 26 yaşında,
Sigetvar kuşatmasını işleyen bu destanla, yani
Szigeti Veszedelem’le kanıtlamıştır.
Yaptığı araştırma ve ön çalışmalar, eserin
kısa sürede yazılabilmesini sağlamış; Szigeti Veszedelem 4-5 ay gibi kısa bir
zaman zarfında bitmiştir. Destan bu kadar kısa sürede yazılmasına rağmen, edebî
açıdan hiçbir değer kaybetmemiş ve mükemmel bir eser olarak Macar edebiyatında
yerini almıştır.
Şair, destanının giriş kısmında,
Vergilius’un Aeneis’i on yılda yazdığını; kendinin ise destanını bir kışta
bitirdiğini söylemektedir (Szörényi, 1993: 18). Elbette ki birkaç ay böyle bir
eseri yaratmak için çok kısa bir süredir. Ayrıca, 1645 sonbaharında şairin
nişanlısıyla arasına bir soğukluğun girdiğini, daha sonra 11 Şubat 1646’da bu
soğukluğun sona ermesiyle, Zrínyi’nin nişanlısıyla evlendiğini ve diğer
problemleri de unutmamak gerekir. Çünkü, önce nişanlıların arasındaki
problemler ve daha sonra bunların halledilmesi, ardından düğün, balayı gibi
iniş çıkışların yaşandığı bir dönemin böyle bir destan yazmaya pek de uygun
olmadığı muhakkaktır. Ancak o döneme kadar yaptığı araştırmalar, yaşadığı
olaylar, edindiği politik tecrübeler ve verdiği mücadeleler, şairin eserini
yazmasını kolaylaştırmış ve bu öğeler eserin altyapısını oluşturmuştur.
Szigeti Veszedelem’in yazılışında öncelikle
iki önemli faktör etkili olmuştur. Bunlardan biri Osmanlı, diğeri Habsburg
tehlikesidir. Osmanlılar akınlarla tahribatta bulunmakta ve Macaristan’ı
doğrudan doğruya tehdit etmektedir. Habsburglar ise, Osmanlılar kadar açık
oynamayarak, Macar ulusu üzerinde çeşitli entrikalar çevirmekte ve ülkeyi
Osmanlılara karşı kalkan olarak kullanmaktadır. Şairin bu iki tehlikeyle
sürekli mücadele halinde bulunması, bu güçlerin Szigeti Veszedelem’e konu
edilmelerine neden olmuştur. Verilecek tepki ise özünde Macarların
bölünmüşlüğünü engelleyeceğinden, destanın
da yazılış amacını oluşturmaktadır. Eserin amacı, Macarları birleştirmek ve
onlara bağımsızlık duygusu aşılamak, tehlikelere karşı birlik halinde ne
yapılacağını göstermektir.
Destanın yazılışına etki eden en önemli
olay, Osmanlı akınlarıdır. Nitekim şair, destanı yazarken dahi bu akınlarla
mücadele etmek zorundadır. Topraklarının yönetimini eline almasından, destanını
yazana kadar geçen 8 yıl boyunca Osmanlılarla sürekli mücadele halindedir.
Macar ulusunun geleceğinin iyi olmadığını ve ülkenin parçalanışını görmektedir.
Osmanlı birlikleriyle girdiği mücadelelerde, zihninde Osmanlı hâkimiyetinden
kurtulma olasılığı belirir. Bunu gerçekleştirmek için de Macarlara yurt sevgisi
aşılanmalı ve milli ordu kurulmalıdır (Perjés, 1965: 128; Klaniczay, 1964: 79).
Macar ordusunun yetersizliğini yaşadığı
tecrübelerle öğrenir. 1642, 1643 ve 1644’te Habsburg imparatorluk ordusuyla
İsveç ve I. György Rákóczi’ye karşı savaşırken, Macarlar sadece ikincil
görevlere atanır. Çünkü Macarların ne teçhizatları ne eğitimleri ne de
disiplinleri düzenli bir orduya göredir. Şair, bu savaşlarda Habsburgların
çıkarlarıyla Macarların çıkarlarının uyuşmadığını görür. İsveçliler ile
Odera’da yapılan savaşın Macarlara ne gibi bir yararı olabilir ki? Odera çok
uzaktadır ve Macar ordusu ülkeden bu derece uzaktayken, Osmanlı akınlarına kim
nasıl karşı koyabilecektir? Ayrıca şair, I. György Rákoczi’ye karşı yapılan
savaşta Habsburg yönetiminin ve Macarların Osmanlı sorununa bakış açılarının
tamamen zıt olduğunu da görür. Habsburglar, batıyla fazla meşgul olmaları
nedeniyle değil Macaristan’ı Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmayı, bu yönde en
ufak bir harekette dahi bulunmayı düşünmemektedir. Kendileri düşünmedikleri
gibi, Macarları da bu tip faaliyetlerden men ederler. Osmanlı ile olası bir
savaşı göze
alamayan Viyana, bağımsızlık isteyen
Macarların Osmanlı’ya karşı yürüttüğü mücadeleyi engellemek istemektedir.
Bağımsızlık isteyen Macarların mücadelesi büyürse olası bir Osmanlı seferinin
Viyana’yı yıpratması sözkonusu olacaktır. İşte Viyana, bu nedenle, Macarların
böylesi faaliyetlerini yasaklar ve katılanları sert bir şekilde cezalandırır
(Perjés, 1965: 128-129).
Şair, tüm bu olayların çözümünü, Macarların
yaşananların iç yüzünü görmesini sağlamakta ve büyük bir bağımsızlık savaşı
yapmakta görür. Bunun için de, öncelikle ne bir ordu ne de çağdaş ordu yönetimi
gereklidir. İlk yapılması gereken şey, dinî çekişmelere son vererek, politik
birliğin sağlanmasıdır. Ahlakî yozlaşma, erdemlerin yok olması ve gerçek
dindarlığın saptırılması nedeniyle, insanlara nedensiz nefret tohumları
aşılanmaktadır (Perjés, 1965:129).
Şair Miklós Zrínyi, bahsettiğimiz bu
olumsuzlukları düzeltmek, halkı içinde bulunduğu derin uykudan uyandırmak için
ne yapabilirdi? Kafasındaki programı halka nasıl yayacaktı? İşte şair tüm bu
soruların yanıtını şiir yazmakta bulmuştur. Feodalizm döneminde bu tür politika
programları destan yoluyla geniş kitlelere ulaştırılabiliyordu. Bu nedenle Şair
Miklós Zrínyi de bir destan yazmış ve halkını aydınlatmaya çalışmıştır.
IV.2) DESTAN
KONUSUNUN SEÇİMİ
Çalışmamızda daha önce belirttiğimiz gibi,
Szigeti Veszedelem’in konusu 1566 Sigetvar kuşatmasıdır. Dönemin olaylarını ve
şairin yaşamını göz önünde bulundurduğumuzda, bu konunun seçilmesi için bazı
psikolojik süreçlerden geçildiği muhakkaktır. Özellikle, şairin çocukluk
döneminden beri Sigetvar kuşatması ve büyük büyükbabası Miklós
Zrínyi(1508-1566) hakkında dinlediği hikâyeler kendisinde derin izler
bırakmıştır. Şairin yaşadığı olaylar, katıldığı mücadeleler ve politik
tecrübeleri destan konusunun oluşumunda çok etkili olmuştur.
Tarihî gerçekler ışığında, Sigetvar
Osmanlı’nın aldığı birçok kaleden çok daha önemsizdir. Ayrıca, kuşatmayı
Osmanlılar kazanmıştır. Öyle ise, neden destan konusu olarak Sigetvar kuşatması
seçilmiştir? Belki de bunun en önemli nedeni, Sigetvar kalesi komutanının
şairin büyük büyükbabası olması ve Sigetvarlıların Osmanlı’ya karşı direniş
göstererek, kuşatma süresini uzatmasıdır. Bu, davranış, o dönem Osmanlıya karşı
hiçbir varlık gösteremeyen Macarlar için çok büyük bir başarı sayılmaktadır. Bu
nedenle, o dönemde yaşayanlar ve sonraki nesiller bu kuşatmaya farklı bir önem
yüklemeye çalışmışlar ve Osmanlı’nın gücünü bu kuşatmayla kırdıklarını
düşünmüşlerdir. Bunu düşünmelerindeki en büyük sebep ise,
1568’de, yani Sigetvar’ın zaptından iki yıl
sonra Edirne (Drinápoly)26 barışının
imzalanması ve bu tarihten itibaren 15 Yıl
savaşına kadar Osmanlı’nın Macaristan’da önemli topraklar elde edemeyişidir. Bu
olaylar, Sigetvar kuşatmasının Macarlar açısından bir dönüm noktası olduğu
inanışını güçlendirmiştir. Bu konuda pek çok eser ve halk şiiri yazılmış ve bu
inanış halk arasında da iyice yayılmıştır. Bu durum,
26 29
şubat 1568 de yapılan anlaşma 8 senelik bir barış anlaşmasıdır. 8 sene zarfında
her iki taraf da barışın bozulmaması için çaba göstereceklerdir.
kuşkusuz Sigetvar kuşatmasının destan
konusu olarak seçilmesini elverişli hale getirmektedir (Klaniczay, 1964:
122-124).
Şairin büyük büyükbabası Miklós Zrínyi’nin
Sigetvar kalesi komutanı olmasının ve şairin ona duyduğu saygının konu seçiminde
çok büyük etkisi olmuştur. Şairin büyük büyükbabası Miklós Zrínyi bahsettiğimiz
halk şiirlerinde, rivayetlerde ve daha birçok eserde baş kahramandır ve
Kanunî’nin seferinin başarısız olmasının sebebi olarak gösterilmektedir. O,
yazılan bu eserlerde Macarların ve Hıristiyanlığın koruyucusu haline gelmiştir.
Kuşkusuz bunlara şair de katılmaktaydı; çünkü Komutan öncelikle onunla aynı
kanı taşıyordu. Soylu meclislerinde onun hikâyeleri anlatılıyordu. Bu
kahramanlık öyküleri şaire ve kardeşi Péter’e de küçük yaşlarda aşılanmıştır.
Ayrıca şairin gençlik döneminde okuduğu tarihî kaynaklarda da büyük
büyükbabasından övgüyle söz edilmekteydi. Bu nedenle şair Miklós Zrínyi, kendi
kanından olan Sigetvar komutanını yüceltmesi gerektiğine kanaat getirmiş ve destan
konusu olarak Sigetvar kuşatmasını seçmiştir (Négyesy, 1914: 30-31).
Kuşatmanın Osmanlı lehine sonuçlanması
konunun uygun olup olmadığını gündeme getirir. Bu da destanda bazı tarihî
gerçeklerin göz ardı edileceği, ya da değiştirileceği anlamına gelmektedir. Bu
nedenle şimdi Sigetvar kuşatmasının destan yazmaya uygun bir konu olup olmadığı
ve destanda Osmanlı’nın yenik tarafmış gibi gösterilmesi fikrinin kabul görüp
görmeyeceği sorularına yanıt bulmaya çalışalım.
O dönemde Osmanlı’ya karşı propaganda yapmaya
en elverişli konu, yine Osmanlı’ya karşı verilen mücadelelerden biri
olabilirdi. Bu bakımdan, şairin konu olarak 17. yüzyıl uçkale mücadelelerinden
birini seçme olasılığı yoktur. Çünkü o dönemde söz konusu mücadelelerde
Osmanlılara karşı büyük bir direniş gösterilmemiştir. Bu nedenle Mohaç sonrası
dönemde yaşanan mücadelelerden biri
seçilmeliydi. bahsi geçen dönemin 16.
yüzyıl tarih yazarları tarafından “Macarların çöküşü ve yozlaşma” dönemi olarak
adlandırıldığını da unutmamak gerekir. Bu çöküş döneminde Osmanlı’ya karşı
kazanılmış küçük bir zafer dahi halka cesaret ve kendini düzeltme fırsatı
verebilecektir. Aslında bu tip mücadeleler de yok değildir (Klaniczay, 1964:
122).
Şairin Osmanlıların yenilebileceğini
inandırıcı kılmak için, öncelikle iyi bir seçim yapması gerekmektedir. 16.
yüzyıl Osmanlı-Macar uçkale mücadeleleri arasından doğru seçilecek bir örnek
halka ve gelecek nesillere yalnız Osmanlılara karşı değil, ileride karşılarına
çıkabilecek tüm düşmanlara karşı cesaret verebilecektir.
Kahramanlık destanlarında, konunun tüm
ulusu ya da insanlığı etkileyecek son derece önemli bir olay olması
gerekmektedir. Macarların 16. yüzyılda topraklarını savunmak için yaptığı
savaşlar ve uçkale mücadeleleri, kuşkusuz tüm ulusun kaderini etkilemesi bakımından
son derece önemlidir. Ancak bu mücadelelerin en belirgin özelliği Osmanlı’ya
karşı hiçbir etki sağlanamayışıdır. Bu mücadeleler değil Osmanlı’yı durdurmayı,
onları yıpratmayı dahi başaramamıştır. Bu nedenle şair, Osmanlı-Macar
mücadelelerinde dönüm noktası teşkil edecek bir çarpışma bulamamış ve Macar
halkına özgürlük duygusu aşılayacak destanı yazma fikri çıkmaza girmiştir
(Klaniczay, 1964: 123).
Teker teker düşen kaleler Osmanlı
ilerleyişini önleyememişlerdir. Esas itibariyle, Sigetvar kuşatması da Osmanlı’ya
karşı verilen mücadelede bir dönüm noktası teşkil etmemektedir. Sigetvar kalesi
güçlü Macar kalelerinden sayılmamakta ve Sigetvar kuşatması da olağanüstü bir
olay olarak görülmemektedir.
Osmanlı’nın 1566 yılında yaptığı sefer pek
de tehlikeli olmamıştır. Hatta bazı söylentilere göre Kanunî, Kral
Miksa’nın(1564- 1576) ordusunu topladığını duyduğunda, Drava köprüsünden geri
dönmeyi dahi düşünmüş; kendisini ilerlemesi konusunda Sokullu Mehmet Paşa ikna
etmiştir (Klaniczay, 1964: 124). Bazı kaynaklara göre, Sigetvar’ı tümünü
düzenli askerlerin oluşturmadığı 40 bin kişilik bir Osmanlı ordusu kuşatma
altına almıştır. Buna karşılık Sigetvarlılar, sayılarının az olmasına ve
kalenin güçsüzlüğüne rağmen, kaleyi cesaretle savunmuşlardır. Bu cesaretin
belki de en büyük kaynağı, kuşkusuz Kral Miksa’nın ordusuyla birlikte yardıma
geleceğinin duyulması ve buna inanılmasıdır (Klaniczay, 1964: 124).
Sigetvar komutanı Miklós Zrínyi ulusu adına
iyi, yetenekli ve yurtsever olmasına karşın, yine de pek çok kötü harekette
bulunmuş, kimi zaman kendi halkına zulmetmiş, kimi zaman da mal mülk sevdasıyla
birçok kişiye zarar vermiştir. Bu tip yasa tanımamazlıklar, o dönem
soylularının belirgin özelliğidir. Ancak destan kahramanının bu kötü
özelliklerine Szigeti Veszedelem’de hiçbir şekilde değinilmemiştir. Eserde,
Komutan mal mülk peşinde koşan biri değildir. Örneğin destanda Komutan, Pécs
alaj beyi İbrahim Bey’in kendisini serbest bırakması için önerdiği büyük
meblâğdaki fidyeyi (600 kilo gümüş, ve 6 tane çok iyi at) kabul etmemiş; bunun
yerine askeri Radován’ın serbest bırakılmasını istemiştir (Szörényi: VI, 48:
72). Oysa, gerçekte olayın böyle olmadığı bilinmektedir. 25 Mayıs 1565’te esir
olarak İstanbul’a götürülen 78 Sigetvar askerinin fidye verilerek
kurtarıldıklarına dair bir iz bulunmamaktadır. Üstelik o sırada Komutan
Zrínyi’nin elinde 100 bin forint değerinde Türk esiri bulunmasına karşın o,
Macar esirleri kurtarmak için bu esirleri kullanmamıştır. Onları, parasını
almak için elinde tutmayı tercih etmişti (Takáts, 1970: 83). Ayrıca, Türk
esirlere destanda anlatıldığı gibi iyi davranmamıştır.
Örneğin, 3 bin altın fidye istediği Mahmut
Ağa adlı esirini bu parayı toplaması için salıvermiş ve yerine kefil olarak bu
esirin kardeşini almıştır. Komutan Zrínyi, fidyeyi
3 yüz forint eksik getiren Mahmut Ağa’nın
kafasını kesmiş ve ona kefil olan kardeşini esir tutmaya devam etmiştir
(Takáts, 1928: 95; Takáts, 1915: 22). Komutan Zrínyi’nin bu acımasız tutumu
sadece Osmanlılara yönelik değildir. Bu konuyla ilgili olarak Péter Orosztonyi,
19 Mart 1566 tarihli mektubunda, Zrínyi’nin adamlarının zengin ve soylu bir bey
olan János Bewjthe’yi esir aldıklarını, ona işkence ettiklerini, mallarına el
koyduktan sonra ise kafasını kestiklerini yazmıştır (Klaniczay, 1964: 125).
Yukarıda belirttiklerimizden sonra açıkça
görülüyor ki, ne Sigetvar kuşatması tarihî gerçekler bakımından destansı bir
konu, ne de Sigetvar komutanı Miklós Zrínyi ideal bir destan kahramanıdır.
Ancak, Osmanlı’ya karşı kayda değer hiçbir başarı elde edemeyen Macarlar için
bu kuşatma, o dönemde destan konusu olarak seçilebilecek tek ve en uygun
mücadeleydi. Bu kuşatma onların gözünde büyük bir anlam ifade ediyordu. Bu
düşüncenin temelinde, bu kuşatmayı kale savaşlarının dönüm noktası olarak
yorumlayan tarihî çevreler yatmaktadır. Kuşatmadan önce de Sigetvar kalesinin
Hıristiyanlığın ve tüm Macar ulusunun kaderini etkileyecek bir kale olduğuna
dair bir rivayet bulunmaktaydı. Bu rivayet daha Sigetvar 1566’da kuşatılmadan
önce kalenin önemini arttırmıştır. Ferenc Tőke’nin 1556’da yazdığı tarihî
şarkıya göre, Sigetvar kalesinin mimarı kale hakkında kehanette bulunmuştur. Bu
kehanet şöyledir:
Háboruság lesz jövendő idünkben Nagy romlás
leszen a kereszténységben, Kevés marad a magyar nemzetségben,
Szerencsétek megfordul e szigetben.
(Klaniczay, 1964: 126)
“Gelecekte savaşlar olacak, Hıristiyanlık
büyük yıkıma uğrayacak, Macar ulusu azalacak,
Ve sonra Sigetvar’da talihiniz geri
dönecek”.
Tüm bunlardan da anlaşılıyor ki Macarlar,
Sigetvar kuşatmasına ve kale komutanı Miklós Zrínyi’ye gerçekte olduğundan
farklı bir önem ve anlam yüklemişlerdir. Kaleyi Hıristiyanlığın ve Macarların
kalkanı, Komutan Zrínyi’yi ise koruyucusu kabul etmişlerdir. Bu inanışlar;
Komutan Zrínyi’nin şairin kanından olması ve şairin kendi hayatında edindiği
tecrübeler, Sigetvar kuşatmasını ideal bir destan konusu haline getirmiş ve
kuşatma, ulusa birlik aşılamak için kullanılmıştır.
IV. 3) SZIGETI VESZEDELEM’DEN ÖNCE SİGETVAR
KUŞATMASINI KONU ALAN ESERLER
1566 yılına Sigetvar kalesi kuşatıldığında,
tüm gözler buraya çevrilmişti. Kale savunucularının direnişi ve Kanunî’nin
ölümü, kaleye olan ilgiyi daha da arttırmıştır. Avrupa ülkeleri de kuşatmayı
yakından takip eder. Yirmiden fazla Alman, Fransız ve İspanyol gazetesinde
Sigetvar kuşatmasından bahsedilmiştir. Özellikle Almanlar, bu kuşatmayla daha
yakından ilgileniyordu. Çünkü Sigetvar’ın düşmesi, Osmanlıların Almanlara biraz
daha yaklaştığı anlamına gelmektedir. Bu ilginin sonucu olarak, Alman şiirinde
Komutan Miklós Zrínyi’nin ölümü üzerine yazılmış birçok ağıt bulunmaktadır.
Komutan Zrínyi’yi konu alan çok ünlü Alman şarkıları da yazılmış; ancak
hiçbirinde Osmanlı’ya karşı verdiği mücadele işlenmemiştir. Özellikle Lorentz
Wessel’in oldukça ünlü şarkısı olan Ein schoen new Lied von den Graffen und
theuren Ritter und Helden Graf Niclaus von Serin’in sekiz kez yayınlandığı
bilinmektedir.
Sigetvar seferini Merahi, Agehi ve Feridun
Bey de işlemiştir.27 Sigetvar kuşatmasının Macaristan’da ve ülke dışında büyük
bir ilgi görmesi, kuşatmanın
27 Kanunî’nin son seferi olan Sigetvar
seferini anlatan Sigetvarnameler, konuyla ilgili en önemli Türk kaynaklarıdır.
Bu kaynakların başında Feridûn Ahmed Paşa’nın, Agehî Mansur Çelebi’nin, Aşık
Mehmed Çelebi b. Ali’nin ve Merahî’nin Sigetvarnameleri ile Âli’nin Heft
Meclis’i ile yazarı bilinmeyen Heft Dasitan adlı eserler gelmektedir (Kurt,
1986: 138; Yurdaydın, 1952: 126).
Viyana’da bir nüshasının olduğunu
Babinger’den öğrendiğimiz Merahî’nin mesnevi tarzında yazılmış Fetihname-i
Sigetvar adlı eseriyle Aşık Mehmed Çelebi b. Ali’nin Sigetvarname’sinin nüshası
taranmış olan Ankara ve İstanbul kütüphanelerinde bulunamamıştır. Âli’nin Heft
Meclis’inin 1316 yılında bir basımı yapılmıştır. Heft Dasitan adlı eserin ise
İstanbul’da biri aynı adla, diğeri de Tarih-i Sigetvar adıyla kayıtlı iki
nüshası bulunmaktadır (Yurdaydın, 1952: 124).
Bunlar:
1- Feridûn
Ahmed’in Sigetvarnamesi (Nüzhet-i Esrâr ül-ahyâr der-ahbâr-ı sefer-i Sigetvar):
Eser Kanunî’nin Sigetvar’a hareketiyle başlamakta ve II. Selim’in tahta çıkması
ve bir yıllık saltanatının anlatılmasıyla son bulmaktadır. Eserin Topkapı
Sarayı Müzesi Kütüphanesi nüshası, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi nüshası ve
Millet Kütüphanesi nüshası bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde
bulunan nüsha Hazine kütüphanesi defterinde 1339 No.da “Ahmed Feridûn,
Süleymanname” şeklinde kayıtlıdır. Eserin adı, beyaz olarak “Nüzhet-i Esrâr
ül-ahyâr der- ahbâr-ı sefer-i Sigetvar” şeklinde yazılmıştır. Bu eser Sigetvar
seferi, Kanunî Sultan Süleyman’ın
önemini şüphesiz arttırmıştır. Kuşatma
döneminde yazılan küçük eserlerden sonra, artık daha kapsamlı edebî eserlerde
de konu ele alınmaya başlanmıştır. Sigetvar kuşatmasından sonra meydana
getirilen bu düzenli ve kaliteli eserler, Sigetvar’a yönelik giderek büyüyen
ilgiyi göstermektedir. Başlangıçtan beri olayın önemini büyütmek amacıyla
yapılan abartılar, bu eserlerde de mevcuttur. Ancak bu öğeler olaylara yeni
bakış açıları da getirmektedirler.
1566’daki kuşatmadan sonra 1568’de
imzalanan Drinápoly (Edirne) barışıyla,
15 Yıl savaşına kadar Osmanlılar ve
Macarlar arasında kayda değer bir savaş olmamıştır. 16. yüzyılda birçok yabancı
edebî eser Osmanlı’nın zayıfladığından ve saldırı gücünün azaldığından
bahseder. Bu bir bakıma doğruydu; çünkü Kanunî’den sonra başa geçen Osmanlı
padişahları, ülke yönetiminde yetersiz ve başarısız kalır. Bu nedenle de
Osmanlı’nın çöküşü başlamış olur. Macar yazarları ise, o dönem bu gerçekleri
göremeyerek, Osmanlı’nın duraklamasını farklı nedenlere bağlar. Hatta kimi
yazara göre duraklamanın sebebi Sigetvar’da meydana gelen olağanüstü
olaylardır. Kimilerine göre ölen Sigetvarlı kale savunucuları Osmanlı’ya öyle
zarar vermiştir ki Osmanlıların güçlerini toplamaya gücü kalmamıştır.
Sigetvar kuşatmasıyla ilgili edebî
eserlerin yazarlarının büyük kısmı, Zrínyi ailesiyle ilişkisi olan kişilerdir.
Bu nedenle eserlerinde, kale komutanı Miklós
ölümü, Sokullu Mehmed Paşa ve II. Selim’in
ilk hükümdarlık yıllarına ait olaylar üzerinde durmaktadır. Türk Tarih Kurumu
Kütüphanesinde bulunan nüsha ise yazmalar defterinde 36 No.da “Tarih-i Sultan
Süleyman ve Sultan Selim” adıyla kayıtlıdır. Varak I-a’nın yukarı kısmında,
eserin adı “Şehname-i Sultan Süleyman ve feth-i kale-i Siyedvar ve gayri
vak’alar”şeklinde yazılmıştır. Eserin varak 3 a’da başlayan ilk başlığına kadar
seferin sebepleri üzerinde durulmuştur. Millet Kütüphanesindeki nüsha ise daha
önce Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan yazmalar kataloğunda
tanıtılmıştır. Kütüphanenin Ali Emirî, Türkçe Tahrirler kısmında 330 No.da
kayıtlıdır (Yurdaydın, 1952: 126- 128).
2- gehî’nin
Sigetvarnamesi (Tarih-i Gazat-ı Sigetvar): Eserin biri, Ankara Genel
Kütüphanesi’nde, diğeri İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan iki
nüshası bulunmaktadır. Ankara Genel Kütüphanesi’nde bulunan nüsha, kütüphanenin
yazmalara ait fişlerinde 686 No.da Sigetvar Tarihi adıyla kayıtlıdır. Eserde
Sigetvar seferinin sebepleri açıklanarak söze başlanmakta ve Kanunî Sultan
Süleyman’ın ölümü ile Sultan II. Selim’in cülûsuna kadar olan olaylar üzerinde
durulmaktadır. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan nüsha ise, 3384
No.da kayıtlıdır. Eserin adı, “Fetihname-i Kal’a-i Sigetvar” şeklinde
yazılmıştır (Yurdaydın, 1952: 131).
Zrínyi’nin saygınlığını, itibarını öne
çıkararak onu yüceltmeye çalışmışlardır. Bu yanlı ve abartılı yaklaşım,
Sigetvar kuşatmasının, tüm halkı etkileyerek Osmanlı- Macar mücadelesinin
kaderini belirleyecek bir olay haline gelmesine ve destansı bir kimlik
kazanmasına neden olmuştur.
Hümanist yazarlardan János Zsámboki (Rerum
Ungaricum Decades, Laudatiuncula, Joannis Sambucı de Sigethi Expugnatione
navrotiuncula) ve Ferenc Forgách (Commentarii de statu rei publicae Hungariae)
kuşatmadan kısa bir süre sonra olayı kaleme almışlardır. Zsámboki kuşatma
hakkında bir inceleme yazısı yazarken; Forgách, bu olayı kroniğine aktarmıştır.
Her ikisi de kuşatmayı “Avrupa’nın olayı” şeklinde nitelendirmişlerdir.
Zsámboki, Komutan Zrínyi’yi Hıristiyan halkın koruyucusu kabul etmektedir.
Forgách da, aynı yıl, Sigetvar ile birlikte Osmanlıların eline geçen Gyula’yı
Hıristiyanlığın kalesi ve anahtarı olarak adlandırmaktadır. Her iki hümanist
yazar da, Hıristiyanlığın koruyucusu olma özelliğini hem Sigetvar kalesine, hem
de Komutan Miklós Zrínyi’ye vermişlerdir. Bu atıfla kale ve komutan, yani Macar
ulusu, tüm Hıristiyanlığın koruyucusu olarak gösterilir.
Zsámboki’nin Kral Miksa’nın ölümü üzerine
yazdığı Laudatiuncula adlı eserinde öne sürdüğü fikir, şüphesiz en ilginç
olanıdır. János Zsámboki’ye göre Kanunî, Gyula ve Sigetvar’ın düşmesinin
diyetini, hayatıyla ve ordusunun dağılmasıyla büyük ölçüde ödemiştir (Négyesy,
1914: 45; Klaniczay, 1964: 131). Zsámboki’nin bu eseri, Hanau Bonfini
baskısında da yayınlanmış olup, şairin kütüphanesinde de bulunmaktadır.
Konuyla ilgili bir diğer eser de, Saksonya
asıllı Erdelli şair Schesaeus’un küçük destanı olan Ruinae Pannonicae libri
quatuor (Macaristan’ın Yıkılışının Dört
Kitabı) adlı eserinin De capto Sigetho
historia adlı kısmıdır. Schesaeus da, tıpkı diğer Hümanist yazarlar gibi,
Sigetvar kuşatmasının Avrupa’yı ilgilendiren çok önemli bir olay olduğunu
vurgulamıştır. Klasik destan motiflerinin yardımıyla kuru ve basit bir anlatım
tarzından edebî ve süslü bir üslûba geçmiştir. O dönemde destan motiflerinin
kullanılması Latin edebiyatına has bir özellik olduğundan, Sigetvar kuşatması
bu eserle destan edebiyatı boyutuna geçmek için ilk adımı atmıştır. Schesaeus,
tarihî şarkılardan da alıntılar yapmıştır. Bunun en iyi örneği “kocasıyla omuz
omuza savaşan kadın” epizodunda görülmektedir. Deli Vid’in karısının da onunla
birlikte omuz omuza çarpışması, bu eserle Szigeti Veszedelem arasındaki
benzerliklerden biridir. Yine Saksonyalı şairin bu eserinde, Vergilius’un
eserinde işlenen kâhininin kehanette bulunma konusunu alıntıladığı
görülmektedir. Buna göre, Kanunî harekâtından önce kâhinlerinden fal
bakmalarını ister. Kâhinin kötüye yorduğu kehaneti Kanunî iyiye yorar. Szigeti
Veszedelem’in IV. bölümündeki kehanette bulunma sahnesi de, eserin bu bölümüyle
benzemektedir. Ancak bu eserde Kanunî, Zrínyi’nin kaleden çıkma hareketlerinin
başarılı olması ve kuşatmanın gecikmesinden dolayı aşırı sinirlenerek, beyin
kanması geçirip ölmektedir (Négyesy, 1914: 50).
Hırvat şair Karnarutics, 1584’de Venedik’te
yayınladığı Vazetje Sigeta grada (Sigetvar’ın Zaptı) adlı epik şiirini,
Sigetvar komutanının oğlu György Zrínyi’ye armağan etmiştir; eserin ikinci
baskısını hazırlayan Péter Fodróczy bu baskıyı ban olduğu sırada Şair Miklós
Zrínyi’ye sunmuştur. Bu eseri çok beğenen şair, Kral Mátyás hakkında yazdığı
eserinde, bu şiirden övgüyle bahsetmiştir. Bu eser Budina kroniğinin ve Hırvat
halk şarkılarının etkisinde kalınarak yazılmıştır. Karnarutics, Budina
kroniğinde bulunan Komutan Zrínyi’nin konuşmasını geliştirerek, Katolik
düşünce sistemine oturtmuştur. Eserde,
Macarların Katolik inancını bıraktıkları için Tanrı tarafından cezalandırıldığı
yazmaktadır. İşlenen günahlar arasında feodal anarşiyi işleyen öğelere de
rastlanmaktadır. Şaire göre bu suçlar, oruç tutmamak, azizlere saygı duymamak
ve Katolik mezhebini terk etmektir. Böylece, Márton Hajnal’ın, Şair Zrínyi’nin
destandaki ana fikri bu eserden aldığı yolundaki iddia da çürümüş olur. Şair
Zrínyi’nin bu eserden ancak “Tanrı’nın halkı cezalandırması” fikrini almış
olması mümkündür. Bu durum söz konusu olsa dahi eserinde konuyu tamamıyla
farklı işlemiştir (Négyesy, 1914: 50).
Komutan Zrínyi’nin sonsuz ünüyle ilgili
Hümanist düşünceyi ilk olarak Karnarutics kullanmıştır. Ancak bu fikrini
şiirinde değil, kitabı armağan ettiği György Zrínyi’ye ithafen yazdığı
önsözünde kullanmıştır: “Gururu ve ölümsüz şanı, şöhreti parlıyor ve kıyamete
kadar da sönmeyecek” (Hajnal, 1905: 31). Karnarutics,
16. yüzyıl uçkale savaşını çok başarılı bir
şekilde tasvir etmiş ve Szigeti Veszedelem’e de en çok bu yönde katkıda
bulunmuştur. Siklós çarpışmasından dönen Macar askerlerinin geçidi, ardından
düzenlenen şölen, Osmanlı ordusunun Sigetvar’a yönelmesi ve başarısızlıklar nedeniyle
divanın toplanması gibi bölümler, Karnarutics’in şarkısından esinlenerek
oluşturulmuştur. Şair, yaptığı bu alıntıları orijinaliyle mukayese edilemeyecek
kadar renklendirip, güzelleştirerek eserine yerleştirmiştir. Şair Zrínyi,
Karnarutics’ten edebî ve sanatsal açıdan etkilenmiştir. Karnarutics’in A
törökök mint hangyák hemzsegtek utána “Türkler ardında karıncalar gibi
kaynıyorlardı” şeklindeki sözleri Zrínyi’de Jancsár mint az hangya, az földet
ellepte (Szörényi, 1993 ,II, 39: 40) “Yeniçeriler karıncalar gibi her yeri
kaplamışlardı” olarak karşımıza çıkar.
Szigeti Veszedelem’in konusunun
gelişimindeki en büyük etkiyi şüphesiz 1587’de yayımlanan Zrínyi Albümü
yapmıştır (De Sigetho Hungariae propugnaculo…). Hümanist rivayetler, Protestan
bakış açısı ve Zrínyi ailesinin görüşleri, bu eserde birbiriyle iyice
yoğrularak, destansı konunun oluşumu tamamlanmıştır. Birçok eserde olduğu gibi,
bu eserde de Sigetvar savunması destansı kimliğe büründürülmüştür.
Bu eseri, Sigetvar komutanının damadı, aynı
zamanda da tarih yazıcısı olan Ferenc Forgách’ın kardeşi Imre Forgách’ın isteği
üzerine, Wittenberg profesörü Petrús Albinus Nivemontanus derlemiş ve Sigetvar
komutanının anısına armağan etmiştir. Eserde Ferenc Forgách’ın kroniğindeki
Sigetvar kuşatmasıyla ilgili bölüm, Budina kroniği ve Wittenberg’de bulunan
Macar ve az sayıdaki Alman katibin yazdığı methiyeler; ayrıca Komutan Zrínyi’yi
öven Latince şiirler, mezar kitabesi tarzında yazılmış manzum ya da nesir
eserler, ağıtlar ve epigramlar bulunmaktadır (Négyesy, 1914: 47). Petrús
Albinus önsözde eserin yazılış amacının yalnızca Komutan Zrínyi’nin
hatırlanmasını sağlamak değil, aynı zamanda bu olayla gelecek nesillere örnek
oluşturmak olduğunu yazmıştır. Komutan Zrínyi için yazılan toplam elli şiir,
küçük epizotlardan ve bunlardan daha küçük methiyelerden oluşmaktadır.
Ancak bu şiirler, Sigetvar kuşatmasıyla
ilgili düzenli yapıyı kuramamaktadırlar. Nitekim şiirler de zaten bu amaçla
yazılmamışlardır. Bu çalışma Avrupa’da ve üniversite çevrelerinde Sigetvar’a
verilen önemin artmasına yardımcı olmuştur. Eser, o güne kadar yapılan
çalışmalardan çok daha bilinçli bir şekilde hazırlanmıştır. Wolf Hieronymus
“Viyana, savunma duvarı Sigetvar yıkıldıktan sonra ürpermiştir” diye yazmıştır.
Pál Fabricius ise Komutan Zrínyi hakkında, “Sadece vatanının değil, tüm
Hıristiyanlık dünyasının savunucusudur” demektedir
(Klaniczay, 1964: 134). Macaristan’a
atfedilen “Hıristiyanlığın savunma kalesi” rolü âdeta Sigetvar ve Komutan
Zrínyi ile özdeşleşmiştir. Tüm ulusun misyonunu Sigetvar üstlenmiştir. Bu
düşünceyle edebî gelenek, Sigetvar kalesini Osmanlı-Macar kale savaşlarının
merkezine oturtmuş ve âdeta ulusun kaderini belirleyecek bir temel öğe
yapmıştır. Bu düşünceyle de artık destansı konu doğmuştur.
Zrínyi Albümü’nde de, Macarların işlediği
günahlardan dolayı Tanrı’nın onları cezalandırmak için Osmanlıları gönderdiği
teması işlenmektedir. Ancak bu konu Katolik değil, reformist felsefeyle
aktarılmaya çalışılmıştır. En büyük günah bölünmüşlük ve bencil çekişmeler,
yani anarşidir. János Budai, şiirinde, Sigetvar komutanı Zrínyi’nin ölümüyle
Tanrı’nın gazabının sona erdiği ve birliğin sağlanmasıyla O’nun affının
kazanıldığı temalarına değinmektedir.
Bir diğer önemli şiir de, Sigetvar’daki
olayların sade bir üslûpla anlatıldığı Sziget veszésérűl való historia adlı
şiirdir. Eserde Osmanlı tehlikesinden duyulan üzüntü dile getirilirken,
üzüntünün nedenleri arasında kalenin işgali geçmemiştir. Eserde kale
Macaristan’ın koruyucusu, Hıristiyanlığın kalkanı olarak gösterilmiştir.
Eserdeki en ilginç olay, Osmanlı askerinin sayısının abartılarak 350 bin olrak
nakledilmesidir (Klaniczay, 1964: 129; Négyesy, 1914: 48). Ayrıca eserde
Kanunî, kuşatmayı başlattığı için hayıflanmakta ve bunun Osmanlı’ya hiçbir
yarar getirmediğini söylemektedir.
Bahsettiğimiz şiirlerde Komutan Zrínyi,
antik çağlardaki kahramanlarla özdeşleştirilir. Şiirlerde bilgisi, tecrübesi ve
cesareti övülmektedir. O, bu eserlerde düşmandan nefret eden, düşmanın kanını
sel gibi akıtan, bu kanla vatan topraklarını sulayan, Osmanlılara karşı terör
estiren ve içlerine korku salan bir kahraman kimliğine bürünmüştür. Kaderini
de, tıpkı antik çağlardaki kahramanlar gibi, Tanrı
ve alınyazısı belirlemektedir. János
Csanádi’nin şiirinde, kahramanın kaderini Jüpiter belirlemektedir: “Yeryüzünden
silinmesi gerek, ama gökyüzünde (cennette) ebedi hayata lâyık görülmüştür”
(Kalniczay, 1964:135). Diğer şiirlerde ise, Hz. İsa ölümden sonra
yüceltileceğine dair kendisine söz verir. Nitekim öldükten sonra da bir melek
alayı onu cennete götürür.
Jeremiás Sartorius’un şiirinde ise Komutan
Zrínyi’nin kılıcı, tüm Osmanlı ordusunu dağıtmakta ve onun bu öldürücü
saldırısı, sadece uzaktan atılan bir mermiyle durdurulabilmektedir. Bu sahne
Szigeti Veszedelem’de de aynı şekilde verilmektedir. Hellopaeus’un methiyesinde
Sigetvar komutanı, Tanrı’nın düşüncesini bildiğinden, şöyle demektedir:
“Yeryüzündeki bu savaşta Kanunî’ye yenilmemiz gerekiyor; ancak bununla bize
ebedi onur, yurdumuza ise özgürlük bahşediliyor”. Bu sözler, Komutan Zrínyi’nin
ölümüyle ülkenin özgürlüğe kavuşacağı fikrinin esin kaynaklarındandır. Nicolaus
Rhedingerus ise destan kahramanını Camilluslar ve Fabiuslar ile karşılaştırarak
şunları söylemektedir: “Onlar hayatta kalarak, Zrínyi ise ölerek zafer
kazanmıştır” (Klaniczay, 1964: 135). Aslında bu noktada Szigeti Veszedelem’in
ana mesajı olan Osmanlıların görünüşteki zaferinin aslında yenilgi olduğu,
Sigetvarlıların görünüşteki yenilgisinin ise aslında zafer olduğu fikrinin
nereden geldiği açıkça görülür.
Zrínyi Albümü’ndeki şiirlerde, komutanın
kimin için, neye karşı savaştığı da gösterilmiştir. Miklós Batizi ve Bernát
Sturm şiirlerinde şöyle demektedirler: “O, Tanrı’nın yasası ve sürüsü(kulları)
için gaddar Osmanlılara karşı savaşmıştır” (Klaniczay, 1964:136). Bu düşünce,
Szigeti Veszedelem’de de aynı şekilde ele alınmıştır.
Zrínyi Albümü’nde olayları efsanevî
kurguyla anlatan bir hava hâkimdir. Sigetvar mücadelesi, diğer eserlerde olduğu
gibi, ulusların kaderini belirleyen tarihî bir dönüm noktasıdır. Osmanlıların
zaferi aslında yenilgidir ve, yine esere göre, Komutan Zrínyi Tanrı’nın
hizmetkarıdır.
Istvánffy’nin kroniğinde konu daha da
abartılmıştır. Buna göre Zrínyi, tıpkı Kral Mátyás gibi, Osmanlı’ya karşı
verilecek özgürlük savaşı fikrini yayan, disiplinli, inançlı ve büyük bir
komutandır. Istvánffy’ye göre, Mátyás’tan sonra 1490’dan itibaren çamura atılan
din ve disiplin bayrağını lâyık olduğu seviyeye Komutan Zrínyi çıkarmıştır.
Istvánffy, Sigetvar kuşatmasını Schesaeus ve Karnarutics’e göre daha güzel bir
üslûpla ve daha iyi bir epik tarzla işlemiştir. Tarihçi, kuşatma tarihinin
ayrıntılarını edebî bir dille aktarmıştır. Istvánffy, eserinde savaş temasını
daha kapsamlı işlemiştir. Özellikle Kanunî’nin devasa ordusuyla Sigetvar’a
yönelmesini çok güzel anlatmıştır. Bu nedenle Szigeti Veszedelem’in ilk dört
bölümünde- Kanunî’nin kararı, Palota kuşatması, Aslan Paşa’nın başarısızlığı ve
yerine Sokullu Mustafa Paşa’nın atanması; Mehmet Paşa’nın Bosna’ya
gönderilmesi, Siklós çarpışması ve son olarak da Kanunî’nin hiddetlenip,
Sigetvar’a yönelmesi sahnelerinde şair Zrínyi’nin Istvánffy’den etkilenmesi ve
bu bölümlerde onun destansı anlatımını örnek alması çok doğaldır.
Sigetvar kuşatması ve komutanı Osmanlı
egemenliğinden kurtulmanın, bağımsızlığın ve gelecek ümidinin simgesi haline
gelmiştir. Bu nedenle, Szigeti Veszedelem’in konusu, Macarların kurtuluşudur da
denebilir.
16. yüzyıl eserlerinin en önemli özelliği,
Habsburglara değinilmemiş, ya da az değinilmiş olmasıdır. Oysa konunun
kendisinde, Sigetvar kahramanının Habsburglar tarafından yüzüstü bırakıldığı
açık bir şekilde görülmektedir.
Habsburglar üzerlerine düşen sorumluluğu
yerine getirmeyerek, kendilerinden beklenen yardımı boşa çıkarmışlarıdır. 1570
ve 1580’li yıllarda, Magyari ve Rimay’dan önce bu konu üzerinde durulmamıştır.
Bunun sebebi de 15 Yıl savaşında yaşanan zulüm ile Kral Rudolf yönetiminin ve
paralı askerlerinin halka yaşattığı terör nedeniyle Habsburg sorunun ortaya
atılma olasılığının bile çok tehlikeli olmasıdır. Bu dönemde çalışma yapan
Istvánffy ise, bu durum nedeniyle politik görüşlerini Sigetvar seferinde
işleyememiştir. Oysa Şair Zrínyi, kendinden önce işlenmemiş bu konuyu politik
dehası ve edebî yeteneğiyle eserinde işlemiştir. Ancak şair bu bakımdan yalnız
kalmamış, 17. yüzyılın ilk yarısında Erdel ozanları da Viyana’nın
Macarlara karşı işlediği suçları edebî
eserlerine yansıtmışlardır28.
Sigetvar kuşatması 17. yüzyıl ortasındaki
siyasî durumu anlatmak ve ulusal programı oluşturmak için çok iyi bir konudur.
Osmanlı-Macar uçkale savaşlarının en önemlisi olarak gösterilmesi bakımından da
oldukça önemlidir. Ancak, Macarları bu derece ilgilendiren Sigetvar kuşatması,
ilk olarak Macar edebiyatında ortaya çıkmamıştır.
28Bu şiirler için bkz. Stoll, Béla, Régi
magyar költők tára, XVI. Század, c, I: 444.
IV.4) SZIGETI VESZEDELEM’İN KAYNAKLARI
Şair Miklós Zrínyi eserini oluştururken
yerli ve yabancı, sözlü ve yazılı birçok kaynaktan yaralanmıştır. Şair,
destanını yazmaya başlamadan önce, yerli ve yabancı epik yazarlarının kendi
halkları hakkında yazdıkları destanları okumuş ve bu yazarların halklarına
kahramanlık duygusunu hangi olay kurgularıyla ve nasıl yansıttığını
incelemiştir. Destan türünde Tasso, Homeros, Marino ve Vergilius’tan
yararlanmıştır. 16. ve 17. yüzyıl halk hikâyeleri, şiirleri ve türkülerinden
yararlanan şair, ayrıca tarih yazıcılarının kroniklerinden de etkilenmiştir.
Özellikle Sigetvar kuşatmasıyla ilgili Hırvat ve İtalyan kroniklerini
incelemiş, Hümanist tarih yazıcılarından Miklós Istvánffy’nin ve János
Zsámboky’nin eserlerini esas almıştır. Ayrıca, daha önce yazılmış pek çok
eserden de faydalanmıştır. Askerî hayat tasvirlerinin geleneksel kalıplarını ve
destanının ana fikrini Macar geleneğinden almıştır (Négyesy, 1914: 31).
Şairin konuyla ilgili en büyük kaynağını,
şüphesiz kütüphanesindeki kitaplar oluşturmaktadır. János Zsámboki’nin
incelemesi, Keresztély Schaeseus’un destanı, Bernát Karnarutics’in kronik
şarkısı, Sámuel Budina’nın kroniği, Komutan Zrínyi ile ilgili kısa hikâye
kitapları, bütünüyle Sigetvar kuşatmasından bahsetmektedir. Ancak, Sigetvar
kuşatmasıyla ilgili en geniş bilgiyi, bizzat Komutan Zrínyi’nin yanında çalışan
Miklós Istvánffy vermektedir (Klaniczay, 1964: 76).
Şair Miklós Zrínyi destanında Miklós
Istvánffy, Ferenc Forgách, Sámuel Budina, Petrús (Péter) Albinus, Schesaeus,
Karnarutics, Leunclavius, Boyssardus ve çeşitli kroniklerden tarih açısından;
Tasso, Marino, Vergilius, Ariosto ve Homeros’tan ise destan alanında
yararlanmıştır. Ayrıca, bunların dışında, yerli ve yabancı halk hikâyeleri,
rivayetleri ile türkülerinden ve konuyla ilgili tarihî
şarkılardan da etkilenmiştir. Şairin
yararlandığı ve etkilendiği kaynakların en önemlilerini kısaca şu şekilde
sıralayabiliriz (Orlovsky, 1987: 117):
1. Istvánffy
Miklós: Pannoni Historiarum de rebus Vugaricis libri
2. János
Zsámboki: Rerum Ungaricum Decades, Laudatiuncula, Joannis Sambucı de Sigethi
Expugnatione navrotiuncula
3. Ferenc
Forgách: Commentarii de statu rei publicae Hungariae
4. Sámuel
Budina: Latince’ye çevirdiği Hırvat kroniği Historia Sigethi… ex Croatica
Sermone in Latinum conversa, per M. Samuelem Budinam
5. Petrús
(Péter) Albinnus: De Sigetho Hungariae propugnaculo
6. Miklós
Reusner: Rerum memorabilium exegeses
7. János
Leunclavius: Annales Sultanorum Othmanidarum
8. Jean-
Jacques Boyssardus: Jakab vitae et icones sultanorum
9. Sziget veszésérűl való historia (Macar
şiiri)
10. Keresztély
Schesaeus: Ruinae Pannonicae libri quatuor’un De capto Sigetho historia kısmı
11. Bernát
Karnarutics: Vazetje Sigeta grada
12. Bálint
Balassi29: In laudem verni temporis, Zebur Sureleri
29 Bálint Balassi: 16. yüzyıldaki Macar
insanının ruh yapısını en iyi şekilde anlatan Balassi, aynı zamanda 16. yüzyıl
Macar şiirinin en üst düzeydeki temsilcisi, yeni şiir tekniklerinin yaratıcısı,
dini şiirlerin yenilikçisi, Rönesans şiirinin büyük ustası olarak kabul
edilmektedir. Kékkő’nün soylu Bors sülalesinden gelen Balassi, 1554 yılında
Zólyom’da soylu, varlıklı, Protestan bir ailede dünyaya gelmiştir. Babası János
Balassi, Habsburglara sadık, Hont ve Zólyom illerinin yöneticisi, daha sonra da
kuzey illerinin başkomutanı ve büyük mülk sahibidir. Çocukluk yıllarını
Liptoújvár’da geçiren şairin eğitimiyle, annesi ve Péter Bornemissza meşgul
olmuştur. İyi bir eğitim alan Balassi Macarca’nın dışında Almanca, Lehçe,
İtalyanca, Romence, Slovakça, Latince, Hırvatça ve Türkçe bilmekteydi.
Osmanlılara karşı kalelerini savunan Macarların arasına katılan Balassi,
1574’te Eger’de Osmanlılarla savaşır. 1575’te Erdel’e esir düşer. Daha donra
Lehistan’a gönderilir ve burada serbest bırakılır. 1577’de Macaristan’a döner.
1579-82 yılları arasında Eger ve Érsekújvár’da Osmanlılara karşı savaşır.
1586’da Katolik olur. 1588-89 yılları bir şair olarak en verimli yılları olup
bu dönemde Julia-versek adı altında toplanan şiirlerini kaleme alır. 1593’teki
aşk şiirleri ise, Fulvia dönemi adı altında incelenmektedir. Divény ve Kékkő
kuşatmalarına katılır; 1594’te ise Esztergom kalesi savunmasında Osmanlılarla
savaşır. Bu savunmada iki bacağını kaybeder ve iyileşemeyerek, 30 Mayıs 1595’te
ölür. Macar şiir tekniğinin gelişmesinde büyük hizmetleri olmuştur. Dizeleri
itinalı ve renklidir. Şiirlerinde Batı-Avrupa lirik şiirinin etkisi
görülmektedir. Klasik Latin, Yunan, İtalyan, Hırvat, Slovak, Alman, Romen ve
Türk edebiyatı şiir tekniklerini incelemiş ve eserlerinde uygulamayı denemiştir
(Güngörmüş,2003: 2- 3).
13. Rimay:
Istenes énekek
14. Tasso,
Vergilius, Marino, Ariosto, Homeros’un destanları
15. Scipione
Herrico: Babilonia distrutta
16. Tacitus:
Annales
17. Italicus:
Punica
18. Çeşitli
Hırvat (Boj na Sigetu, Zrínyi Miklós’un Düğünü)- Macar halk türküleri ve
hikâyeleri
Szigeti Veszedelem’i dikkate aldığımızda,
şairin sözünü ettiğimiz tüm bu eserleri okumuş ve anlatılan hikâyeleri dinlemiş
olduğunu görmekteyiz. Ayrıca Károly Széchy, şairin Komutan Miklós Zrínyi’nin
kuşatma sırasında Batthyány’lere ve Csaktornya’ya gönderdiği mektuplardan
faydalanmış olduğunu ve bu mektuplarda geçen konuları eserine kattığını ileri
sürmektedir (Széchy Károly: Gróf Zrínyi Miklós, I-V, Budapest, 1896-192, c.II,
s:125).
Şair Zrínyi tüm bu kaynakları Macar
edebiyatının özellikleriyle harmanlayarak, destanını oluşturmuştur. Yukarıda
sıraladığımız eserlerin her birinden farklı şekilde yararlanmış, kimisini
tarihî bir kaynak, kimisini de örnek alınacak bir yapıt olarak kullanmıştır.
Şair, her bir eserden tarihî gerçeklerle uyum, kurgu, işleyiş ve üslûp
bakımından yararlanmıştır.
Şimdi de Szigeti Veszedelem’in oluşumunda
rol alan tüm bu yazılı ve sözlü kaynakları ve etkilerini incelemeye çalışalım.
Bu saydığımız kaynakların destanla olan ilişkisini aşağıda anlatmaya
çalışacağız; ancak kuşatmayla ilgili tarihî kaynak niteliğinde olan bazı
eserlerden kısaca bahsedeceğiz ve destanla olan bağlantılarını ve özgün
şekillerini 4. bölüm olan “Sigetvar Kuşatmasını Konu Alan Eserler” bölümünde
inceleyeceğiz.
IV.4) TARİHİ ŞARKILARIN DESTANA ETKİSİ
Her ne kadar, Szigeti Veszedelem’den önce,
Macar edebiyatında bu denli büyük bir destan veya destan tarzında yazılmış bir
eser yoksa da, Osmanlıya karşı yapılacak bir savaşı gündeme getirmek için,
Osmanlıya karşı yapılan 16. yüzyıl uçkale mücadelelerinden bahseden edebî
örnekler bulunmaktadır.
Szigeti Veszedelem ve bahsettiğimiz tarihî
şarkılar arasında konu itibariyle pek çok benzerlik bulunmaktadır. Şair Zrínyi
de uçkale askerlerini, onların yaşam tarzını ve özelliklerini işlemiştir.
Elbette, bu benzerlikler tarihî şarkılarla şair arasındaki ilişkiyi ve
etkileşimi tam anlamıyla yansıtmaktadır. Çünkü Miklós Zrínyi, kahramanlık
konusunu ve uçkale hayat tarzını tecrübelerinden, tarihî şiirlerden, geniş
kapsamlı tarihî çalışmalardan, çağdaşlarının anılarından ve ailesinin
mektuplaşmalarından dolayı zaten bilmektedir. Dolayısıyla, sadece bu tarihî
şarkılardan ilham aldığını söylemek yanlış olur. Şairin bu şarkıları bildiği ise
tartışılmaz bir konudur. Hırvat kökenli bir aileden geldiği için, muhtemelen
Hırvatça şarkıları Macarca şarkılardan daha iyi bilmektedir. Örneğin, Szigeti
Veszedelem’de, Siklós çatışmasının ardından yapılan şölende, Macar askerleri
Hırvat kahramanlık şarkısı Dávori’yi söylüyorlar.
Tarihî şarkılar, bahsettiğimiz özelliklerin
dışında işlenen tarihî konular açısından da büyük önem taşımaktadır. Şair,
şarkıların bu yönünü kullandığını destanın giriş kısmında şu sözlerle dile
getirmektedir:
“Fabulákkal kevertem az
historiát”(Szörényi, 1993: 18) “Tarihe efsaneleri kattım”.
Ayrıca kendisi salt tarihi yazdığını
Invocatio30’da ilham perisi olarak yardıma çağırdığı Hz. Meryem’e şöyle
seslenmektedir:
Adj pennámnak erőt, úgy irhassak mint volt
(Szörényi, 1993, I , 5: 20), Gerçekleri olduğu gibi yazabilmem için kalemime
güç ver.
Miklós Zrínyi, eserini tarihî gerçeklere
dayanarak yazdığını vurgulamakta, tıpkı tarihî şarkı yazarları gibi, eserini
“tarih” şeklinde nitelendirmektedir.
János Arany da şairin II. bölüm 60. dörtlükte
Komutan Zrínyi’nin betimlemesini yaparken, halk ozanlarının sade ve saf
üslûbunu kullandığına dikkat çekmektedir.
Akkor az nagy nevü Zrini Szigetvárban,
Maximiliantul röndölve kapitán
Volt, Horvátországban és többiben is bán,
Ez az, kiről szólni fog én historiám
(Szörényi, 1993, II. , 60: 43) “O anda ünlü Zrínyi Sigetvar’da bulunuyordu,
Maximilyen’den aldığı konutan rütbesiyle
bulunuyordu, Hırvatistan ve bir çok yerin de Ban’ı idi,
İşte benim hikâye ondan bahsediyor”.
Tarihî şarkı söyleyen halk ozanlarının
Sigetvar kuşatmasına katılmış kişiler olduğu düşünülmektedir. Bu halk ozanları
ve katipler uçkalelerdeki olayları, kahramanlık şiirlerini ve Sigetvar
kuşatmasında yaşananları halka aktarmışlar, böylece olayların herkes tarafından
bilinmesini sağlamışlardır. Onların tarihî şarkılar vasıtasıyla
aktardıklarından, Sigetvar kuşatmasında birçok ozan ve kâtip bulunduğunu
öğrenmekteyiz. Sigetvar’daki 12 Haziran tarihli bir çizelgeye göre,
30 Destanın
girişinde, ilham perisinin yardıma çağrıldığı ve konunun ne olacağının
anlatıldığı bölüm.
Sigetvar sakinleri arasında gösterilen
Petrus ve Thomas’ın kuşatma altındaki kalede sıkışanlar arasında olduğunu, yine
Márton adlı bir kâtibin György Zrínyi’ye ağustos ayında kaleden bir mektup
gönderdiğini; ve bu kişilerin tarihî şarkı söylediğini yahut yazdığını öğrenmiş
bulunmaktayız. Ordunun 30 Mayıs 1564’te yapılan yoklamasında, Szigeti
Veszedelem’de Ivonja Novakovics olarak geçen Joannes Novak’ın gurubunda kâtip
Stephanus Lantos ve Laurentius Lantos’un adı geçmektedir. Kesin olmasa da, bu
kişilerin kale savunmasına katıldıkları tahmin edilmektedir. Črnko’nun Sigetvar
kuşatması hakkında yazdığı Hırvatça şarkı da çok kimse tarafından
bilinmektedir. Bu olaya şahit olan diğer yazarlarla, komşu ülke ve kalelerdeki
ozanların kuşatma hakkında yazdığı Macarca şarkılar bulunmaktadır. Bu
şarkılardan türeyen kronik tarzdaki bir şarkı ise oldukça ünlüdür. 17. yüzyılda
yazılmış bu şarkı, Lugossy Kodeksi’nde bulunmaktadır. Bahsettiğimiz bu tarihî şarkılar,
daha sonraki edebî ve tarihî çalışmalara kaynak olduğu için, büyük önem
taşımaktadırlar. Sziget veszésérűl való historia (Sigetvar’ın elden çıkışına
dair hikâye) adlı şiir de özellikle kocasıyla birlikte savunmaya katılan Macar
kadını figürü ile Kanunî’nin başarısızlıklar nedeniyle hiddetlenmesi tasvirinde
Szigeti Veszedelem’e etki etmiştir (Klaniczay, 1964: 128).
Birçok Macar tarihî şarkısında görülen,
ordu komutanının kaybolan askerini öldü mü ölmedi mi diye arama motifi, Szigeti
Veszedelem’de de kullanılmıştır. XI. bölümün 93. dörtlüğünde Komutan Zrínyi,
kaybolan Deli Vid’i arar:
“Hon vagy, édes szolgam, Deli Vid, hon vagy
te? Élsz-e? török szablya vagy megemésztett-e?
Felelj meg, hogyha élsz!”(Szörényi, 1993,
XI , 93: 183) “Nerede benim yiğit askerim?
Yaşıyor musun yoksa Osmanlı kılıcı sindirdi
mi seni? Cevap ver hayattaysan eğer ”.
Düellolar ve komutanın orduya hitabı da
tarihî şarkılardan alınan motiflerdir. Diğer halkların büyük destanlarında da
benzer motifler mevcuttur. Ancak eserin diğer destanlardan en büyük farkı,
Miklós Zrínyi’nin Macar tarihî şarkılarında işlenen epik yapıyı ve anlatımı
aynı şekilde destanda da işlemesidir. Bu açıdan bakıldığında, şairin tarihî
şarkılardan fazlasıyla etkilendiğini söylemek pek de yanlış olmaz (Klaniczay,
1964: 87).
Tarihî şarkılarda kısmen Hümanizm, kısmen
de reformasyon kaynaklı birtakım öğeler bulunmaktadır. İlk gruba bakacak
olursak, uçkale askerlerinin hayatlarının devamlı belirsizlik ve tehlike içinde
olduğunu; şans faktörünün hayatlarında önemli bir rol oynadığını görürüz.
Onların katıldıkları çarpışmalardan geri dönüp dönemeyecekleri belli değildir.
Sınır boyunda bin çeşit tehlike bulunmaktadır. Ormanda, çalı dibinde saklanan
düşmanın kendilerine ne vakit saldıracağı ve onları öldüreceği belli değildir.
Onlar, her an yol kenarında saklanmış bir düşman bölüğüyle çarpışmaya girip,
hayatlarını kaybedebilirler. Hepsinden önemlisi de şans faktörüdür. Kimin ölüp,
kimin kurtulacağı, o kişinin şansına bağlıdır. Rönesans’ın talih düşüncesi,
askerî hayat tarzının bir öğesi haline gelmiş ve askerlerin yazılarında da her
daim görülmüştür. Destanda da bu konunun pek çok kez işlendiğini görmekteyiz
(Klaniczay, 1964: 87-89).
Reformistler, tarihî şarkılarda
Osmanlıların yurtlarına gelerek topraklarını işgal etmelerini işledikleri
günahlara bağlarlar. Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmedikleri ve O’nu yok
saydıkları için Tanrı, Osmanlıları yurtlarına göndererek intikam alıyor ve
onları cezalandırıyordu. İşte bu anlayış, Szigeti Veszedelem’de de aynen bu
şekilde geçmektedir. Bu düşünce, eserin temel mesajlarındandır. Sapkınlıktan
vazgeçilirse, Tanrı yeniden onlarla olacaktır. Bu düşünce Szigeti
Veszedelem’de de aynı şekilde yansıtılır.
Osmanlıya karşı yapılan savaşların anlatıldığı tarihî şarkılarda çizilen bu tipik
manzara, yani Tanrı’nın buyruklarına uymayan dağılmış halka ceza olsun diye
Osmanlıları gönderdiği fikri, Macar destan tarzının temel düşüncelerinden
olmuştur. Bu nedenle, Şair Zrínyi de 16. yüzyıl uçkale savaşlarından biri olan
Sigetvar kuşatmasını anlatırken, o dönem eserlerinin temel unsuru olan bu
düşünce tarzını eserinin hareket noktası yapmıştır (Klaniczay, 1964: 90-94).
IV.6) MACAR
EDEBİYATININ SZIGETI VESZEDELEM’E
ETKİSİ
Şair, destanını yazarken sadece tarihî
şarkıların etkisinde kalmamış, Bálint Balassi’den de etkilenmiştir. Balassi’nin
eserlerinde kullandığı motiflerden yararlanmıştır. Balassi, yazdığı birçok
lirik şiirde askerî yaşamın tüm kurallarını, yurtseverliği ve milliyetçiliği
konu etmiştir. Miklós Zrínyi destan yazdığından, Balassi etkisi yalnızca
belirli noktalarda kendini göstermektedir. Szigeti Veszedelem’de özellikle
Balassi’nin yazdığı In laudem verni temporis (Şarapçılar için –Şarapçılara
Mahsus) adlı şiirin izlerini görmekteyiz. Örneğin Zrínyi, Sigetvar askerlerini
“Éjjel-nappal ezt az mezőt járják”
(Szörényi, 1993, III , 12: 49) “Gece gündüz çayırlarda dolaşıyorlar” diye
anlatırken;
Balassi
“Az jószagu mezőt széjjel bejárják”
“Güzel kokulu çayırda rüzgarla birlikte
dolaşıyorlar” diye anlatmaktadır (Klaniczay, 1964: 94).
Kuşkusuz kendi yaşamında edindiği
tecrübeler, şaire Balassi’den daha çok etki etmiştir. Rimay’nin, Balassi’nin
ölümü üzerine yazdığı, Istenes énekek adlı kitapta yayınlanan mersiyesi ile
kitap, Şair Zrínyi’nin kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu eserde kahraman, tarihî
şarkılardaki yalın anlatımın tersine, süslü bir üslûpla tasvir edilmektedir.
Eserde Balassi’nin ölümünü Tanrı’nın belirlediği ve öldüğünde, İsrafil’in bir
melek alayının tezahüratları eşliğinde Balassi’nin ruhunu cennete götürdüğü
anlatılır. Şair de destanında, Komutan Zrínyi’nin ölümünü benzer bir şekilde
anlatmaktadır. Buradan, şairin Rimay’dan da etkilendiğini anlamaktayız.
Balassi’nin son dönem şiirlerinin bazılarında, Szigeti Veszedelem’de işlenen,
yaklaşan ölüm ve tövbe konularıyla benzer
anlatımların yer aldığı görülür. Hatta, bu anlatımlar çoğu kez aynı cümlelerle
yapılmıştır. Örneğin Balassi duaya: Végtelen irgalmú o te nagy hatalmu Isten
“Sonsuz Merhameti olan yüce Tanrı” şeklinde başlarken, Şair Zrínyi: Véghetetlen
irgalmu szentséges Isten (Szörényi, 1993, II , 65:
44) “Bitmez merhameti olan yüce Tanrı”
demektedir.
Her ikisi de annelerinden günahkar
doğduğunu, Tanrı’nın buna rağmen kendilerine iyilikler ihsan ettiğini;
kendilerininse buna karşılık yine günah işlediğini söylemektedirler. Balassi,
bu düşüncesini “Én rút háládatlan” “Ben aşağılık bir nankörüm” sözleriyle
açıklarken, Zrínyi durumu “Mégis én nyomorult háládatlan vagyok” (Szörényi,
1993, II , 70: 45). “Yine de ben sefil bir nankörüm” şeklinde ifade etmektedir.
Destanın ilerleyen bölümlerinde, Balassi’nin şiirlerinde sıkça işlediği
“günahkarları cezalandırmanın Tanrı’ya bir fayda yahut çıkar sağlamayacağı”
fikri de işlenmektedir. Ancak Şair Zrínyi, bu fikri biraz daha geliştirerek,
tüm ulusu uyarmakta ve ulusunun var olmasının Tanrı’ya yarar sağlayacağını
göstermektedir (Klaniczay, 1964: 95).
Szigeti Veszedelem’in yukarıda
bahsettiğimiz “Dua” bölümü, işlenen konu ve verilmek istenen mesaj bakımından
Rimay’nin mersiyesi ve Balassi’nin Tanrı şiirleriyle benzerlik göstermekte, bu
şiirlerin bakış açısıyla uyuşmaktadır. “Tanrıya yakarış” bölümünün temelinde,
yine Balassi’nin etkisi vardır. Onun Zebur Sureleri, bu bölümün oluşmasına
büyük katkı sağlamıştır. Bu yolla, şairin Macar şiir geleneklerini temel
alarak, destansı motifler oluşturması da mümkün olmuştur (Perjés, 1965: 130;
Klaniczay, 1964: 95)
Rimay’nin mersiyesi bu bakımdan da
eğiticidir. Balassi’nin ölümü ve yüceltilmesindeki mükemmeliyetçiliği,
İncil-Hıristiyanlık unsurlarının dışında
mitolojik Tanrılar da meydana getirmektedir.
Latince şiirler yazan Hümanist şairler sadece mitolojik öğeleri kullanırken;
reformist yazarlar ve tarihî şarkı yazıcıları ise yalnızca İncil ve inançla
sınırlı kalıyorlardı. Bu olay, ileri Rönesans döneminde Macarca yazılmış modern
hümanist şiirinde antik inanç ve Hıristiyan inancı motiflerinin harmanlanmasına
kadar devam etmiştir. Bu unsurlar ideolojik olarak değil; estetik, güzellik ve
etki yaratmak amacıyla kullanılmaya başlanmıştı. Bu özelliklere yalnız askerî
şiirlerde değil, diğer şiir kategorilerinde de rastlamaktayız. Márton
Gyulai’nin Győr’ün 1598’de Osmanlı’dan geri alınmasıyla ilgili olarak yazdığı
kısa kahramanlık destanı, İncil ve inanç unsurlarındaki gerçeklik bakımından
bahsettiğimiz konulara örnek teşkil etmektedir. Zrínyi, destanında dinî ve
mitolojik unsurları harmanlayarak işlerken; aynı zamanda sadece yabancı
Rönesans ve barok destanlarına değil, Macar edebiyat geleneklerine de bağlı
kalmıştır (Klaniczay, 1964: 96). Ancak, bu mitolojik unsurları kullanmasının
destanın akıcılığını ve güzelliğini bozduğunu düşünenler de bulunmaktadır.
Négyesy’ye göre, şairin özellikle semavi konularda kullandığı klasik mitoloji
unsurları, özellikle destanın son bölümünde kurguyu bozmaktadır (Négyesy, 1914:
61).
Szigeti Veszedelem’den önce de efsanevî
öğelere, yahut tarihî kaynaklara bağlı kalmadan yazılan epizotlar olmuştur.
Macar Rönesans’ının ileri döneminde gelişen şiir tarzındaki hikâyeler, Delimán
ile Kumilla31 ve Deli Vid ve Borbála epizotlarının tarz olarak ilk örnekleri
olmuşlardır. Her ne kadar Zrínyi’nin kütüphanesinde Macarca romensk hikâyeler
arasında sadece Eurialus és Lucretia (Eurialus ve Lucretia) hikâyesinin bir
nüshası ve Mihály Czobor’un Charicliá adlı el
31 Kumilla,
destanda Rüstem Bey’in karısı ve Kanunî Sultan Süleyman’ın kızı olarak
geçmektedir. Gerçekte Kanunî’nin kızı olan Mihriman Sultan’nın ismi, Macar
Humanist tarih yazıcısı Ferenc Forgách eserinde Chameria (Illés-Illyés, 1977:
652) Istvánffy’nin eserinde Cameria, János Boyssardus’un Jakab vitae et icones
sultanorum adlı eserinde ise Cumilla olarak geçmektedir (Négyesy, 1914:64).
Şair’in Kumilla adını buradan aldığı, yüksek bir ihtimaldir.
yazmasının bir kopyası bulunsa da; şairin
gençlik dönemini geçirdiği beylerin saraylarında bu tarz kitapların çok moda
olduğunu ve her sarayda okunduğunu unutmamak gerekir. Şüphesiz şair bu tarz
eserlerle burada karşılaşmıştır. Charicliá, adlı eser 1646’da kütüphanesine
dahil olduğundan, destanını yazarken henüz bu eseri okumamıştır. Bu da onun bu
tarz eserlerle daha önce karşılaştığının bir kanıtıdır. Aşk içerikli romantik
şiirlerin yanısıra, Macar Rönesans ve özellikle de Balassi’nin aşk lirikleri
ile Zrínyi’nin kendi idilleri, destanda işlenen aşk sahneleri için yeterli
kaynağı oluşturmuşlardır (Klaniczay, 1964: 96).
Macar edebiyatında yiğitlik ve kahramanlık
temalı şiirlerde işlenen unsurlar, Macar destan tarzının oluşmasına temel
hazırlamışlardır. Szigeti Veszedelem de bunlarla aynı olmasına karşın, bu durum
Zrínyi’nin yaratıcı kimliğini gölgeleyememiştir. Çünkü o, destan tarzına yenilik
katmıştır. Yeni tarzda bir eser yaratması gerektiğinin farkındadır. Bunu,
eserin giriş (önsöz) bölümündeki “Tarihi efsaneleri kattım” sözüyle de
anlatmaktadır. Macar edebiyatında otantik tarihî ve romensk hikâyelerinin
birleştirilerek yazıldığı bir tarz henüz olmadığından Zrínyi, Macar edebiyatına
eseriyle yeni bir tarz getirmiştir. Kendisi de, destanını hazırlarken, yeni bir
tarz getirdiğinin farkındadır (Klaniczay, 1964: 96-97).
Szigeti Veszedelem, Macar edebiyatından
aldığı güçle yapılandırılmıştır. Şair, Macar kahramanlık destanlarının fikir ve
şekil özelliklerini temel alarak bunları geliştirmiş ve Macar edebiyat
tarihinin gerçek anlamdaki ilk destanını yazmıştır.
IV.7) DÜNYA
EDEBİYATINDAKİ DESTANLARIN SZIGETI VESZEDELEM’E ETKİSİ
16. yüzyılda Macar edebiyatında bulunan
destansı unsurlar Szigeti Veszedelem’in oluşumunda tek başına yeterli
olamamıştır. Destan tarzının iyi bilinmesi gerektiğinden, dünya edebiyatındaki
diğer destanların da iyi bilinmesi ve incelenmesi gerekmekteydi. Şair kendisine
örnek teşkil edecek ve yön verecek diğer destanlardan da faydalanmalıydı.
Homeros’tan Tasso ve Marino’ya; kölelik döneminden feodal döneme kadar yazılmış
destanların birbirine geçen motiflerini ve bir destanda olması gereken genel
hatları Zrínyi de bilmeli ve kullanmalıydı. Şair, Homeros’tan Tasso’ya ve
Marino’ya geçen, yani bir öncekinden bir sonrakine miras kalan destansı
kurguları öğrenmeli, sözü edilen bu eserleri okumalıydı (Klaniczay, 1964: 111-
112).
Bálint Balassi’nin Macar ve Avrupa lirik
tarzını harmanlayıp, bir sentez oluşturarak, Macar şiirini klasikler düzeyine
yükseltmesi gibi, Şair Zrínyi de Macar edebiyatı ve evrensel epik tarzını
birleştirerek, en büyük Macar destanını yazmıştır (Klaniczay, 1964: 112). Bu
bakımdan, dünya edebiyatındaki büyük yapıtların, Vergilius, Tasso ve diğer
destanların Zrínyi’ye yaptığı etkinin incelenmesi gerekmektedir.
Şair, antik klasiklerle okul yıllarında;
Tasso ve eserini temel alarak yazılmış diğer eserlerle de İtalya’ya yaptığı
yolculuk sırasında tanışmıştır. Kütüphanesinde dünya edebiyatına ait birçok
destan bulunmaktadır. Bunlar arasında Silius Italicus, Dante, Ariosto, Tasso ve
Mihály Czobor’un eserlerinin yanı sıra, küçük İtalyan destanları ve
Macar-Hırvat epik şiirleri de mevcuttur (Négyesy, 1914: 52). Bu eserler şairin
diğer destanlardaki tematik özellikleri kullanmasına olanak sağlamıştır.
Örneğin, İlyada’da ulusların savaşı olarak bir kale kuşatması ele alınmış;
Silius
Italicus’un Punica adlı eserinde iki büyük
komutan olan Scipio ve Hannibál’ın mücadelesine değinilmiş; Ariosto ile
Tasso’nun eserlerinde ise, Hıristiyan ve Pagan aleminin mücadelesi işlenmiştir.
Özellikle Tasso’nun Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki mücadeleyi bir
kale kuşatmasıyla anlatması, Szigeti Veszedelem ile olan benzerliği nedeniyle
büyük önem taşımaktadır. Tasso’dan etkilenmiş destanların çoğu, Müslümanlar ve
Hıristiyanlar arasındaki mücadeleden sıkça bahsederler. Ayrıca Hz. Meryem’i
yardıma çağırma motifi, elçi konuşması ve melek alayının yeryüzüne inmesi kurgularında
da Tasso’dan etkilenmiştir (Négyesy, 1914: 53; Klaniczay, 1964: 112- 113).
Marino’nun destanında olduğu gibi pek çok destanda Tanrı’nın bir ulusu
sapkınlığından dolayı cezalandırması konusu işlenmiştir. Hemen hemen tüm
destanlar savaşlarla, büyük savaşçıların düellolarıyla ve kale kuşatmalarıyla
doludur. Şair de bu dünya edebiyatı destanlarında geçen olayların bir bölümünü
eserinde kullanmış; ancak hiçbir şekilde taklitçilik yapmamış ve kendi öz
yorumunu eserinde hissettirebilmiştir.
Dünya edebiyatındaki destanlardan yapılan
alıntıların bir grubu genel destan tarzıyla ilgili olanlardır. Örneğin, Szigeti
Veszedelem’in girişinde bulunan konunun kısa özeti fikri Vergilius’tan; ilham
meleğini yardıma çağırma olayı ise Tasso’dan alınmıştır. Şair bazı bölüm başlarında
lirik görüşlerini yansıtmasını; (örneğin XIV. bölümün başında arkadaşlarına
hitap etmesi); ve bölümlerin kapanış şeklini Ariosto’dan almıştır (Klaniczay,
1964: 113):
Ihon jün Zrínyinek ragyagó csillaga, Ihon
mozdulhatatlan tramantanája, Bán cselekedét az én kezem irja,
Mellyet isten lölke elmémben befuja.
(Szörényi, 1993: XIV, 1: 215)
“Zrínyi’nin parlayan yıldızı geliyor işte,
Burada sarsılmaz Tramontanası (kutup
yıldızı) işte, Ban’ın yaptıklarını elim (kalemim) yazıyor,
Ne yazacağımı Tanrı kulağıma fısıldıyor”.
Şairin, bu dörtlükte, Komutan Zrínyi’yi
kutup yıldızıyla özdeşleştirdiğini görüyoruz. Kutup yıldızı, her zaman çıplak
gözle tüm insanlar tarafından görünebilecek bir yörüngededir. Şair de, büyük
büyükbabası olan komutanın yaptıklarından dolay,ı tüm insanlığın onu
görebileceği bir yükseklikte daima parlayacağını söylüyor.
Destanın ilk dörtlüğünde şairin kısa
özgeçmişini yazma fikri, Ovidius’un Metamorphoses adlı eserinden alıntı
yapılarak aktarılmıştır. Ovidius’un bu eseri, günümüzde destan kategorisine
sokulmasa da, 17. yüzyılda destan olarak kabul edilmektedir (Klaniczay, 1964:
113).
Szigeti Veszedelem’deki efsanevî unsurlar,
ikinci bir etkileşim grubunu oluşturmaktadır. Efsanevî çerçeve, Szigeti
Veszedelem’in düşünsel içeriğini yansıtmada büyük rol oynamaktadır. O dönem
efsanevî unsurlar Macar edebiyatında daha yeni gelişmekte olan bir olguydu.
Tanrı’nın günahlarından dolayı halkı cezalandırması fikri henüz işlenmemekte ve
dinî tasavvurlardan epik konular oluşturulmamaktaydı. İşte Tasso ve Marino’nun
şaire etkisinin tam da bu konuda olduğu görülür (Klaniczay, 1964: 113; Ravazdi,
1982: 12).
Destanda olayların başlangıcı, Tanrı’nın
yeryüzüne bakması ve dünyayı incelemesiyle başlar. Bu eski bir destan üslûbu
olup; Vergilius ve Tasso’nun eserlerinde de görülmektedir. Janus Pannonus’ta da
Tanrı’nın yukarıdan yeryüzüne bakması, insanların günahlarından dolayı
hiddetlenmesi ve Hz. Meryem’in O’nu
sakinleştirmeye çalışması sahnesi mevcuttur
(Négyesy, 1914: 57; Klaniczay, 1964: 114). Marino’nun Gerusalemme
distrutta’sında ise Tanrı, Yahudi halkın günahlarından bahsederek, onları
cezalandırmaya karar verir. Eski destanların önemli kurgularından biri de,
Tanrı’nın cehennem zebanisini yahut buna benzer gizemli bir varlığı, baş
kahramanlardan birini harekete geçirmesi için görevlendirmesidir. Bu durum
Marino’nun Strage degli innocenti adlı eserinde de aynı şekilde görülmektedir.
Vergilius ve Tasso’nun cehennem zebanisi “merhametsizlik”, küçük bebeklerin
katledilmesi emrini Herodes’e vermek için gönderilir. Şair Zrínyi, bu doğaüstü
yaratıkların tasviri konusunda özellikle Marino’nun eserinden etkilenmiş ve
onun “merhametsizlik” tasvirinden Alekto’nun tebdili kıyafete bürünmesi
kurgusunu oluşturmuştur. Alekto, Vergilius ve Tasso’nun eserlerinde, tebdili
kıyafetle, verilen görevi ifa etmektedir. Ancak Marino’nun “merhametsizliği”,
kralın korkunç yüzünden korkmaması için karşısına ölen ağabeyinin sıfatıyla
çıkar (Klaniczay, 1964: 114). Bu kurgu, Szigeti Veszedelem’deki Alekto
kurgusuyla büyük benzerlik gösterir. Alekto, Marino’nun eserindeki kurguya
benzer bir şekilde, Kanunî’ye ölen babası Yavuz Sultan Selim şeklinde görünür.
Bahsettiğimiz tüm bu eserlerde merhametsizliğe bir şahsiyet verildiği
görülmektedir (Szörényi, 1993, I, 33: 23).
Szigeti Veszedelem’deki geleneksel destan
unsurlarıyla diğer destanlar arasında benzerlikler bulunmasına rağmen,
yadırganacak bir durum söz konusu değildir. Bu durum tamamıyla destanın
özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Şair Zrínyi’nin eserindeki fikri unsurlar ve
içeriğindeki temalar, Macar geleneğinden doğmuştur. Örneğin, Tanrı’nın
insanları günahlarından dolayı cezalandırması fikri, dünya edebiyatındaki
birçok destanda bulunmasına rağmen, Szigeti Veszedelem’de Tanrı’nın
söylediklerine benzer sözler hiçbir yabancı kaynakta bulunmamaktadır.
Destanda baş kahramanın dua ederken
gösterilmesi sahnesinin Tasso’dan alınmasına rağmen, iki destandaki baş
kahramanın Tanrı’ya yakarış duası tamamen farklıdır. Şairin bu duasının temeli,
yabancı kaynaklara değil, Balassi’nin Zebur Sureleri’ne dayanmaktadır
(Klaniczay, 1964: 114)
Destanın giriş kısmına benzer bir şekilde
sonunda da Şair Zrínyi, mucizevi unsurların sıklaştırılmasını gerekli görerek,
yeniden geleneksel destan kurgularını kullanmaya başlamıştır. Szigeti
Veszedelem’de görülen meleklerin ve zebanilerin farklı iki tarafta mücadele
etmesi, çok eski bir destan kurgusudur. Bu olay, Silius Italicus’un ve
Tasso’nun eserlerinde de görülmektedir. Cehennem ruhlarının sıralanışı,
Marino’nun Strage degli innocenti’sindeki canavarları hatırlatmaktadır. Şairin
cehennem ruhlarını çağıran Alderán figürü de, Tasso’nun eserini taklit eden
Scipione Herrico’nun Babilonia distrutta’sından alınmıştır (M. Derényi, 1940:
235- 239). XV. bölümdeki cennet güçlerinin Tasso’nunkilere benzemesine rağmen,
bu bölümde Marino’nun eseri daha büyük bir tesir göstermektedir. Üstelik
Gerusalemme distrutta’daki gökyüzü tasviri şairinki ile örtüşmekte; Szigeti
Veszedelem’de Cebrail’in cehennem ruhlarını Sigetvar’dan kovması gibi,
Marino’nun Mikail’i de benzer sözlerle cehennem ruhlarını Kudüs’ten kovmaktadır
(Klaniczay, 1964: 115).
Şair Zrínyi’nin alıntı yaptığı üçüncü grubu
ise, savaş aksiyonları ya da yeryüzü olaylarının tasvirleri oluşturmaktadır.
Bazı savaş tasvirlerinin nereden alındığını kesin olarak bilmek oldukça güçtür.
Çünkü toplu savaş mücadeleleri ve bunların değişik çeşitlemeleri yüzyıllardır
tüm destanlarda işlenmiştir. Bir şairin yahut yazarın silahlı mücadelede
tamamen yeni bir tasvir yaratması, neredeyse imkansızdır. Bu nedenle, Şair
Zrínyi’nin Siklós’ta ve Almás deresi civarında yapılan
çarpışma ile diğer birçok mücadelede
kullandığı tasvirlerin Homeros’un, Vergilius’un, Tasso’nun ve diğer şairlerin
destanlarında da bulunması, gayet doğaldır. Bu tasvirleri, diğer destanlarda
olduğu gibi, Macar tarihî şarkıları ya da tarihî yazılarında da aynı şekilde
bulabiliriz. Zrínyi’nin düellolarda kullandığı tasvirler, diğer eserlerle
paralellik göstermesine rağmen, şairin bu kurguları şahsi tecrübelerinden
edinmiş olması da mümkündür. Bu nedenle, şairin bir asker olduğunu göz önünde
bulundurursak, eserinde kullandığı tasvirlerin sadece alıntı olduğunu söylemek,
son derece yanlış olur. Bu tasvirleri yaşadığı ve şahit olduğu olaylardan
türetmiş olma ihtimali, oldukça yüksektir.
Eserin I. bölümünün büyük kısmı, gerçek
tarihî öğeler içermektedir. II. bölümde yer alan Kanunî betimlemesi, fikirleri
bakımından Tasso’nun eserine benzemektedir. “Yaşlı doğulu kral” bölümü de bunu
kanıtlamaktadır. III. bölümde, şairin Siklós çarpışmasını etkileyici biçimde
işleyebilmesi açısından, geleneksel unsurların kullanımına önem vermiştir.
Sigetvar Komutanı’nın, Rézmán’ın kovaladığı Macar ordusunu durdurarak yaptığı
yüreklendirici konuşmada, Tasso ve Vergilius’un izlerini görmek mümkündür.
Aeneis’in Lausus ve Mezentius’tan bahseden açıklaması, Mehmet ve Rézmán’ın ölüm
tasvirine temel teşkil etmiştir. Rodivoj ve Juranics örneği ise, Vergilius’un
Nisus ve Euryalusa’sını hatırlatmaktadır (Négyesy, 1914: 53). Hayatını
bağışlaması için alay beyinden aman dileyen ve intikamının alınacağını söyleyen
Pál Cserei kurgusuna, Vergilius ve Tasso’nun eserlerinin çeşitli yerlerinde
rastlamaktayız. Son olarak Pécs alay beyinin teslim olmasına benzer kurgular,
Vergilius ve Tasso’nun eserlerinde de bulunmaktadır (Klaniczay, 1964: 115-
116).
IV. bölümde, Kanunî Sultan Süleyman’ın
Sigetvar’a doğru geldiği haberinin betimlenmesi Vergilius’un eseriyle; Komutan
Zrínyi’nin Siklós’ta ölenlerin başında yaptığı konuşma ise Bouillon’un Dudo’ya
söylediği sözler bakımından Tasso’nun eseriyle benzerlik göstermektedir.
Osmanlı büyücüsü Alderan’ın kuşların hareketlerine bakarak kehanette bulunması
gibi bir kurguyu, yine Vergilius’un eserinde de görmekteyiz. Sigetvarlıların
yemini ve ordu merasimi kurgusu tamamıyla Macar kaynaklarına dayanmakta; sadece
bölüm sonunda Komutan Zrínyi’nin oğluna itafen yaptığı konuşma, Aeneas’ın
Ascanius’a sarf ettiği sözlere benzemektedir (Klaniczay, 1964: 116).
VI. bölümdeki
Osmanlı elçilerinin kabulü kurgusu da, tümüyle Tasso’da mevcuttur. Tasso’da
Mısır Kralının Alet ve Argant adlı elçileri Bouillon Gottfried’e savaşı
bırakmasını söylemek için gönderilmişleridir. Halil Bey’in Macarların durumunu
anlattığı konuşması da Tasso’daki elçilerin tutumunu yansıtmaktadır. Tasso’daki
elçiler de, tıpkı Halil Bey’in Almanların şüpheli dostluğuna karşı uyarıda
bulunması gibi, Hıristiyanların komutanını Yunan imparatorunun şüpheli
dostluğuna karşı uyarmaya çalışırlar (Klaniczay, 1964: 116).
VII. bölümde
Osmanlı ordusunun Sigetvar’a varmasıyla birlikte şair, Homeros’ta, Tasso’da ve
diğer destanların tümünde bulunan tasvirleri kullanmaya başlar. Bu bölümde,
daha çok Tasso’nunkine benzer betimlemeler yapılmıştır. Tasso’da da, tıpkı Şair
Zrínyi’de olduğu gibi, ordunun yaklaşması ve istenilen bölgeye ulaşması, sanki
kalenin yüksek bir yerinden izleniyormuşçasına tasvir edilir. Deli Vid ve
Demirhám’ın düello sahnelerinde, daha çok Tankréd ve Argante’nin düello
sahnelerinin izi görülmektedir. VIII. bölümdeki Sultan ve Delimán sahnesi de
Vergilius ve Tasso’nunkine benzemektedir (Latinus ve Turnus; ayrıca Alaaddin ve
Argante arasında geçen konuşmalar). Osmanlı
ordusunda kurulan meclis ile Alaaddin’in divanındaki tasvirler, özellikle zıt
görüşlü iki komutanın karşı karşıya gelmesi olayında büyük benzerlik
göstermektedir.
Destanda dünya edebiyatı etkisinin en fazla
görüldüğü kısım, IX. bölümdür. Rodivoj ve Juranics epizodunun tümünde
Vergilius’un Nisus ve Eurialus arasında geçen konuşmaların izleri
görülmektedir. Deli Vid’in rüyasını anlatan kurguda, Vergilius’un Aeneas
epizotundaki Aeneas’ın rüyasında ölen arkadaşı Hektor ile konuşmasının;
Rodivoj’un rüyasını anlatan kurguda ise, Hugo’nun Bouillon Gottfried’le yaptığı
konuşmanın etkisi görülmektedir (Klaniczay, 1964: 116).
X. bölümdeki
büyük kuşatma tasviri, toplu savaş görüntülerinin dışında, pek çok somut alıntı
içermektedir. Szvilojevics ve Klizurics epizodu Vergilius’tan, Embrulah epizodu
ise Tasso’dan alınmıştır. Kaleye sıkışan Delimán örneğinin benzeri,
Vergilius’un eserinin çeşitli yerlerinde karşımıza çıkmaktadır. Vergilius’taki
Turnus’un Troyalıların arasına sıkışması, kaleye sıkışan Delimán örneğini;
Tasso’daki Argante’nin paganlar tarafından sürüklenmesi ise, Osmanlılar
tarafından sürüklenen Demirhám örneğini çağrıştırmaktadır (Klaniczay, 1964:
117).
XI. bölümde
Rüstem’ın32 öldürülmesi ve Delimán’ın kaçıp saklanması
Tasso’daki Gernando ve Rinaldo arasındaki
ihtilafla paralellik gösterir. Deli Vid ile Demirhám’ın düello sahnesinde
Amirassen’in verilen sözü tutmaması ve yeminini bozması, İlyada’da, Aeneis’te
ve Gerusalemme liberata’da benzer şekillerde karşımıza çıkmaktadır (Klaniczay,
1964: 117).
XII. bölümde,
destanın özellikle masalsı kısmını oluşturan Delimán ve Kumilla’nın aşk
hikâyesinde, kurgu bakımından Macar edebiyat geleneklerinin
32 Destanda
bu isim Rustán olarak geçmektedir.
büyük etkisi görülse de, bu bölüm diğer
büyük destanlarla da benzerlik göstermektedir. Örneğin Dido ve Aeneas’ın;
hatta, Rinaldo ve Armina’nın aşk betimlemeleri, Delimán ve Kumilla örneğiyle
benzemektedir. Bu eserlerin hepsinde kahramanın kadına duyduğu aşk ve kadının
kendisi kahramanı amacından, görevinden uzaklaştırmaya ve savaşından
vazgeçirmeye çalışmaktadır (Klaniczay, 1964: 117).
Delimán’ın geri çağırılması, Tasso’nun
eserindeki ile aynıdır. Sevgilisinin ölümü üzerine deliye dönen Delimán’ın
öfkesinin tasvirinde ise Ariosto’nun Orlando’su örnek alınmıştır. Bu bölümdeki
divan toplantısı VIII. bölümdeki divan toplantısına benzeyen tasvirler
içermekte ve bunlar Latinus’un savaş meclisindeki betimlemelerine
benzemektedir. Olayların gidişatının tamamen değişmesine neden olan güvercin
figürü ise, yine Tasso’dan etkilenerek oluşturulmuştur (Klaniczay, 1964: 117).
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, son iki
bölüm olan XIV. ve XV. bölümlerde doğaüstü öğeler yoğun bir şekilde karşımıza
çıkmaktadır. XV. Bölümde, vurgulanması gereken önemli bir kurgu daha mevcuttur.
Bu da, Vergilius ve Tasso’nun eserleriyle büyük benzerlik gösteren, düşman
saflarındaki en güçlü kahramanının destanın baş kahramanıyla karşılaştığında
korkudan titremesi sahnesidir. Bu olay, Szigeti Veszedelem’de, Delimán’ın
Komutan Zrínyi’nin önünde korkudan titremeye başlaması şeklinde anlatılmaktadır
(Klaniczay, 1964: 117).
Destan tarzının gerekliliklerini, doğaüstü
unsurlarını ve gerçek kurgularını göz önünde bulundurursak; şairin sadece bir
destandan değil, Avrupa destan edebiyatının tüm türlerinden etkilendiğini
söyleyebiliriz.
Şair Zrínyi, eserinin önsözünde Homeros ve
Vergilius’u örnek aldığını belirtmektedir. Şair, gerçekten de alıntıların büyük
kısmını destan edebiyatının en büyük iki yazarı olan Homeros ve Vergilius’tan
yapmıştır. Ancak bu, Zrínyi’nin destandaki kurguları ve tasvirleri onlardan
direkt olarak aldığı anlamına gelmemektedir. O, yakın dönem destanlarından da
faydalanmıştır. Doğaüstü kurgularda Marino’dan, savaş tasvirleri ve dünyevi
zorluklarla ilgili konularda ise Tasso’dan yararlanmıştır. Ancak bu Szigeti
Veszedelem’in büyük bir bölümünün Vergilius’un eserindeki kurgulara yakın
olduğu gerçeğini değiştirmemektedir (Négyesy, 1914: 52; Klaniczay, 1964: 118).
Şairin hangi destandan ne kadar
etkilendiğini ve alıntı yaptığını kesin olarak belirlemek olanaksızdır. Zira
Homeros’un kullandığı motifler Vergilius’un eserinde, Vergilius’un motifleri de
Tasso’nun eserinde; Tasso’nun etkileriyse, Marino ve Tasso taklitçilerinde
mevcuttur. Rüzgarın Yavrusu motifi, Zrínyi’de Amirassen’in atı Karabul ile
özdeşleşmekte; bu motifse İlyada’da, Georgica’da, Orlando furioso’da ve
Gerusalemme liberata’da görülmektedir (Imre, 1897, 68-71). Deli Vid ve Demirhám
çarpışmasına benzer örnekler tüm destanlarda bulunmakla birlikte buna en yakın
örnek Argante ve Tankréd’in çarpışmasıdır. Ayrıca bu tarz örnekler, Macar
edebiyatında da bulunmaktadır (Klaniczay, 1964: 118).
Szigeti Veszedelem, vermeye çalıştığı mesaj
bakımından, dünya edebiyatındaki eserlerle tamamen bağdaşmayan özgün bir
eserdir. László Négyesy, Szigeti Veszedelem’in Vergilius’un eserindeki
motiflerle benzeyen sahnelerinin Italicus’un Punica’sı ile de paralellik
göstermesinin, eserin özgünlüğüne hiçbir zarar vermediğini söylemektedir. O, bu
tip eserlerin araştırılmasının yapıta özgünlük kazandıracağına ve dünya
edebiyatındaki diğer destan türlerinin etkisini azaltacağına
inanmaktadır. Yine Négyesy, Szigeti
Veszedelem’in bu güne kadar yazılmış eserlerden daha özgün ve etki alanının
daha büyük olduğunu savunmaktadır (Négyesy, 1914: 58).
Kısacası şair, dünya edebiyatındaki
destanların motiflerini kullanarak, Szigeti Veszedelem’in Macar edebiyatının
bir parçası olmasını sağlamış ve bunu da başarmıştır. Macar edebiyat
tarihçilerine göre O, genel destan geleneklerine Macar motiflerini de katarak
oluşturduğu eseriyle ilk Macar destan yazarı olmuştur (Klaniczay, 1964: 119).
János Arany (1817- 1882) Zrínyi és Tasso
(Arany, János, Zrínyi és Tasso, összes müvei X., Budapest, 1962) adlı klasik
çalışmasıyla şairin, yaptığı alıntılara rağmen ne kadar özgün bir eser
oluşturduğunu vurgulamaktadır. Hatta János Arany, şairin yaptığı alıntıları
dahi özgünleştirdiğini belirtmektedir. Ona göre bu durum, henüz eserin başında
ilham perisinin yardıma çağırılması sahnesinde ortaya çıkmaktadır. János
Arany’a göre Şair Zrínyi, Hz.Meryem’in yardıma çağırılması kurgusunda Tasso’dan
etkilenmiştir; ancak Zrínyi, eserin ilerleyen bölümlerinde bu kurguyu
geliştirmiş ve Tasso’dan bağımsız; hatta tamamıyla zıt bir boyuta taşımıştır.
Tasso, konuyu anlatırken samimi olmayarak olayları süsleyeceği için
Hz.Meryem’den özür dilemektedir. Oysa Şair Zrínyi, bunun tam tersine sadece
gerçekleri yazacağı için, Hz.Meryem’e şu şekilde seslenmektedir:
“Adj pennámnak erőt, úgy írhassak, mint
volt” (Szörényi, 1993, I, 5: 20) “Kalemime gerçekleri olduğu gibi yazabilmem
için güç ver”.
Kuşkusuz şair gerçekleri yazma konusunu çok
ciddiye almıştır. Daha eserin giriş kısmında tarihle efsaneleri karıştırarak
yazacağına dikkat çekerek, gerçek tarihi yazmaya çalışacağını ve bunu daha da
etkili kılmak için edebî üslûbu kullanacağını
belirtmiştir. O, “tarihe karışmış masallar”
sözüyle hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığını; eklemeler yapılarak olayların
abartıldığını, kimi zamanda bu olaylardan bazı şeyler çıkartılarak olayların
yumuşatıldığını kabul etmiştir (Klaniczay, 1964: 119).
Şimdi de şairin alıntı yaptığı dünya
destanlarındaki motifleri kendince nasıl değiştirdiğine ve bunları
özgünleştirdiğine değinelim.
Şair, Siklós çarpışması nedeniyle Rézmán’ın
ordusundan korkup kaçan Macarları yüreklendirmek için Vergilius ve Tasso’dan
esinlendiği sözlerle Komutan Miklós Zrínyi’yi konuşturmaktadır. Destanda da
görülen kaçan askerlere seslenme, Vergilius ve Tasso’da da karşımıza
çıkmaktadır: (Klaniczay, 1964: 119)
Vergilius:
“Arkadaşlarım (yoldaşlarım) nereye
kaçıyorsunuz? …lâkin deniz yolumuzu kapatmış, kaçacak yer yok! Denize mi yoksa
Troya’ya mı gidelim?”
Tasso:
“Bu ne korku? Nereye kaçıyorsunuz? Sizi
kimin kovaladığına bir bakın! Zayıf bir bölük sizi kovalayan.”
Zrínyi:
Igy mond: “Hová futtok, ti vitéz emberek?
Nézzétek, kicsodák, kik tikteket üznek. Tehát ennyi keresztényt egy török
gyermek Megfutamtat mezőben?
Siklós várábán-é ti akartok futni? Itt
akarjátok-é uratokat hadni?
De az ki engemet fog bátran követni,
Neki győzedelmet majd fogok
mutatni”(Szörényi, 1993, III, 72-73:58).
“Şöyle seslenir: Nereye kaçıyorsunuz cesur
yiğitler? Sizi kovalayanların kim olduğuna bakın bir.
Bu kadar Hıristiyan’ı bir Türk çocuğu mu
Çayırda kovalıyor?
Siklós kalesine mi kaçmak istiyorsunuz?
Komutanlarınızı burada mı bırakmak istiyorsunuz? Lâkin her kim beni korkusuzca
takip ederse
Ona zaferin ne olduğunu gösteririm”.
Şair, bu kısa konuşmasının başında,
Tasso’nun düşmanın zayıflığını ön plana çıkarma fikrini, daha sonra da
Vergilius’un kaçış yolunun olmadığını gösterme düşüncesini benimsemiştir. Şair
Zrínyi burada, Siklós’a gitmenin neden imkansız olduğunu da açıklar. Bu
konuşmada fuzuli hiçbir öğe bulunmamaktadır. Şair önce kaçanları ayıplar, daha
sonra da kaçmanın akılsızca olduğunu söyler, son olarak da askerlere cesaret
verir.
Eski destanların aksine Szigeti
Veszedelem’in yazarı bir komutan olduğundan askerleri nasıl
cesaretlendireceğini ve onlara nasıl hitap edeceğini çok iyi bilmektedir. Bu
nedenle, alıntı yaptığı eserleri sahip olduğu vasıflar sayesinde daha da
geliştirmiştir.
Şairin sahip olduğu askerî bakış açısı ve
komutan kişiliği Pécs alay beyinin teslim olması sahnesinde de görülür. Bu
kurgu Tasso’da da mevcuttur. Aradaki fark şudur: Tasso’da Altamoro kılıcını
Gottfried’in eline verirken, Szigeti Veszedelem’de alay beyi kılıcını yiğit bir
askere yakışacak şekilde yere fırlatmaktadır. Daha önce de söylediğimiz gibi
Deli Vid ve Demirhám’ın VII. bölümdeki düellosu, Argante ve Tankréd’in
düellosuna benzemektedir. Ancak Tasso’nun eserinde Tankréd, düellonun ikinci
gününde arkadaşlarına haber vermeden düelloya giderken; Szigeti
Veszedelem’de Deli Vid, Komutan Zrínyi’nin
izin vermesi koşuluyla Demirhám ile düelloyu kabul eder. Komutan Zrínyi’nin
destandaki askerleri her durum ve koşulda askerî disipline bağlı kalmışlardır.
Yine destandaki Klizurics karakteriyle Aeneis’teki Helenor karakteri birbirine
benzemektedir. Ancak aradaki fark, şairin anlattığı gibi durumun umutsuz
olduğunu gören Klizurics’in düşman hattına saldırdığı sırada kafasını omuzları
arasına çekmesi ve kalkanını yukarı kaldırması tasvirinden kaynaklanmaktadır.
İki eser arasındaki bu betimleme farkı ise, Şair Zrínyi’nin askerî kişiliği
nedeniyle birçok savaşa katılmasından ileri gelmektedir. Şair, yaptığı
alıntıları askerî bakış açısıyla değiştirmiştir. Savaş deneyiminin olması işini
daha da kolaylaştırmış ve vermek istediği etkiyi bir o kadar arttırmıştır.
Marino’nun eserindeki cehennem ruhlarının dağınık ve karmaşık bir halde
olmasına rağmen, şair kendi destanında bu ruhları savaş düzenine sokmuştur
(Klaniczay, 1964: 120- 121).
Şair Zrínyi’nin alıntı yaptığı diğer
eserlerden farkı, doğu kültürünü mükemmel ve doğru bir şekilde tasvir etmesidir
(Négyesy, 1914: 62). Şairin Kanunî Sultan Süleyman’ı tasviri, Tasso’nun Embrulah
ve Mısır kralı tasvirinden çok daha renklidir. Hayatında Türk görmemiş olan
Tasso’nun Embrulah ve Mısır kralı tasvirinin sıkıcı olması çok doğaldır.
Eserinde doğu kaynaklı tutarlı kelimeler, “barbar süsü” ve “türban”dan
ibarettir. Tasso’daki yaşlı kral her hangi bir kral olabilir; çünkü
betimlemenin kimi gösterdiği açık değildir. Ancak Şair Zrínyi’nin Kanunî Sultan
Süleyman tasviri, bunun tam tersidir. Kanunî Sultan Süleyman’ın ordusunun
başında nasıl gittiği, neler giydiği ve silahları tasvir edilirken, Osmanlı
geleneklerine uygun betimlemeler yapılmıştır. Osmanlı kültürü doğru
yansıtıldığından eserdeki tasvirler de çok inandırıcı ve etkileyici olmuştur
(Klaniczay, 1964: 21).
Şairin, Tasso’dan aldığı elçi kabulü
tasvirlerinde yaptığı küçük değişiklikler, büyük önem arz etmektedir. Buna göre
Tasso’nun eserinde, kale komutanı elçileri sadece subayları ve komutanlarıyla
kabul ederken; Sigetvar Komutanı Zrínyi elçileri askerleriyle birlikte kabul
etmektedir. Destanda Komutan Zrínyi, böyle hayatî önemi olan bir karar almak
için tüm askerlerinin, muhafızlarının ve halkın görüşünü almaktadır. Bu durum,
eserde komutan ve tebaası arasındaki bozulmaz ve yıpratılamaz sağlam birliği
simgelemektedir (Klanicay, 1964: 121).
Şair sadece destanlardan değil, epik olmayan
dünya edebiyatındaki diğer eserlerden de etkilenmiştir. IV. bölümdeki kaçan
atların Osmanlı ordusunda yarattığı kargaşa (Szörényi, 1993, IV, 81-103: 76-
79), Tacitus’un Annales şarkısında da (I.bölüm, 65-66.dörtlük) görülmektedir.
Caecina’nın Arminius’a karşı oluşturduğu orduda da aynı sahne mevcuttur. Şair,
Szigeti Veszedelem’deki bu sahneyle, Osmanlı ordusunun zayıflığını göstermeye
çalışmaktadır. Kaçan atların seslerinden ürken Osmanlı askerleri, çıkan
kargaşada birbirlerini öldürür. Bu da destansı bir kurgudur. Şairin bu tarz
sahneleri epik tarzda anlatmadaki yeteneği ve üslûbu, kendisinin klasik destan
yazarları arasında yer aldığını göstermektedir (Klaniczay, 1964: 122).
IV.8) TARİHİ
KAYNAKLARIN ve TARİHİ GERÇEKLERİN DESTANA ETKİSİ
Szigeti Veszedelem’in oluşumunda tarihî
kaynakların etkisi büyüktür. Tarihî kaynaklarda işlenen olaylar özeklikle Şair
Zrínyi’nin destandaki kahramanların karakterlerini oluşturmasına ve olay
kurgularındaki gerçekliği sağlamasına katkıda bulunmuşlardır. Bu bakımdan öncelikle
bu tarihî olayların, destandaki bazı karakterlerin, şairin edindiği bilgi ve
verilerin incelenmesi, bunlara açıklık getirilmesi gerekmektedir.
Daha önceki açıklamalarımızdan yola
çıkarak, şairin ana kaynağının Istvánffy’nin eseri (Pannoni Historiarum de
rebus Vugaricis libri) olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Zrínyi bunun dışında pek
çok tarihî kaynaktan da yararlanmıştır. Szigeti Veszedelem’i Hırvatça’ya
çeviren şairin kardeşi Péter Zrínyi bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:
“Büyük bir gayretle ve titiz bir çalışmayla birçok kronikten ve Latince’yi çok
iyi bilmesinden dolayı birçok yazma ve belgeden edindiği bilgileri düzenledi ve
eserini bunlara dayanarak yazdı” (Klaniczay, 1964: 139).
Şairin tarihî kaynakları nasıl kullandığına
ve bunlardan ne ölçüde yararlandığına değinecek olursak, öncelikle
Istvánffy’nin eserinden başlamamız gerekmektedir. Szigeti Veszedelem’in konusu
ve olayların gidişatı, Istvánffy’nin eseriyle paralellik göstermektedir.
Istvánffy’nin betimlemelerinde gerçeklik ve epik üslûp, ilk göze çarpan
özelliktir. Bilhassa, Osmanlı ordusunun Sigetvar’a girişi, mükemmel tasviri
nedeniyle, âdeta okuyucunun gözünde canlanmaktadır. Şair Zrínyi’nin de eserinin
başında aynı olayı harfi harfine Istvánffy’den esinlenerek yazması, bu mükemmel
tasvirin etkisidir. Destanın ilk bölümündeki tarihî olaylar da
–Kanunî’nin öfkelenmesi, savaşa karar
vermesi, savaş ilanı, Osmanlı ordusunun
Drinápoly’a (Edirne) çağrılması, Kanunî’nin
divan toplantısı, Aslan Paşa’nın mektubu ile Asya ve Tatar ordularının varışı,
Istvánffy örnek alınarak yazılmıştır (Szörényi, 1993, I, 46- 68: 25- 29). Bu
etkileşim Palota kuşatmasında, hatta bunun ince ayrıntılarında da kendini
göstermektedir. Moré burcunun dövülmesi, iki topçunun burada ölmesi ve Siklós
çarpışmasında yaşanan zorluklar, Istvánffy’nin anlatımıyla aynıdır (Szörényi,
1993, II, 1- 30: 34- 39; Klaniczay, 1964: 139).
IV. bölümdeki Osmanlı elçilerinin kabul edildiği
sahne (Szörényi, 1993, 1- 51: 93- 101) hariç V., VI., VII. bölümlerdeki tarihî
olaylar, Istvánffy’nin eserini çağrıştırmaktadır. Şair bu bölümde estetik
açıdan sadece olayların oluş zamanlarını değiştirmiştir. Istvánffy’nin eserinde
Kanunî’nin Harsány’a varması, öncü birliklerin Ali Kurt33 ve Anadolu
beylerbeyinin komutasında Sigetvar’a gönderilmesi, Almás çayı yakınındaki
çarpışma, daha sonra esas ordunun Sigetvar’a varışı, “Allah Allah” nidalarıyla
sağa sola ateş ederek gösteriş yapılması ve Farkasich’in ölümü sahnelerinden
sonra Sigetvar komutanının askerlerine yaptığı konuşma, askerlerinin bağlılık
yemini etmesi ve savunma için hazırlanması sahnelerine geçilir. Ancak Şair
Zrínyi, bu sıralamayı takip etmemiştir.
Takip etseydi, Sigetvarlıların tanıtımı çok ileriki bölümlerde yapılacak ve o
takdirde VII. bölüm beklenen heyecanı vermeyecek, eserin gidişatı yavaşlayacak
ve akıcılığı kaybolacaktı. Bu bakımdan şairin yaptığı bu kronolojik değişiklik
yerinde olmuştur. Dikkat edilecek bir başka nokta ise, Ali Kurt’un ölümünün ve
Osmanlı toplarının kullanılamayacak hale gelmesinin anlatıldığı XIII. bölümdür.
Anlatılan bu olay, gerçekte de yaşanmıştır. Istvánffy bu olayı şairin
eserindeki olay sırasından çok daha önce anlatmaktadır.
33 Ali
Kurt, tarihi kaynaklarda karşımıza Ali Portuk şeklinde de çıkmaktadır. Örneğin,
Perjés bu ismi Ali Portuk olarak kullanmaktadır (Perjés, 1965: 154). Özellikle
Türk kaynaklarında bu isim, Ali Portuk şeklinde karşımıza çıkar. Ayrıca bu isim
A budai Basák Magyar Nyelvű Levelezése adlı kaynakda da Aly Porthwk yani Ali
Portuk olarak görülmektedir (Takáts, 1915: 21).
Zrínyi olayı sona bırakarak konuyu çok daha
önemli bir boyuta taşımıştır: Kanunî’nin son umudu Ali Kurt ve toplarıdır;
bunlarda istenen başarı sağlanamayıp, Ali Kurt da ölünce, Kanunî kuşatmayı
kaldırmaya karar verir (Klaniczay, 1964: 130- 140).
Kuşatmanın son hadiseleri yani yangının
neden olduğu sorunlar, güçlükler, iç kaleye çekilme, buradan çıkmak zorunda
kalınması, bunun için yapılan hazırlıklar ve çıkış harekâtı da Istvánffy’nin
eseriyle paralellik gösterir. Ancak destanın sonuç kısmı tamamıyla Zrínyi’ye
aittir. Zira Istvánffy’nin eserinde Kanunî, çok daha önce ölmüştür (Klaniczay,
1964: 140).
Önemli olan bir diğer konu da şairin bazı
tarihî gerçekleri eserinde anlatmamış olmasıdır. Ancak gerçekçi olmak adına, bu
olayları eserinin başka bölümlerinde bir cümleyle anımsatmayı da bilmiştir.
Istvánffy eserinde, son bölümde Osmanlı askerlerinin Komutan Zrínyi’nin
kafasını kazığa geçirdiklerini yazmaktadır. Şair ise komutanın ölümünü
anlattığı bölümde böyle bir olaydan bahsetmemektedir. Çünkü şair bunu destanın
son kısmında aktarsaydı, o takdirde şairin eserinde vermek istediği komutanın
yüceliğinden ve ululuğundan eser kalmayacaktı. Bu nedenle şair bu gerçeğe, IV. bölümün
6. dörtlüğünde değinmektedir:
Ihon most Zriniek jószerencséje van, De még
őrajta is ennek hatalma van: Ma az törökökön nagy győzedelme van,
Holnap vitéz fejét meglátjuk karófán
(Szörényi, 1993, IV, 6: 65). “Şimdi şans Zrínyi’den yana,
Ve bu şansın onun gücünde etkisi büyük:
Bugün Türklere karşı büyük zafer kazanacak, Yarın göreceğiz yiğit kafasını
kazıkta”.
Bu durum, şairin tarihî gerçekleri
aktarmamak için gösterdiği büyük çabanın sonucu değildir. Çünkü şair, yaşanan
mücadelenin kaçınılmaz sonunu sık sık vurgulamaktadır. Zrínyi burada, tarihî
gerçeği olduğu gibi değil de sanatsal bir üslûp ile vermek istemiştir.
Şair, Istvánffy’nin eserinde bulunanlardan
daha fazla karaktere ihtiyaç duyduğu için, yine onun eserinde geçen kimi
isimleri destanının kahramanları arasına yerleştirmiştir. Örneğin 1552’deki
Eğri (Eger) kuşatmasında adı geçen Hamviván, Sigetvar kuşatmasına dahil
edilmiştir. Özellikle kuşatmadan önce Komutan Zrínyi’nin yanında yer alan bazı
askerler de, yine bu şekilde Szigeti Veszedelem’e eklenmiştir. Istvánffy’nin
tarihî konulara bağlı kalmasına karşın, bazı durumlarda verdiği isimler
yanlıştır. Örneğin, Almás çayı yakınındaki çarpışmada yenilgiye uğrayan Anadolu
beylerbeyinin adı Osman (Ozmán) olarak geçmektedir. Oysa gerçekte bu kişinin adı
Zal Mahmut (Zál Mahmud)’tur. Ancak Istvánffy bu ismi Sigetvar kuşatması
tarihinden çok daha önce Cilicia, Cappadocia ve Pamphylia beylerbeyi olarak
göstermiştir. Tahminen şair de bu isimlerin farklı kişiler olduğunu, tek bir
kişiyi nitelemediğini düşünmüştür (Klaniczay, 1964: 241).
Szigeti Veszedelem’de bazı tutarsızlıklar
olduğu da görülmektedir. Bu durumu Farkasich’in ölümünde görebiliriz.
Farkasich, III. bölümdeki Siklós çarpışmasında yaralanır. V. bölümde komutanına
bağlılık yemini ederken, iyileşmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Yeminden
sonraki olayların işlendiği VII. bölümde ise, “eski hastalığının” nüksetmesi
sonucu ölür. Burada açık bir çelişki söz konusudur. Bu çelişki de şairin tarihî
olayları aktarırken, Istvánffy’nin eserine bağlı kalmasından kaynaklanmaktadır.
Farkasich, Istvánffy’nin eserinde daha
kuşatmanın başında hastalığından dolayı ölmüştür. Şair Zrínyi de bu kurguya
bağlı kalarak, anlatımında çelişkiye düşmüştür. Şair, Farkasich’in hiçbir
yararlılık gösteremeden ölmesini istememiştir. Bu nedenle de eski
çarpışmalarından kesitler almak istemiş ve Istvánffy’nin eserinde adına
rastlamıştır. Adı 1543 yılındaki bir olayda geçmektedir; fakat bu Farkasich,
bir çatışmada yaralanan ve sonradan iyileşen Péter Farkasich’in babası György
Farkasich’tir. Şair bu iki şahsiyeti birleştirerek, destanına tek bir kişi
olarak yansıtmıştır (Klaniczay, 1964: 141).
Şairin kale komutanının yaptığı zulümleri,
kötülükleri, işlediği tüm günahları Forgách’ın eserinden okuduğu da kesindir.
Zira Istvánffy’nin eserinde komutan, tamamiyle mükemmel bir şahsiyet olarak
anlatılmaktadır. Şair de kahramanı Istvánffy’nin gösterdiği şekilde tasvir
etmek istemiş, ancak işlediği günahları da anmadan geçmemiştir. Örneğin komutan
dua esnasında:
Mégis én nyomorult háládatlan vagyok,
Ujabb bünre mindennap sok okot adok
(Szörényi, 1993, II, 70: 45). “Buna rağmen ben aşağılık rezil birisiyim,
Her gün daha çok günah işlemekteyim”
demektedir.
Komutan, XV. bölümde kaleden çıkma harekâtı
öncesi yaptığı son konuşmasında, günahlarını belirtmek için şöyle demektedir:
“Bugün, geçmişte yaptığımız kötülüklerin üstünü örtecek, güzelleştirecektir”
(I5, 6). Forgách da, şair gibi komutanın ölümüyle tüm günahlarından
kurtulduğunu ve bundan sonra yiğitliği ile anılacağını vurgulamıştır.
Şair Zrínyi, bazı Osmanlı komutanlarını
anlatırken de benzer şekilde Istvánffy’den faydalanmıştır. Bu durum özellikle
Budin Paşası Aslan Paşa’nın
betimlenmesinde görülmektedir. Kaynakların
çoğu, Aslan Paşa’dan yiğit ve seçkin bir asker, tehlikeli bir savaşçı olarak
bahsetmektedir. Istvánffy de Eğri (Eger) kuşatmasını anlatırken, Aslan Paşa’nın
yiğitliğini ön plana çıkarmış, ancak 1566’daki Palota kuşatmasındaki
davranışları yüzünden Paşa’yı “korkak, cahil ve sarhoş” olarak nitelemiştir
(Klaniczay, 1964: 142). Şair de Aslan Paşa’yı sadece bu yönüyle eserine
katmıştır.
Şairin etkilendiği bir diğer hümanist tarih
yazarı da, János Zsámboki’dir. Şair Zsámboki’nin Rerum Ungaricum Decades adlı
eserinden Kanunî’nin Macaristan’a gelişi, Sigetvar’a yönelişi, Komutan’ın
kaleyi savunarak ölümü, kalenin Osmanlılara geçmesi ve Kanunî’nin ölümü
sahnelerinde etkilenmiştir. Joannis Sambucı de Sigethi Expugnatione
navrotiuncula adlı eserinde ise Kanunî’nin kalenin alınmasında üç gün önce
öldüğünü yazmaktadır. Laudatiuncula adlı eserinin ana fikri yani Kanunî’nin
Sigetvar’da tüm gücünü kaybettiği fikri de Szigeti Veszedelem’le aynıdır
(Négyesy, 1914: 45).
Miklós Zrínyi, destanını yazarken, Macar tarihî
epik geleneklerine sadık kalmış ve olabildiğince gerçek olayları yansıtmaya
çalışmıştır. Yani, kendi deyimiyle, “tarihi” olayları aktarmıştır. Şair
olayları, tarihsel gerçeğin çiğnenmemesine dikkat ederek şekillendirmeye ve
bunu epik tarzda edebileştirmeye çalışmıştır.
Sigetvar kuşatmasıyla ilgili olarak
özellikle Reusner’in Rerum memorabilium exegeses adlı eserinden yararlanmış;
Schesaeus ve Karnarutics’in eserlerinden de alıntılar yapmıştır. Sámuel
Budina’nın Latince’ye çevirdiği bir Hırvat kroniği olan Historia Sigethi… ex
Croatica Sermone in Latinum conversa’dan yararlanmıştır. İlk olarak 1568’de
Viyana’da yayınlanmış olan bu eser, gördüğü yoğun ilgi nedeniyle
aynı yıl Almanca ve İtalyanca olarak
yeniden basılmıştır (Négyesy, 1914: 46; Klaniczay, 1964: 143).
Szigeti Veszedelem’in XIII. Bölümünde,
Reusner’in kale hendeklerine drenaj yapılmasına dair plan kurgusunun ve tarihî
şarkılarda da Schesaeus’un eserinde de karşımıza çıkan yine Reusner’in
eserindeki kocasıyla omuz omuza çarpışan kadın figürünün izleri görülmektedir.
Reusner’in, Osmanlı elçilerinin kaleye gelmesi konusunda da şairi etkilediği
düşünülebilir (Kaleye Osmanlı elçilerinin gelmesi ve Komutan Zrínyi’yi kaleyi
teslim etmesi konusunda iknaya çalışmaları sahnesi). Osmanlı elçisi Halil Bey
Zrínyi’yi şu sözlerle ikna etkeye çalışır:
“O, JÉZUS hitin valóknak szép csillaga, O,
ily vitézeknek érdemes hadnagya Egyedül! Mely ország próbádat nem tudja? Mely
világrész vitézségedet tagandja?
Hon az meleg hajnal pirossan feltetszik,
Hon az sötét estve tengerben enyészik, Hon az északtenger magában küszködik:
Hired mindenütt van, s mint nap, ugy
tündöklik. Csudául mi halljuk nagy vitézségedet
Mindnyájan, urunk is az te jó hiredet
Szereti hallani, cselekedetedet; Szeret magadat is, ha nem is hitedet.
Illyen méltó okdul ő megindéttatott, Hogy
küldjőn általunk néked barátságot, S hogy eben láthasson ő állandóságot, Izeat
néked tülünk képes kivanságot,
Ü kivánsága ez: ez várat kezében
Adjad, és ne bizzál nagy keménységedben;
Haszontalan harag, az ki nincs erőben, Esztelen, ki kiván, az mi lehetetlen.
Császár nem kivánja az te szép váradat,
Hogy azal nevelje maga gazdagságát, Mert ki az világnak birja nagy határát, Nem
kivánhat szüve kűbül egy kis várat.
De tudnod kell néked az mi fátumunkat, Az
Istennek elszánt igaz akaratját: Minekünk ő adja az szép arany almát, Meg is
fényeséti, mint napot, holdunkat.
Azért az hatalmas szultán megindult mast,
Isten akaratját viszi végben bizvást;
Ne adja Isten azt, hogy te meggondolhasd,
Hogy te Isten kedvét kézzel megtartoztasd.
O boldog bölcs Thamma, Kazul Bas nagy ura!
Békeséget császártul mert kérni tuda
Idején, s eszessen magát megalázta, Mostan
nagy Persiát békeségben birja.
Lusitanusokat tartom okossaknak,
Mert az fátum ellen lám ők nem harcolnak;
Lám az francuzok is boldogságban vannak, Te penig hanyad része lehetsz azoknak?
Ha bölcs vagy, szükségbül tehetsz magadnak
jót, Nagyobbtul magadra nem csinálsz haragot: Alázd meg magadat, add meg ezt az
várat, Meliyet semmiképpen többöl meg nem tarhatsz.
Nem kérettetik küled ingyen ez az vár,
Hol nagy haszon vagyon, nem látszik kicsin
kár; Valamit te kérhetsz, azt Szulimán császár Örömest engedi, elhiggyed nékem
bár.
Vezérséget tüle sok pénzt és gazdag
kincseket, Du tudom, hitünkre nem vonsz az te szüved. Megbocsásd, igy szóllok,
mert keresztyéneket Minden tartja tormában esett féregnek.
Kérj hát tüle sok pénzt és gazdag
kincseket, Nem találsz őbenne semi fösvénséget; Avagy kérjed tüle ez várat,
Szigetet, Hogyha te ok nélkül oly igen szereted:
Elhittem, tetüled aztot ő sem tiltja, De
uraság jeléért most azt kivánja,
Hogy hada bejüjjön, s valamely hadnagya
Aztot te kezedben hagyásábol adja.
Külömben, jó Zrini, hogyha cselekszel,
Váradat s szolgáidat bizony veszted el; De semi ez, életed az jóhireddel
Szigetvár hamujában temetdődik el.
Talán van, ki biztat téged füst szókkal
Kever jó hiredet belé csalárdsággal: De az lészen első, ki szégyenvallással
Szükségnek idején elárul futásal.
Csiklandos szók ezek, és mind esztelenek;
Ki fogja tartani aztot vitézségnek, Egynihány hogy állott ellent százezernek?
Minden fogja nevezni vakmerőségnek.
Talán esküvésed tartóztat tégedet,
Kit német császárnak békeségben tetted; De
lelkiesméret mostan mentté tehet, Senki nem tartozik teni lehetetlent.
Bizol-é németben, te okos horvát bán, Hogy
hamar segitséget küld néked talán? Német, mely tégedet az föld alatt kiván
Lenni, segitséget hoz kárával talán.
Ki nem esmérheti német barátságát?
Leginkább magyarhoz gonosz akaratját? Hogy gyülöli német az magyar katonát, Ha
akarod, adok néked ezer példát.
De bár az ugy légyen, eljüjjön az német,
Rákháton tinéktek hoz ő segitséget, Elvesztitek akkor kedves éltetöket,
S ők török kezébn találják Szigetet.
Uram, hogy én néked megmondjam egy szóval?
Nagy dolgokat kis üdőben te csinálál, Országos hadakat vesztéig rontottál,
Kűvárakat vettél, és el is bontottál.
Van már legmagassabban az te jó hired,
Nincsen már helt, az hová feljebb vihessed, Csak azon mesterkedjél, hogy azt
őrizzed, Arrol sikos helyről, hol van, el ne ejtsed.
Futnod már keli néked szerencse próbáját,
Az ki szakaszthatja jó hirednek nyakát, Futnod, uram, néked kell méltán az
hadat, Az ki minden órán külömben változhat.
Ne légyen fejedben az a’bizodalom,
Hogy az kit egyenként te meggyőztél harcon,
Meggyőzhesd te mostan, hol vannak minnyájan, Mely, Isten rendibül, várad alatt
vagyon.
Ezt szultán Szulimán, mivel szeret téget,
Izente általunk, vitéz Zrini, néked. Ihon jün maga is; egy millio népet
Hoz el romlásodra, ha szavát megveted
(Szörényi, 1993, VI, 10- 36:
94- 98.
Şiirin bu bölümünün Türkçe karşılığını
aşağıdaki gibi vermeye çalıştık.
VI, 10- “Ey Hıristiyan dininin güzel
yıldızı Ey bu yiğitlere lâyık tek komutan!
Hangi ülke senin yaptıklarını bilmez ki?
Dünyanın neresinde senin yiğitliğin inkar
edilebilir ki?
11- Sıcak şafağın kızıl doğduğu yerde,
Karanlık akşamın denizde yok olduğu yerde,
Kuzey denizinin kendi içinde mücadele
ettiği yerde, Şanın tüm bu yerlerde güneş gibi parlıyor.
12- Hayranlıkla dinliyoruz senin
yiğitliğini, Hepimiz, padişahımız dahi yiğitliğini, Yaptıklarını dinlemeyi
seviyor;
Seni de seviyor, dinini değil.
13- Böylesi iyi bir sebeple harekete geçti,
Sana dostluğunu bizimle gönderdi,
Ve bunun devamlı olasını istiyor,
Sana bizimle selamını, mesajını gönderdi.
14- Onun isteği kaleyi teslim etmen, Ve
yiğitliğine güvenmemen,
Öfke yarar getirmez gücü olmayana, İnanmak
akılsızlık olmayacağa.
15- Padişah bu güzel kaleni istemiyor, Bu
kale onun zenginliğini artırmaz Çünkü o dünyaya hükmediyor,
Küçük, taştan bir kaleyi gönülden istemez
16- Ama senin bilmen gerek kaderimizi
Tanrı’nın kutsal, gerçek isteğini:
Bize kendisi verdi tüm kudretimizi,
Ve hatta kendisi güneşi aydınlattığı gibi
aydınlattı hilalimizi. 17- Süleyman Tanrı’nın isteği üzerine geçti harekete,
Tanrı’nın güvenini getirdi uzaklardan;
Tanrı, onun isteğini değiştirebilme
yeteneği vermedi sana, Yapabileceğin hiçbir şey yok bu konuda
18- Kızılbaşların çok onurlu büyük şahı
Thamma, Zamanında padişahtan barış dileyebilirdi,
Ve akıllıca tebaası olabilirdi,
Şimdi barış içinde halkını yönetebilirdi
19- Portekizlileri biraz daha akıllı
buluyorum, Çünkü yeğlemedi onlar kadere karşı savaşmayı; Hatta Fransızlar da
mutlular şimdi,
Sen ise bunların yüzde kaçı olabilirsin ki?
20- Eğer onurluysan, mecburiyetten iyilik
yapabilirsin kendine, Nefretten başka bir şey kazanmazsın kendine:
biraz küçült kendini, ver kaleyi,
Hiçbir şekilde elde tutamazsın bu kaleyi.
21- Senden kaleyi bedava istemiyor,
Çok büyük bir yarar sağlarsın, gelmez
hiçbir zarar; Bari bana güven ne istersen iste hepsini,
Yerine getirir Süleyman, tüm hepsini.
22- Eğer inanmıyorsan, iste ondan
komutanlık,
Ama biliyorum istemiyorsun bizim dinimize
geçmek, Afedersin ama böyle söylüyorlar,
Hıristiyanları acırganın içine düşmüş kurt
olarak görüyorlar. 23- Hatta ondan para iste, zengin hazineler,
Hiçbir cimrilik göremezsin Onda; Yada bu
kaleyi, Sigetvar’ı iste ondan, Eğer sen samimi ve iyi niyetli istersen:
24- İnanıyorum ki, esirgemez onu senden,
Ama O’nu tanıdığının işareti olarak kaleyi
istiyor senden, Ordusu içeri girsin, ve herhangi bir teğmeni
Sana seve seve verir kaleyi.
25- Aksi halde eğer mücadele edeceksen
Zrínyi, Kesin kaybedersin adamlarını ve kaleni;
Ama önemli değil, ününle hayatını Gömersin
beraberce Sigetvar’ın küllerine.
26- Belki seni yalan sözlerle kandılar,
Seni düzenbazlıkla aldattılar:
Ama en başta şu olur, bunlar
İhtiyacın olduğunda kaçarak ihanet ederler
sana.
27- Şatafatlı sözler onlar ve akılsızca
hepsi; Birkaç kişiyle yüz bine karşı koymak,
Kim bunu yiğitlik kabul eder ki?
Herkes bunu cesaret olarak mı yorumlar
sanki?
28- Belki de sana yeminini tutturuyorlar,
Barış döneminde Alman imparatoruna ettiğin
yemini; Ama gönlünü ferah tutabilirsin,
Hiç kimse imkansız için sorumlu tutulmaz
ki. 29- Sen akıllı Hırvat banı Almanlara güveniyor musun? Sana hemen yardıma
geleceklerine mi inanıyorsun? Senin ölmeni isteyen Alman yardıma gelse bile,
Gelecek sana zarar vermek amacı ile.
30- Almanların şüpheli dostluğunu,
Özellikle Macarlara karşı kötü düşüncesini
kim bilmiyor ki? Almanların Macar askerlerinden nefretine
Örnek verebilirim sana istersen binlerce.
31- Hadi Almanlar geliyor olsun,
Yengeç sırtında geliyormuş gibi yavaş
gelirler,
Siz o sırada hepiniz kaybetmiş olusunuz
hayatınızı, Onlar da Sziget’i Türklerin elinde bulurlar.
32- Beyim, sana tek cümleyle söyleyeyim: Az
zamanda çok büyük işler yaptın,
Büyük orduları son adamına kadar yok ettin,
Taş kaleler fethettin, ve yıktın da.
33- Artık ünün doruk noktasında
Bundan daha yükseğe çıkmaz (çünkü artık
zirvede), Yanlız ustalıkla bunu korumaya çalış,
O zaman düşmezsin bulunduğun kaygan yerden.
34- Kollamalısın artık şansını, Bitirebilir
senin namını,
Lâyıkıyla korumalısın savaştaki şansını,
Değişkendir oda, hem de çok.
35- Sakın kesin diye düşünme, Savaşlarda
tek tek yendiklerini, Tanrının buyruğuyla kalenin önünde Birlik olduklarında da
yeneceğini.
36-Sultan Süleyman seni seviyor,
O sevgisini bizimle gönderdi, sana selam
gönderdi. Kendisi de şimdi burada; bir milyon ulusu
Eğer teslim olmazsan, senin mahvın için
getirdi”.
Elçi gönderilmesi meselesi Reusner’in
eserinde kesin olarak belirtilmemekle birlikte; Kanunî’nin, kale savunucularının
teslim olması için Hırvatça, Almanca, Macarca mesajları oklara iliştirerek
kaleye attırdığı da bilinmektedir. Ayrıca Osmanlılarda kuşatma öncesi elçi
gönderilmesine dair bir gelenek olduğu da bilinmektedir.
Szigeti Veszedelem’in özellikle I. bölümünde
Osmanlı tarihi ile ilgili olarak irili ufaklı birçok bilgi sunulmakta ve tarihî
şahsiyetlerin adı geçmektedir. Bu isimlerin ve de bilgilerin çoğu Leunclavius
ve Boyssardus’un Osmanlı tarihi hakkında yazdıkları eserlerden alınmıştır.
Ajgás Paşa ve atı muhteşem Karabul(Karabulut) hakkındaki bilgileri, ayrıca
Rüstem Paşa’nın Kanunî’nin damadı olduğunu da Leunclavius aktarmaktadır. Rüstem
Paşa 1561’de ölmesine karşın şairin onu destana katması, Delimán ile onu
çarpıştırması, destanda geçen Delimán’ın Kumilla ile olan aşk kurgusunu daha
etkileyici kılmak için bulduğu bir çözüm olsa gerek. Şair muhtemelen Delimán
ismini Boyssardus’un eserinden almıştır. Destanda geçen Delimán, 1536’da Fars
şahının ordusunda savaşarak, Sultan Süleyman’ın
ordusunu yenen Delimannus isimli Fars
satrapıdır34. Kendisi muhtemelen 1566’da
34Fars İmparatorluğu’nda eyalet
yöneticilerine verilen ad.
Macaristan’a gelen Kırım Tatar Hanı Devlet
Giray’ın şahsiyetiyle karıştırılmış olabilir. Çünkü Szigeti Veszedelem’de
Delimán, Perecop Tatar Hanı olarak karşımıza çıkmaktadır (Négyesy, 1914: 63).
Şair, kaynaklarda farklı anlatılan
olaylardan topladığı bilgileri özgünleştirmiş ve dâhiyane bir şekilde
harmanlamıştır. Destanın vermek istediği mesaj açısından çok önemli olan kale
komutanı Miklós Zrínyi’nin V. bölümde askerlerine yaptığı konuşma (Szörényi,
1993, V, 5- 35: 80- 84) da bu şekilde ortaya çıkmıştır. Şair bu konuşmasında
Istvánffy’nin, Budina’nın, Karnarutics’in ve Reusner’in eserlerinde anlatılan
tarihî olaylardan etkilenmiştir. Ancak Şair Zrínyi, seçtiği fikirlerin sadece
konuya ve amaca uygun olanlarını kullanmıştır. Bu nedenle, Karnarutics’in konuşmasındaki
Katolik düşünceyi içeren bölümleri dikkate almamıştır. Siklós çarpışmasının
sanatsal boyutu Istvánffy, Budina ve Karnarutics’teki bilgilerin
harmanlanmasıyla oluşturulmuştur. Bu olayın kronolojisi de Istvánffy’den
alınmıştır. Istvánffy olayları çok kısa anlatırken, Zrínyi bu olayı geniş
tutmuş ve ayrıntılı anlatmıştır (Klaniczay, 1964: 144). Bundan dolayı, şairin
alıntı yaptığı eserleri incelemek gerekmektedir. Zrínyi’nin olayları anlatış
sırasına göre, tarihî kaynakları incelemeye devam edelim.
Szigeti Veszedelem’de Mehmet Bey Siklós’a
varır, Siklós Beyi İskender Bey’in kendisini uyarmasına rağmen, yağmur yağacağı
için ordugâhı açık alanda kurmanın tehlikeli olmayacağını söyler. Bu sahne
Istvánffy’nin eserinde de bulunmaktadır. Şair, Türk gencinin şarkısını
aktarırken, Karnarutics’in verdiği bilgiden etkilenmiştir. Buna göre Mehmet
Bey’in ordusu, saldırıya uğramayacağını düşündüğünden eğlenmektedir. Tıpkı
Hırvat şairin yazdığı gibi, Zrínyi de Mehmet Bey’in gelişini köylülerden
öğrenir ve yine Sigetvar komutanının saldırı kararı ve
saldırı için hazırlanışı konusunda da
Karnarutics’i temel alır. Macarların şafak vakti Siklós’a varması konusunda
Istvánffy’den; Sigetvarlıların hiçbir şeyden kuşkulanmayan Osmanlıları
kandırmak için yaptıkları hile konusunda ise, Budina’dan yararlanır. Bu
olayların ardından Mehmet Bey’in irkilerek uyanması, silahına sarılması,
Rézmán’ın ölümü ve ardından Mehmet Bey’in ölümü sahneleri de Istvánffy’nin
eserinde mevcuttur (Klaniczay, 1964: 145).
Şair elde ettiği bu kesin tarihî verileri
harmanlayarak, destanının en güzel sahnelerinden birini oluşturmuştur. Mehmet
Bey’in sarayda yetişmiş olması ve aynı zamanda kahramanca savaşması gibi
çelişkileri de ustaca birbirine bağlamıştır. Komutanın çatışmayı bizzat
kendisinin yönetmesi dışında, eserindeki tüm olay ve kurguları, yazılı tarihî
kaynaklardan edinmiştir. Bu sonucu da çatışmayı Komutan Zrínyi’nin yönettiğine
dair hiçbir kaynak bulunmamasından çıkarmaktayız. Zira, çatışmayı gerçekte
Gáspár Alapi yönetmiştir (Négyesy, 1914: 59; Klaniczay, 1964: 145; Szörényi,
1993: 12).
Bir rivayete göre, 1566 yazında Zrínyi
komutasındaki bir ordu Sigetvar’dan 4 mil uzaklıkta bir yerde zafer
kazanmıştır. Bu 4 millik uzaklık da Sigetvar ve Siklós arasındaki mesafeyi
karşıladığına göre, rivayetteki çarpışmanın Siklós çarpışması olma olasılığı
yüksektir. Şairin çevresinde de bu rivayetten söz edildiği muhakkaktır. Çünkü
şair, duymadığı ya da okumadığı hiçbir bilgiyi eserinin tarihî kurgusuna dahil
etmemiştir. Örneğin, şairin kullandığı hiçbir kaynakta Pécs alay beyinin Siklós
çarpışmasına katıldığından söz edilmezken, Peçevi (1574- 1650) bu beyin
çarpışmada yer aldığını bildirmektedir. Yine destanda, Osmanlıların kaleyi
toplarla dövmeye başladıktan sonra Sigetvarlıların iki top atışı yaparak, Osmanlıları
selamlaması sahnesi de hiçbir Macar kaynağında bulunmazken Peçevi bu konudan
bahsetmektedir (Klaniczay, 1964: 145). Bu
da şairin eserindeki tarihî konuları tarihî gerçeklerden alıntı yaparak
aktardığının bir kanıtıdır.
Tarihî gerçekler açısından en karmaşık
konu, destandaki Sigetvar savunmasına katılan şahsiyetler meselesidir. Szigeti
Veszedelem’de yer alan bu savunucular arasındaki en büyük ikinci isim, kuşkusuz
Deli Vid’dir. Bu isim, komutanın 1564’te Csurgo’da yaptığı içtimada “Dely
wydak” olarak yanında beş atlıyla birlikte görülmektedir. Destandaki Deli
Vid’in karısıyla aynı adı taşıyan Deli Borbála adına da Hırvatistan’ın Dubovac
şehrinin yukarı kısmında bir parsel arazisi olan bir çiftçi olarak
rastlanılmaktadır. Ancak bu çiftçinin destandaki kahramanla ilişkisini
kanıtlamak oldukça zordur. Son olarak, şairin babası György Zrínyi’nin 30 Eylül
1618’de Csaktornya’da bir gümüş güğümü, 5 gümüş tabağı ve iki parça kırık
gümüşü “iyi yürekli hizmetçisi” János Deli’ye 100 Macar forinti karşılığında ipotek
ettirdiğine rastlanmaktadır. Bu bilgi, Deliler’in komutanın döneminde onun
hizmetinde çalışmış olabileceklerinin ya da şairin yaşadığı dönemde çevresinde
olduklarının göstergesidir. Bu bilgiler, Deli Vid adında bir savaşçı olduğunu
kesin olarak kanıtlamamakla birlikte, destandaki Deli Vid karakterinin bir,
veya birden fazla tarihî şahsiyetten türediğini göstermektedir (Klaniczay,
1964: 146-147).
IV.9) HALK
İNANCI VE SÖZLÜ HALK EDEBİYATININ DESTANA ETKİSİ
Sizgeti Veszedelem’in oluşumunda halk
inancının rolü de oldukça büyüktür. Destansı formların, ölçülerin ve temaların
efsanevî bir üslûba bürünmesinde, Macaristan topraklarındaki ananevî din
kavramının ve dünya edebiyatı destanlarındaki öğelerin etkisi kadar, halk
hikâye ve masallarının da etkisi büyüktür. Tabi destandaki her masalsı unsurun
Macar ve Hırvat kökenli olduğunu söylemek de olanaksızdır. Bunların bir
kısmının dünya edebiyatı destanlarından alınmış olması mümkündür (Klaniczay,
1964: 148).
Dünya edebiyatı destanlarının büyük
kısmında daha önce de belirttiğimiz “rüzgarın yavrusu” gibi efsanevî masal
motifleriyle karşılaşılmaktadır. Bu öğelerin büyük bir kısmının direkt olarak
halk hikâyeleri ve masallarından türediğini görmekteyiz. Halk inancının bu
etkisi, alıntı yapılan dünya edebiyatı destanlarında da sıkça karşımıza
çıkmaktadır. Bu masalsı halk motifleri, destanların hemen hemen tümünde
karşımıza çıktığından, bunların kaynağının araştırılması, şu aşamada ikincil
bir problemdir.
Şair Zrínyi, halkın hayal dünyasında
oluşturduğu şiirsel olguları toplayıp, kendince özgünleştirerek eserine
katmıştır. Szigeti Veszedelem’deki masalsı unsurlar öncelikle kahramanların
olağanüstü özelliklerinde ve onları yüce kılan özel güçlerinde görülmektedir.
Örneğin Delimán, bir atın zor taşıyabileceği asma kilidi bir yumrukta kırmakta,
bir tekmeyle devasa kale kapısını açmakta, kadırga direği büyüklüğündeki
mızrağıyla Sigetvarlılara saldırmakta ve Kumilla’nın ölümüyle çılgına dönünce
de, ağaçları kökünden sökmektedir. Hatta Delimán’ın önceden ejderhayla dahi
dövüştüğünü ve yendiğini, Kumilla’nın ölümüne de bu ejderhanın zehirli kanının
neden olduğunu görmekteyiz. Demirhám ise, bir yumruğuyla meşe
ağacını söken ve filleri deviren bir
karakterdir. Şair onu, çoğu yerde, “zehirli ejderha” olarak aktarmış; savaş
esnasında ise, eyerinin üstünde oturan bir hayalete benzetmiştir. Hırvat ve
Macar askerleri de masalsı güçlerle donanmışlardır. Golemi Stipán gerçek bir
devdir; onu silahla yaralamaksa imkansızdır. Çünkü derisi demirden daha sert ve
kaya kadar sağlamdır. András Bika ise, bir vuruşta Osmanlı askerini atıyla
beraber öldürecek kadar güçlüdür. István Orsics ve Radován müthiş güçlere sahip
karakterlerdir. Vücudunda yüz yara olan Radován, bin Osmanlı daha öldürmek
istemektedir. Farkasich ise düşman askerlerinin arasına girerek, uzun ve geniş
bir yol açar. Deli Víd ise, bir masal prensi gibi, dört kulaç büyüklüğünde
demir bir kargı taşımaktadır. O, bu kargısıyla Osmanlı askerlerinin arasına
girerek bir masal kahramanı gibi bunlardan yüzünü öldürür ve Hamviván’ı yere serer:
Acélos paizsát Hamviván föltartá,
De azt kemény dárda nagy vassal szaggatta;
Üvén Hamvivánnak nagy kerék kű vala,
Azt is porrá töré az halálos dárda.
Bement hasában is, nem tartá meg háta, Mert
kedves életét magával kiránta: Esik le Hamviván Vid előtt hanyattá,
Földben leszegezte Deli Vid
dárdája(Szörényi, 1993, VI, 88- 89: 106). “Hamviván çelik kalkanını kaldırdı,
Fakat onu sert demiriyle kargı parçaladı;
Hamviván’ın üstündeki yuvarlak taş topuza çarptı, Onu da tuz buz etti bu
ölümcül kargı.
Karnından girdi sırtından çıktı, Güzel
hayatını vücudundan çıkarttı: Hamviván, Vid’in önüne serildi, Deli Vid’in
kargısı onu yere sapladı”.
Kanunî’nin ağzından ateş çıkaran atı, altın
zırhtan gömlek giydirilmiş burnundan ateş püskürten ve gözlerinden ölüm saçan
kızıl kanatlı siyah küheylan
gibi masalsı tasvirlerle de eserde sıkça
karşılaşırız. Şair atın hızını şöyle tasvir etmiştir:
205).
Karabul, mint madár, nem nyom nyomat
földön, De mint süvőtő nyíl, megy ollyan sebesen,
Ö futhatott volna által az tengeren,
S nem esmerszett volna, hogy van viz az
körmén (Szörényi, 1993, XIII, 28:
“Karabul, kuş misali, ayağı yere basmıyor,
Vınlayan bir ok gibi hızlı gidiyor, Denizin üstünde dahi koşabilir,
Ve göremezsin ayağında su zerresini”.
Bahsettiğimiz bu masalsı tasvirleri, Macar
halk hikâyelerinde de görmekteyiz.
Örneğin, Deli Vid’in dört kulaç
uzunluğundaki kargısı Miklós Toldi’de karşımıza çıkan bir figürdür. Macar halk
hikâyelerinden alınmış bu tasvirlerle, Szigeti Veszedelem’de de sıklıkla
karşılaşmaktayız. Örneğin, Macar halk inancına göre, hayaletler daima gece
yarısı dünyaya inerler; Şair Zrínyi de Alekto’yu gece yarısı yola çıkarır ve
yine Alderán cehennem ruhlarını gece yarısı çağırır. Rahatsız olan hayaletlerin
tasviri yapılırken, “gaklayan kuzgunlara” ve “gece kargalarına” benzetilmeleri
halk masallarındaki cadıları anımsatmaktadır (Klaniczay, 1964: 149):
Igy kákognak hollók, ha sas jün közikben,
És éjjeli varjuk igy járnak szélliben
(Szörényi, 1993, XV, 51: 238). “Aralarına kartal dalmış kuzgunlar gibi
gaklıyorlar,
Ve gece kargaları bu şekilde sağa sola gidiyorlar”.
Ruhların tan ağarırken kaçması, Macar halk
inancında da yer alan bir konudur. Bu inanca göre ruhlar tan ağarmadan önce
yeryüzünden uzaklaşır. Şair, cehennem güçlerinin destanda yer alması fikrini
Marino’dan almıştır. Ancak
Marino’daki canavarlar tan vakti değil,
güneşin bulutların arkasından çıkmasıyla kaçışırlar. Bu kaçışın Zrínyi’nin
eserinde tan vakti olması, şairin bu olayı halk inancına göre uyarladığını
göstermektedir (Klaniczay, 1964: 150).
Benzer bir uyarlamayı, melekler ordusunun
semadaki yolculuğunda görmekteyiz. Bu sahne de Marino’dan uyarlanmıştır; ancak
şair burada da halk inancından yararlanarak, olayı daha etkileyici kılmayı
başarmıştır. Melekler, gökkuşağının kapısından çıkarak, süslenmiş
Samanyolu’ndan geçerler ve ağır gelen silahları Büyükayı’ya yüklerler. Buradaki
en dikkat çekici nokta, şairin ebedî dünyadaki yerleri ve varlıkları,
insanların dünyasında olanlara benzetmeye çalışmasıdır. Benzeri benzetmeler
halk inancında da mevcuttur. Şairin böylesi tasvirleri kaynaklarda bulması,
neredeyse imkansızdır (Klaniczay, 1964: 150).
XV. bölümde, büyük bir hiddet ve öfkeyle
düşmana saldıran Murtaza (Murtuzán) Paşa’nın tasvirinde de, halk inançlarından
yararlanılmıştır:
És mint tüzes lidérc száll le az fölyhőbül,
Kinek lángos farka szikrázik sok tüztül: Igy Murtazán basa keresztyénekre dül,
Halálra, haragra az ő szüve készül
(Szörényi, 1993, XV, 69: 242) “Ve tıpkı ateşli bir kuyrukluyıldız gibi
bulutlardan aşağı iniyor, Ateşli kuyruğu kıvılcımlar saçıyor:
Murtaza Paşa Hıristiyanların arasına işte
böyle dalıyor, Kalbi, ölüm ve öfke kusmaya hazırlanıyor”.
Şairin yaşadığı bölge olan Göcsej’de, bugün
bile, arkasında ışık demeti bırakarak kayan kuyruklu yıldıza “lidérc”
denilmektedir. Destanın elyazması nüshasında, lidérc kelimesinin arkaik şekli
olan “ludvérc” sözcüğü kullanılmıştır.
Muraköz ve Göcsej’de bugün bile bu sözcüğün
kullanılması, Macar halk inancının destanda kullanıldığının kesin bir kanıtıdır
(Klaniczay, 1964: 151).
Destanda, Sigetvar kuşatması konusunun
şekillenmesinde halk türkülerinin de büyük etkisi olmuştur. Şair, hümanist
yazarların tarihî konulardan uyarlayarak yazdıkları destanlar dışında, Hırvat
halk türkülerinden de yararlanmıştır. Drava’nın güneyinde yaşayan Hırvatlar,
Komutan Zrínyi’nin gerçek hayatta yaptığı zorbalıklar, yağmalar ve zulümlerden
etkilenmediği için, komutanı öven halk türkülerini söylemeye devam etmişlerdir.
Komutan hakkında söylenen türkülerin Hırvatça olması ve Muraköz’den uzak
bölgelerde söylenmesi, komutanın kökeni ve konumu dikkate alındığında, pek de
şaşılacak bir olay değildir. Ancak Muraköz ve civarındaki halkın komutan için
ağıt yakmaması ya da kahramanlıklarını anlatan türküler söylememesi de, bir o
kadar normaldir. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi komutan gerçekte
civarındaki halka çok zulüm etmişti.
Komutandan bahseden Hırvat halk
şarkılarının bir kısmı, olayları Osmanlılar lehine, onların tarafıymış gibi
aktarırlar ve bu nedenle Sigetvarlıları düşman olarak anarlar. Sigetvar kuşatmasında
her iki tarafta da Hırvat askerinin olması, bu durumun sebeplerinden
sayılabilir. Ayrıca, Sokullu Mehmed Paşa’nın da Hırvat asıllı olduğunu
unutmamak gerekir. Macarların tarafını tutan halk türkülerinde ise komutan,
Güney- Slav halk şiiri kahramanlarının seviyesine çıkartılarak, Hunyadi ve
Makró Kraljevics ile bir tutulmaktadır (Perjés, 1965: 131; Klaniczay,
1964:151).
Şairin, destanda Hırvat halk türkülerini ve
şiirlerini kullandığı kesindir. Öyle ki, şairin destanındaki bazı kişiler,
Hırvat halk türküleri dışında hiçbir sözlü ya da yazılı eserde bulunmamaktadır.
Bunlardan biri de Rodivoj’dur. Bir Hırvat türküsünde Rodivoj’un Malkoç
(Malkocs) Bey tarafından öldürüldüğü ve bunun üzerine
Komutan Zrínyi’nin Malkoç Bey’den
Rodivoj’un intikamını aldığı söylenmektedir. 1553’te Komutan Zrínyi’nin Malkoç
Bey’i bir çatışmada yendiği söylenir. Malkoç Bey ise bu yenilgiden sonra
komutanla tekrar karşılaşıp intikamını almaya çalışmıştır. Rodivoj’dan bahseden
söylentinin, bir temele dayanması muhtemeldir. Aynı şekilde, Boj na Sigetu adlı
türküde de Kaytaz adındaki bir Türk’ten bahsedilmektedir. Bu isim Szigeti
Veszedelem’in IX. bölümünde de geçmektedir. Aynı türküde geçen Osmanlı veziri
İdris (Idriz) de Szigeti Veszedelem’de Zagatár Idriz olarak geçmektedir.
Destanda Deli Vid’in karısı rolündeki karakterin oluşumunda, Hırvat geleneğinin
de rolü bulunmaktadır. Türkleşmiş olan Hırvatlar, şarkılarında Komutan
Zrínyi’nin hikâyesini Szilágyi ve Hajmási rivayeti ile karıştırmışlardır.
Rivayete göre, Osmanlıların eline düşen bu iki Hırvat’ı bir Osmanlı paşasının
kızı kurtarır. Kız Szilágyi’ye aşıktır, ancak Hajmási de onu istemektedir. Bu
iki karakter, sevdikleri kız için dövüşürler ve sonunda mücadeleyi Szilágyi
kazanır. Szigeti Veszedelem’de de buna benzer bir kurgu kullanılmış; Deli Vid
önceden Osmanlılara esir düşmüş ve bir Türk kızına aşık olmuştur. Destanda,
Osmanlı askerleri arasında sıkışınca çareyi bir Türk askerinin başlığını
giyerek, onlarla birlikte Osmanlı ordugâhına gitmekte bulur. Destanda, Deli
Vid’in karısının Türk kökenli olduğuna, kocasını kurtarmak için harekete
geçtiği esnada değinilir. Deli Vid’in karısı aşkı için Müslüman dininden
Hıristiyanlığa geçen Ayşen’dir. Daha sonra adını Barbola olarak değiştirir
(Szörényi, 1993, XI, 90- 91: 183).
IV.10) SZIGETI
VESZEDELEM’DE DİNÎ KONSEPT
Szigeti Veszedelem’in destan tarzının
çeşitli özelliklerini ve diğer eserlerle etkileşimini inceledikten sonra, bir
başka önemli konu olan dinî efsanevî özelliklerin oluşturulmasına değinelim.
Daha önce de söylediğimiz gibi, destanların en belirgin özelliklerinden biri,
olayların efsane boyutunda abartılarak anlatılmasıdır. Ferenc Tőke ve György
Tardy’nin eserlerinde görülen dinî efsanevî anlatımın Szigeti Veszedelem de
kullanıldığını görmekteyiz. Tanrı’nın günahlarından dolayı Osmanlılar
aracılığıyla Macarları cezalandırması ve günah işlemekten vazgeçtikleri
takdirde tekrar kurtulacakları fikri, uçkale askerlerinin yaptıkları
çarpışmaların destansı çerçeveye taşınmasının hareket noktasıdır. Macar
edebiyatında bu olay kurgusu, Tatar istilasını anlatan Planctus adlı eserden
beri işlenmektedir. Yazarlar, önce Tatar istilası ve daha sonra Osmanlı
akınlarını konu alan her eserde, “Tanrı’nın cezalandırması” fikrini
işlemişlerdir. Janus Pannonius’un bir mersiyesinde şöyle bir olay kurgusu
vardır: Tanrı, günahkârlıklarından dolayı insanlığı yok etmeyi düşünür; ancak,
Hz.Meryem’in çabası sonucu vazgeçer ve insanları affeder (Négyesy, 1914: 57).
16. yüzyılda, Osmanlı yenilgisinin Tanrı’nın cezalandırması olduğu fikri, o
kadar yaygınlaşmıştır ki, sonunda 1546 yılı yasa maddelerine dahi şu sözlerle
girmiştir: “Macaristan’ın özgürleşememesinin sebebi Tanrı’nın öfkesidir”
(Klaniczay, 1964: 97).
Protestan yazarlar, Tanrı’nın öfkesinin
nedenini feodal sistemin ve Roma Kilisesi’nin işlediği günahlar olduğunu
düşünüyorlardı. András Farkas, Horvát Szkhárosi ve diğer Protestan yazarlar, bu
günahları doymak bilmeyen mal hırsı, nüfuz kaygıları, köylülerin vergi adı
altında acımasızca yağmalanılması ve Kilise’nin suistimalleri şeklinde sıralamaktadırlar.
Bunların sorumlusu olarak da, yönetici
tabaka ve feodal anarşi gösterilir.
Protestan yazarlar, diğerlerinin tersine, Osmanlı’nın başarısının tek
suçlusunun feodal anarşi olduğunu söylüyorlardı.
Reformistler, ülke bütünlüğünün ve düzenin
sağlanması için feodal anarşinin yıkılmasının, bunun yerine iyi bir yönetim
kurulmasının ve Roma Kilisesi’nin Macaristan’dan çıkarılmasının şart olduğunu
düşünüyorlardı. Tüm bunlar sağlandığında, Tanrı onları affedecek ve eskiden
olduğu gibi kutsayacaktı. Reformistlerin düşüncesi, dinî içerikli sloganlarda
gizlidir. Bu politika içerikli dinî düşünce, her durumda destanın fikrini ve
efsanevî unsurların ana hattını vermeye uygundur. Yüzyıla yakın bir zamandır,
Osmanlı’ya karşı elde edilen başarısızlıkların sebebi olarak günahkarlığı
gösterme geleneğinin yardımıyla, 16. yüzyılda uçkale askerlerinin yurtlarını
savunmak için verdiği mücadele, belli bir görüş çerçevesinde kaleme alınmıştır.
Bu görüşe göre Macaristan’ın Osmanlı egemenliğinden kurtulması için toplumun tümü
Osmanlıya karşı birlikte hareket etmeli ve böylece günahlarından kurtulmalıydı.
Bazı yazarlar, “Tanrı cezalandırmasının”
reformist yorumunu daha da ileriye götürmüşlerdir. Örneğin, Gáspár Károli Két
könyv (İki kitap) adlı eserinde şöyle demektedir: “Osmanlı hükümdarı hiç
istemediği halde sırf Tanrı’nın emriyle silahlanmış ve Macaristan’ı işgal
etmiştir” (Klaniczay, 1964: 99).
Şair Zrínyi, ülkeyi işgal eden Osmanlıların
başarılarının Tanrı’nın cezalandırması olduğu fikrini, reformistlerin
yorumladığı şekilde kullanmıştır. Klaniczay ve birçok yazar, Anti-Protestan
hareketinin en güçlü olduğu yüzyılın Katolik yazarı Pázmány ve Cizvitler
tarafından yetiştirilen şairin destanını Protestan bakış açısıyla işlediğini
söylerken; Négyesy, Antal Pronai ve Beöthy, eserin Katolik düşünce etkisinde
yazıldığını söylemektedirler. Ancak, bu araştırmacılar da çeşitli
konularda Protestan etkisinin olduğunu da
kabul etmektedirler (Négyesy, 1914: 36; Klaniczay, 1964: 214- 215). Perjés de
eserinde, Szigeti Veszedelem’in Protestan düşüncesini taşıdığı görüşünde
olduğunu yazmaktadır (Perjés, 1965: 131).
Szigeti Veszedelem’in ilk bölümünün büyük
kısmı, reformist düşünceyle örtüşmektedir. Tanrı’nın Mikail’e söylediği sözler,
András Farkas ve Horvát Szkhárosi’nin şiirleriyle büyük benzerlik gösterir.
Horvát Szkhárosi’nin mısralarıyla Şair’e ait bölümü karşılaştırdığımızda, bu
benzerliği daha net görebiliriz:
Zrínyi:
Maga te tekints meg körösztyén világot, Nem
találsz azok közr, kivel tettem több jót:
Kihoztam Scitiábol mely nékik szük vólt
(Szörényi, 1993, I, 13: 21) ,
Téjjel-mézzel folyó szép Pannoniában,
Megtelepitém üket Magyarországban,
És meg is áldám minden állaoatjában
(Szörényi, 1993, I, 15: 21),
Szentséges lölkömet reájok szállattam, Az
körösztyén hütre fiam által hoztam, Szent királyokkal is megajándékoztam,
Békességet, tisztességet nekik edtam
(Szörényi, 1993, I, 17: 21)
De ők ennyi jókért, ah, nehéz mondani! Ah,
háládatlanok, és merték elhadni, Nem szégyenlik Isteneket elárulni,
Ellenemre minden gonoszban merülni
(Szörényi, 1993, I, 18: 21).. “Hıristiyan alemine sen bir kendin bak,
Onların arasından kime en çok iyilik
yaptığımı görüyor musun ; İskitya’dan getirdim, orası onlara dardı,
Süt, bal akan (berketli) güzel Pannonia’ya,
Onları güzel Macaristan’a yerleştirdim, Ve yine de onları her zaman kutsarım ,
Aziz ruhumu onların üstüne getirdim
(üfledim), Oğlum aracılığıyla onları Hıristiyan yaptım,
Aziz krallar bahşettim, Barışı, huzuru
onlara verdim.
Ama onlar bu iyilikler için, ah söylemek
zor! Ah, nankörler ve…,
Tanrılarına ihanet etmeye utanmıyorlar,
Bana karşı tüm günahları işliyorlar”.
Horvát Szkhárosi:
“Macar ulusu! Tanrı sana çok iyilik yaptı,
(Seni) İskitya’dan alıp güzel, geniş topraklara
getirdi Seni baş köşeye oturttu, tüm nimetleri sundu, Paganlıktan
Hıristiyanlığa geçirdi.
Ama Tanrı’nın bu iyiliklerinin kıymetini
bilemedin, O’nun büyüklüğünü görmek istemedin,
O’nun öğretisini kabul etmedin,hiçbir zaman
nasihat dinlemedin, Ama en kısa sürede O’nun gazabına uğrayacaksın”.
Şair Zrínyi’ye göre Macarların günahları
nelerdi? Bu sorunun cevabını aşağıdaki dizelerde bulabiliriz:
De sok feslett erkölcs és nehéz káromlás,
İrigység, gyülölség és hamis tanácslás, Fertelmes fajtalanság és rágalmazás,
Lopás, ember- ölés és örök tobzódás
(Szörényi, 1993, I, 10: 20). “Ama ahlak çökmüş ve küfür çok.
Kıskançlık, nefret, sahte nasihatler,
İftira ve sapkınlık diz boyu,
Hırsızlık, cinayet ve sürekli zevk-i sefa”.
Fösvénység, gyülölség uralkodik rajtok,
Nincs szeretet köztök, sem okos tanácsok
(Szörényi, 1993, I, 58: 28), “Cimrilik, nefret bize hükmediyor,
Aramızda sevgi yok, akıllıca doğru nasihat
da”.
Şair Zrínyi’nin yukarıda bahsettiği
günahlar, Protestanların feodal yapının işlediği günahlar olarak
bahsettikleridir. Bu günahlar, feodal anarşiyi nitelemektedir. Şair, üstüne
basarak, Macarlar arasında birliğin olmadığını söylemektedir. Öyle ki, Kanunî
Sultan Süleyman dahi bunun farkındadır:
Igaz, nem tagadom, ha eggyesség volna
Köztök, bizony, nekünk nagy nagy gondokat
adna Az egynéhány magyar, és megcsoritaná
Fényös koronánkat talán megrontaná.
(Szörényi, 1993, I, 57: 28) “Doğru, yalanlamıyorum; eğer birlik olsaydı aralarında
Bize büyük dertler açacakları kesindi
Birkaç Macar bile başımıza bela olabilir,
Haşmetli tacımıza (imparatorluğumuza) zarar
verebilirdi”.
Dinî temanın destandaki ana fikri,
Tanrı’nın kendine sadık olan ulusu düşmanın büyük gücüne karşı koruyacağıdır.
Bu sadık ulus, ne kadar küçük olursa olsun, önemli olan Tanrı’ya karşı
sadakatini yitirmemiş olmasıdır. Şair eserinde bu düşüncesini, Komutan
Zrínyi’nin sadakat yemininden önce yaptığı konuşmasında açıkça ifade
etmektedir.
Reformistler, yazılarında Tanrı’nın
gazabına sebep olan günahlar arasında en sık Putperestlikten, aslında gerçek
anlamda, Katoliklikten bahsediyorlardı. Şairin bir Katolik olduğunu
düşündüğümüzde, reformistlerin bu fikirlerini benimsediğini söylemek oldukça
güç olur.
Birçok yorumcu Szigeti Veszedelem’de
işlenen reformist düşünceleri göz ardı ederek, destanı Anti Protestan görüşünü
savunan bir eser olarak nitelendirmektedir. Bu yorumcular, şairin Tanrı’nın
tamamıyla reformasyon yüzünden ulusu cezalandırdığını belirttiğini iddia ederler.
Bunu kanıtlamak için, delil olarak, “Tanrı’nın günahları nedeniyle Macarları
cezalandırdığı “ inancının Katoliklikte de
olduğunu belirtirler. Katoliklerde bu
inancın olduğu doğrudur, ancak bunun tamamen başka bir anlamı vardır. Pázmány
bu cezalandırma konusunda şunları söylemektedir: “Tanrı tek bir sebeple Pagan
halklarıyla ülkemizi bizleri yurdumuzdan edebilir. Bu sebep, bizim gerçek inanç
olan Katolik Roma Kilisesi’nden ayrılıp yanlış yollara sapmamızdır” (Klaniczay,
1964: 102). Reformistler ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, Pázmány’ın tersine,
günahların kaynağı olarak feodal anarşiyi göstermekteydiler.
Szigeti Veszedelem’de reformist
düşüncelerin bulunduğunu söylemekle, eserde Katolik düşünce olmadığını söylemek
istememekteyiz. Zira, destan Katolik düşünce unsurlarına da sahiptir. Örneğin,
Komutan Zrínyi, destanda ulusu için azizler gibi kendini kurban etmektedir.
Onun görevlendirilişi ve gönderilişi de, Katolik inancıyla büyük uyum
göstermektedir (Négyesy, 1914: 42; Klaniczay, 1964: 103).
Ferenc Toldy, destanın dinî içerikli bir
yapıt olduğunu savunmaktadır. Négyesy, Antal Pronai ve Beöthy de, daha önce
belirttiğimiz gibi, eserin Katolik bakış açısında yazıldığını ve dinî içerikli
olduğunu düşünmektedirler. Ayrıca Négyesy, destandaki bazı bölümlerin İncil
hikâyelerinden esinlenilerek, oluşturduğunu söylemektedir (Négyesy, 1914: 52).
Değişik yorumlara rağmen, Szigeti
Veszedelem teolojik bir yapıt değildir (Klaniczay: 104). Destandaki kişilerin
karşıdakilere çok iyi davranması ve dogmatik öğeleri esas almaması bu fikri
kanıtlamaktadır. Şair, eserini hiçbir mezhebe göre yazmamış, sadece
Hıristiyanların gerçek Hıristiyanlığı bıraktığından söz etmiştir. Eserde ne
Protestanlar, ne de Katolikler suçludur. Ona göre, mezhep ayrılıklarını
gözeterek, birlik olmayan ve birbirlerine düşen Macarlar suçludur. Suç kaynağı
mezhepler değil, mezhep ayrılıklarından doğan başıbozukluktur.
Şair Zrínyi’nin vurgulamak istediği ana
mesaj, Macarların din nedeniyle bölünmelerinin, dine bağlı düşmanlıklarının ve
bu uğurda yaptıkları din savaşlarının halka en büyük kötülüğü yaptığıdır.
Nitekim şair, 30 Yıl savaşında, I. György Rákoczi’ye karşı yapılan savaşta din
savaşlarının, çekişmelerinin nelere yol açtığının bizzat canlı tanığı olmuştur.
Aynı ulustan, aynı kandan olan kimseler, sırf farklı dine inandıkları için,
birbirlerini öldürmüşlerdir. Bu düşmanlık, şairin özgür ve güçlü Macaristan
hayalini gerçekleştirmesinin en büyük engelidir. Ona göre kişilerin Protestan
ya da Katolik olmasının hiçbir önemi yoktur. Önemli olan din farklılığının bir
an önce sona erdirilerek, düşmana karşı birliğin sağlanmasıdır. Böylelikle,
düşmana karşı daha güçlü olunacaktır. Şair destanında, hiçbir mezhebin görüşünü
işlememiş, sadece bu görüşlerden kendine yakın olanları, kendi düşüncesi olması
sebebiyle dile getirmiştir.
Destanda mezhep ayrımcılığı yapılmadığının
en önemli kanıtı, eserde Macaristan’ın güçlü bir ülke olması konusunda mezhep
farklılığının ne büyük bir engel olduğunun işlenmesidir. Ancak, yine de, eserde
kullanılan fikirlerden şairin bir mezhebe daha yakın olduğu görülmektedir. Bu
mezhep, şairin kendi mezhebi olan Katoliklik değil, Protestanlıktır. Bunun
nedeni reformist yazarların anarşi karşıtlığı, Macaristan’ın yeniden
birleşmesi, güçlü ve adil bir yönetim gibi fikirlerinin şairin düşünceleriyle
örtüşmesidir. Ancak Şair Zrínyi, reformistlerin bu fikirlerini benimserken,
onların Katolik karşıtı fikirlerini, din karşıtlığını dikkate almamış ve bunu
eserine yansıtmamış; aksine, Macarlar arasındaki bu din düşmanlığının
Osmanlılar tarafından istendiği fikrini ortaya atmıştır. Eserde, Osmanlıların
düşüncesine göre, Macarlar mezhep farklılığından dolayı birleşemediği için,
hiçbir zaman onlara karşı koyamayacaklardır. Şair eserinde, bağımsızlığın tek
yolunun
Macarların birleşmesi olduğunu vurgular.
Aynı fikri, daha sonra Rákóczi de savunacaktır (Klaniczay, 1964: 105).
Ayrıca, Tanrı’nın gazabına uğrayan Macarlar
kavramıyla meşgul olan predikatorlar (vaizler) 16. yüzyılın ortalarında
toplumun büyük bölümünde yaygınlaşan görüşleri dile getiriyorlardı. Onların bu
düşünceleri ve eserleri, 17. yüzyılda ulusal Macar destanının oluşmasında büyük
rol oynamıştır.
Şairin kütüphanesinde bulunan, György
Enyedi’nin yazdığı Az Ó és Új Testamentumbeli helyeknek… magyarázatjok adlı
kitap, şairin Protestan kitaplarını okumaktan kaçınmadığının bir göstergesidir.
Zrínyi’nin okuduğu, ancak kütüphanesinde bulunmayan Protestan kitaplarının da
ortaya çıkarılması gereklidir. Eserinin oluşum aşamasında bunlardan etkilenmiş
olması ihtimalinden dolayı, bu konuyla ilgilenilmesi şarttır. Şairin kütüphanesinde
bulunmayan kitapların şair tarafından okunmadığı fikri de son derece yanlıştır.
Zira kütüphanesinde bulunmayan Tasso ve Busbecqu, şairin çok iyi tanıdığı
yazarlardır ve Zrínyi’nin onların eserlerini okuduğu da muhakkaktır.
Şairin fikirlerine tercüman olan Protestan
eserlerini dikkate aldığımızda karşımıza destana belki de büyük etki yapmış
olan István Magyari’nin ünlü kitabı Az országokban való sok romlásoknak okairól
çıkmaktadır. Bu kitabın şair Zrínyi’yi etkilediği kaçınılmaz bir gerçektir. Edebiyat
tarihçileri bu eserin şairin destan tarzının temelini oluşturan eserlerden
birisi olduğunu kabul etmektedirler (Klaniczay, 1964: 106).
Magyari bu eserinde ülkenin kötü durumunun
nedenini, reformist fikirleriyle açıklamıştır. Yani, Magyari de Osmanlıların
Macaristan’a yaptıkları akınların sebebi olarak feodal anarşiyi ve Katolik
Kilisesi’nin ahlakî yozlaşmasını göstermiş ve
reformist öğretileri daha da
geliştirmiştir. Magyari’nin bu kitabı, ülkenin politik ve toplumsal
sorunlarının değerlendirilmesi bakımından Şair Zrínyi’yi ve reformistleri büyük
ölçüde etkilemiştir.
Reformist yazarlar, ülkedeki problemlerin
sebeplerini çok sert bir şekilde dile getirmekte ve anarşinin sonlandırılması
ile Macarların bir merkezde toplanmasını, çıkış yolu olarak görmekteydiler.
Magyari ise önceki yazarlardan daha sistemli ve politik bir şekilde Osmanlı
hâkimiyetinden kurtulma yollarını açıklamış; Osmanlılara karşı yürütülecek
savaş programını verirken de bu durumu dinî cezalarla ve Protestanlara karşı
yürütülen savaşlarla kıyaslamıştır. Magyari, Katoliklerin tepki göstermemesi ve
bu konuda ikna edilmesi için onlara şu soruları sorar: “Ey kana susamış
insanlar, eğer kan dökmeye karşı o kadar büyük bir isteğiniz varsa, neden
silahlarınızı Paganlara doğrultmuyor ve Hıristiyanlar arasında barış olmasına
izin vermiyorsunuz? Paganlar bile kendi içlerinde yaşayan Hıristiyanlara sizin
kadar zalimce davranmıyor. Bizimle din için değil, imparatorlukları için
savaşıyorlar; aksi olsaydı, imparatorluklarının sınırı dahilindeki hiçbir yerde
tek bir Hıristiyan dahi bırakmazlardı, hepsinin kafasını keserlerdi. Onların
bunu yapması şaşılacak bir şey değil, ancak biz Hıristiyanların birbirimizi bu
şekilde öldürmemiz şaşılacak şey. Biz birbirimizin kanını bu şekilde içmeye
devam edersek, başka bir yabancı devlet gelir de ülkemizi bizim için geri mi
alır? Dış yardım iyi olabilir, ancak onlar da ülkemizi yakıp yıkabilir. Ancak
yine de uzakta durup seyirci kalmalarındansa yardım etmeleri daha iyidir. Bu
yüzden bizim Hıristiyan kanı dökmekten iğrenmemiz gerek” (Klaniczay, 1964: 106-
107)
Magyari, Szigeti Veszedelem’de işlenen
politik düşünceyi, yani dinler arası çekişmeyi ve din savaşını, ülkenin kötü
gidişatının ve savaşlarla mahvolmasının en
büyük nedeni sayar. Magyari, yukarıdaki
sözleriyle, şair Miklós Zrínyi Szigeti Veszedelem’deki
Szép keresztyén hütöt lábok alá nyomtak,
Gyönyörködnek külömb-külömb vallásoknak
(Szörényi, 1993, I, 12: 20). “Güzel Hıristiyan dinini ayaklar altına alıyorlar,
Farklı farklı inançlara hayranlık
duyuyorlar” mısrasıyla, din ihtilafını ülkenin çökmesindeki en büyük günah
olarak göstermiştir. Magyari, şair Zrínyi’yi bu fikriyle etkilemiştir. Aslında,
buna rağmen Magyari’nin, kendi eserinde tutarlı olduğunu söylemek, pek de
mümkün değildir. Zira Magyari, mezhep savaşlarına karşı olmasına rağmen,
ülkenin çöküş sebepleri arasında ikinci sıraya Putperestliği, yani Katolikliği
yerleştirmiştir (Perjés, 1965: 131; Klaniczay, 1964: 107). Ona göre, bu kötü
gidişatı durdurmanın tek yolu Putperestliğe son vermektir. Bu da, Magyari’nin
eserindeki tutarsızlığın ve çelişkinin bir ifadesidir. Ancak, Şair Zrínyi
destanında bu ikiliği ve fikirlerdeki çelişkiyi ortadan kaldırmıştır. Eserde
hiçbir şekilde mezhep düşmanlığı yapılmamış; dinî ihtilaf sert bir şekilde
eleştirilmiştir. Hatta, Szigeti Veszedelem’in I. bölümünde İmparator Károly
aleyhine yapılan alaylı küçümseme, dinî ihtilafa ve Osmanlılara karşı yapılan
savaş arasındaki bağlantıya dikkat çekmektedir:
Károly gyülésekről gyülésekre magát
Hordoztatja, s nagyon forgatja hit dolgát
(Szörényi, 1993, I, 63: 28). “İmparator Karoly toplantıdan toplantıya koşuyor
ama (Türklere karşı çare
aramak yerine) sadece Protestan dininin
yayılmasını önlemek için çabalıyor”.
Magyari’nin eseriyle Zrínyi’nin fikirleri
arasındaki benzerlik pek çok yerde kendini göstermektedir. Magyari, “Çünkü
yardım için gelen güç daha çok yıkmaya geliyor, yarar getirmiyor” sözleriyle
ülkenin sadece kendi güçleriyle kurtulması
gerektiğine dikkat çekmektedir (Klaniczay,
1964: 107). Nitekim Şair Zrínyi de pek çok sayıdaki nesir eserinde, bu fikri
kesin ve net bir dille ifade etmiştir. Destanında da bu fikri, Halil Bey’in
Alman yardımına güvenilmeyeceğine dair söylediği sözlerle işlemiştir:
Bizol-é németben, te okos horvát bán, Hogy
hamar segitséget küld néked talán? Német, mely tégedet az föld alatt kiván
Lenni, segitséget hoz kárával talán.
Ki nem esmérheti német barátságát?
Leginkább magyarhoz gonosz akaratját? Hogy gyülöli német az magyar katonát, Ha
akarod, adok néked ezer példát.
De bár az ugy légyen, eljüjjön az német,
Rákháton tinéktek hoz ő segitséget, Elvesztitek akkor kedves éltetöket,
S ők török kezében találják Szigetet
(Szörényi, 1993,VI, 29- 31: 97). “Sen akıllı Hırvat banı Almanlara güveniyor
musun?
Sana hemen yardıma geleceklerini mi
sanıyorsun? Senin ölmeni isteyen Alman yardıma gelse bile Sana zarar vermek
için gelecek
Almanların şüpheli dostluğunu,
Özellikle Macarlara karşı kötü düşüncesini
kim bilmiyor ki? Almanların Macar askerlerinden nefret ettiğine dair
Sana istersen bin tane örnek verebilirim
Hadi Almanlar geliyor olsun
Yengeç sırtında geliyormuş gibi yavaş
gelirler
Siz o sırada hepiniz hayatınızı kaybetmiş
olusunuz
Ve onlar da Sziget’i Türklerin eline geçmiş
olarak bulurlar”.
Magyari’nin günahlar listesinin üçüncü
sırasında, “bütün günahlar” bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanmıştır: Ana
babaya saygısızlık, kin, nefret,
kıskançlık, gericilik, çekişme, kavga,
cinayet, şehvet düşkünlüğü, acımasızlık, ahlaksızlık, boğazına düşkünlük,
ayyaşlık, eğlenceye düşkünlük, hırsızlık ve iyilik yapmama (Klaniczay, 1964:
108; Perjés, 1965: 131). Reformist yazarlar arasında da bu günahlar, daima
ülkenin mahvoluş sebepleri arasında gösterilmiştir. Ayrıca bu günahlar, Şair
Zrínyi’nin çalışmalarında da işlenmiş konulardır.
Magyari’nin eserinde, ülkenin mahvolmasının
dördüncü bir nedeni daha vardır. Bu neden, “savaş sırasında yapılan hatalar”
adı altında sıralanmaktadır. Bu günahlar yeni olup, daha önce hiçbir reformist
yazar tarafından işlenmemiştir. Bu da, Zrínyi ve Magyari arasındaki bir diğer
benzerliktir. Şair Zrínyi, destanının ilk bölümünde önce kendi, daha sonra da
Tanrı, Alekto ve Kanunî Sultan Süleyman’ın ağzından, Magyari’nin içeriğiyle
aynı olan Macarların üç ana grupta toplanan günahlarını sıralar (bkz. Szörényi,
1993: 21- 28). Ardından da Aslan Paşa’nın mektubuyla, Magyari’nin dördüncü
grupta sıraladığı günah olan Macarların savaştaki hatalarını işler.
Nincs köztök hadtudó, ha volna is, ezek
Azt tisztviselőnek soha nem
engednek(Szörényi, 1993, I, 65: 29). “Aralarında hiç savaştan anlayan yok, eğer
olsaydı
Öylesine, yöneticileri hiçbir şekilde izin
vermezler”.
Magyari’nin belirttiği konuların aynısını,
Şair Zrínyi de destanında belirtmektedir. Örneğin, düşmanı küçümseme, aptal
cesareti, ordudaki askerlerin daima sarhoş olması, kalelerin din yüzünden
teslim edilmesi [Zrínyi de Magyari de Temesvár (Szörényi, 1993: V, 30, 84) ve
Gyula (Szörényi, 1993, , 55- 57: 43) örneğini vermektedir] gibi konular,
birbiriyle tamamen örtüşmektedir.
Magyari ülkesinin özgürlüğü için gerekli
olanları şu şekilde sıralamıştır: “Birçok kez bozguna uğramamıza rağmen eğer
Tanrı’ya dönersek, O’nunla
barışabiliriz ve bizi bağışlar, bizi
özgürlüğümüze kavuşturur. Tanrı’nın yolundan sapanları düşman boyunduruğu
altına verdiği, ancak doğru yola döndükten sonra onları tekrar özgür kıldığı
hikâyeleri okudum. Bu yüzden özgürlüğümüze kavuşacağımıza inanıyorum. Tanrı’nın
doğru yola dönenleri özgür kılmadığı bir hikâye okumadım. Ancak özgürlüğümüz
için şu ana kadar bir umut göremedim. Putperestlik gittikçe yayılıyor,
Hıristiyanlara (Protestanlara) zulüm ediyorlar. Bu durumda özgür kalmamız,
savaşlarda zafer kazanmamız mümkün değil” (Klaniczay, 1964: 108).
Zrínyi de, tıpkı Magyari gibi, Macarların
günah işlemekten vazgeçtiklerinde, özgür kalacaklarını vurgulamaktadır. Her
ikisi de düşmanın sayıca üstünlüğünü önemsememektedir. Onlar, sayısı çok olan ordunun
değil; Tanrı’nın yardım ettiği ordunun kazanacağına işaret ederler. Bu düşünce,
Szigeti Veszedelem’in V. bölümünde işlenmektedir:
Hatalmas török császár szultán Szulimán
Hozza ránk haragját, mint dühös oroszlán, Minket elveszteni és rontani kiván, Vagyon
reménsége szántalan sok hadán.
Minden remensége ez sereg sokaság, Hatamla,
ereje szántalan jancsárság, Bizvantatja veszélyünkre sok számu lovasság, Sok
világszegletről öszvegyült pogánság.
Esztelen, ki veti ilyből reménséget,
Utoljának tartja az Isten kegyelmét; Elrontja haraggal Isten reménségét,
Lovassát, gyalogját s röttentő fegyverét
(Szörényi, 1993, V, 6- 8: 80- 81). “Muhteşem Türk İmparatoru Sultan Süleyman,
Tıpkı öfkeli bir aslan gibi kinini üstümüze
yöneltiyor, Herkesi yok etmeyi ve bozmayı düşünüyor,
Sayısız ordusunun büyüklüğüne güveniyor.
Tüm umudu ordunun çokluğunda, Sayısız
yeniçerinin kudretinde, Çok sayıdaki süvarileri
Dünyanın birçok yerinden topladığı paganlar
tehlikemizi daha da artırıyor.
Bundan medet uman akılsızdır, Tanrı’nın lütfunu
ikinci plana atıyor;
Tanrı hiddetle umudunu bertaraf edecektir,
Süvarisini, piyadesini ve güçlü silahını”.
Magyari ise, bu konuda şöyle demektedir:
“Biz ne gücümüze, ne güçlü kalelerimize, ne de iyi talihimize güvenmeliyiz;
çünkü eğer Tanrı yardım etmezse bunlar bir anda yerle bir olabilir; sayıca az
olduğumuza bakıp umutsuzluğa kapılmayalım; çünkü sayımız az olsa bile Tanrı
lütfunu gösterirse, azlık da güç demek olur” (Klaniczay, 1964: 109).
Magyari ve Zrínyi’nin eserleri arasındaki
benzerlik sıraladıklarımızdan çok daha fazladır. Zrínyi, Katolik karşıtlığı
hariç, Magyari’nin bütün fikirlerine destanında yer vermiştir (Perjés, 1965:
131). Ama bu kadarı bile her iki eserin konseptinin birbirine ne kadar yakın
olduğunu göstermek için yeterli değildir.
Son olarak, Magyari’nin savaş sorunları
olarak gördüğü adaletli ve adaletsiz savaş düşüncesiyle ilgilenmek gerekir.
Çünkü bu düşünce de Szigeti Veszedelem’in
temel unsurları arasında yer almaktadır. Magyari’nin eserinde bu konu şu
şekilde işlenmiştir: “Kıskançlıktan, nefretten, çekememezlikten, güçten, sayıca
üstünlüğe güvenden doğan savaşlar; isim için, şan için, mal mülk için,
imparatorluğun daha da büyümesi için hissedilen büyük arzu yani fetih için
yapılan savaşlar uğursuzdur ve kaybetmeye mahkumsunuzdur. Mal mülk için değil;
Tanrı için, yurtları, gelecek nesilleri, kadınları, çocukları,
yetimleri, dulları için ve barış için
savaşanlar kazanır” (Klaniczay, 1964: 110).
Szigeti Veszedelem’de Komutan Zrínyi’nin
konuşması ise şöyledir:
Harcolnunk peniglen nem akarmi okért Kell,
henem keresztény szerelmes hazánkért, Urunkért, feleségünkért, gyermekinkért,
Magunk tisztességéért és
életünkért(Szörényi, 1993, V, 27: 83). “Ölesiye savaşmamız gerek, hem de öyle
böyle bir amaç için değil Hıristiyanlık için, güzel yurdumuz için,
Kralımız, karımız, çocuklarımız için, Kendi
onurumuz ve hayatımız için”.
Şair Zrínyi’nin adaletli ve adaletsiz savaş
fikrini Magyari’den aldığını kesin olarak söyleyemeyiz. Zira, Magyari’nin de bu
fikri Hümanist kaynaklardan edinmiş olması mümkündür. Ayrıca, Zrínyi bu fikri
değişik yabancı kaynaklardan öğrenmiş olabilir. Örneğin, Botero’nun Le
relationi universali adlı eserinde bu konuyla ilgili şu sözlere rastlamaktayız:
“Osmanlıların savaşı fetihçi ve tamamıyla haksız bir savaştır. Çünkü onlar,
kendi ülkelerinde barışı sağlamak adına başka ülkelerde savaş çıkarıyorlar.
Haklılar ve azizle,r tek amacı Hıristiyanları yenmek olan bu güce karşı ittifak
halindedir” (Klaniczay, 1964: 111). Bu yaklaşım, tamamıyla Hümanist çizgide
olup, ileride destandaki Hümanist düşünceye dönüşecektir.
Reformistlerin Magyari tarafından
geliştirilen fikirlerinden yararlanan Zrínyi, bu reformist fikirleri 15. yüzyıl
kahramanlarının mücadeleleriyle tüm Macar ulusuna yansıtmış olur. Bu fikirler,
aynı zamanda, Szigeti Veszedelem’in dinî ve politik görüşünün temelini de
oluşturmuştur.
IV.11) SZIGETI
VESZEDELEM’DEKİ ASKERÎ DERSLER
Çalışmamızın bu bölümünde, destanda
verilmek istenen askerî mesajlar ve savaş taktiklerine değineceğiz. Böylelikle,
şairin komutan kişiliğinin ve askerî bakış açısının da bu eser vasıtasıyla bir
bakıma aydınlatılmış olacağına inanıyoruz.
Şairin yaşadığı dönemde birçok savaş bilimi
eseri mevcuttur. Bu eserlerin büyük bölümü şiir şeklinde yazılıyor ve büyük
ilgi görüyordu. Macar edebiyat tarihinde bunların en önemlisi, Frigyes Nagy’in
18. yüzyıla ait didaktik şiiridir.
Ancak, ondan önce de, askerî temalar
16.-17. yüzyıl Macar kahramanlık şiirlerinde de sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Örneğin Tinódi’nin kroniği ve şairin kaynak olarak kullandığı Karnarutics’in
eseri, askerî açıdan şairi daha çok etkilemiştir. Örneğin, Siklós çarpışmasını
anlatan Karnarutics, olayı anlattıktan sonra şöyle devam eder: “Unutma, ayık
kalman gereken yerde uyumamalısın; savaşacaksan şarap içmemelisin” (Perjés,
1965: 134). Şair Zrínyi de bu yolu kullanarak, Karnarutics’ten daha güzel bir
yöntem geliştirmiştir. Şair destanda, Budin Paşası Aslan Bey’i sarhoşluğu ve
afyon kullanması nedeniyle suçlu bulur. Bir askerin altın kuralı sağduyu,
dikkat ve disiplindir. Oysa Aslan Paşa destanda anlatıldığına göre tamamıyla
doğru olan “kaleyi topla dövüp gedik açma” planını sarhoşluğu nedeniyle
uygulamamış ve askerlerini saldırı düzenine sokarak, burçlara doludizgin
sürmüştür. Bu nedenle bir top güllesi, Paşa’nın atını ikiye bölmüş ve kendisi
de, utançla kaçmak zorunda kalmıştır (Szörényi, 1993, II, 20- 23: 30). Bu
olaydan çıkarılacak ders, destanda şu şekilde verilir:
Az jó hadviselő bor nélkül ellégyen,
Részegitő eszközt most hozzá se végyen, Ha akarja, jó hirén csorbát ne tégyen,
És hogy ü hada is kárt tüle ne végyen
(Szörényi, 1993, II, 24: 39).
“Eğer iyi bir komutan, Namına gölge
düşmesini,
Ve ordusuna zarar gelmesini istemiyorsa,
İçki içmemeli, sarhoş edici madde
kullanmamalıdır”.
Daha sonra da Aslan paşa’nın sarhoşluğu
nedeniyle ne kaybettiğine değinilir:
Arszlán részeg vala bortul és maszlagtul,
Kárt és szégyent valla józan kapitántul; Kurt agát elveszté, magát nyavalyásul
Alig mentheté meg veszedelem alól.
De az ostromon is kétszáz embert veszte,
Mert füstölgő szemmel romlott bástyát nézte, Mert még bástyán belől két árok
födözte Palotát, kapitány kit akkor vésete.
Két jó pattantyust is elveszté az harcon,
Maga öcset, Kurmist második
ostromon;(Szörényi, 1993, II, 26- 28: 39). “Aslan afyondan ve şaraptan sarhoş
olmuştu,
Bu komutanlığına zarar ve utanç getirdi,
Kurt Ağa’yı kaybetti, kendisini ise, Hastalıklı bir şekilde zor kurtardı.
Ama kuşatmada ikiyüz de adamını kaybetti,
Çünkü yıkılmış sura bulutlu kafayla bakıyordu, Çünkü suru iki tane daha hendek
koruyordu, Kale komutanı bunları kazdırmıştı.
İki iyi top da savaşta kaybetmişti,
Kendi kardeşini, Durmuş’u ise ikinci
kuşatmada”;
Destanda mesajlar, sanatsal açıdan çok iyi
bir üslûpla verilmiştir. Askerî olayların gidişatı birbiriyle uyum halinde,
homojen ve mantıklıdır. Epizotlar askerî tarihle ilgilenen okuyucuyu da,
masaldan hoşlananı da rahatsız etmemektedir. Bunun en önemli sebebi ise, ahlakî
doğrularla askerî öğretilerin birbiriyle olan uyumu ve bağlantısıdır.
Eserde ordunun toplanması, Kanunî’nin
seferberlik emriyle başlar. Birçok yerden gelen ordular, Osmanlı esas ordusuna
katılır. Kanunî, seçkin komutan ve askerlerinin ve güçlü kişilerin orduya
katılması konusunda emir vermiştir. Asya’dan gelen ordular, okuyucuda büyük bir
mekanizmanın harekete geçeceği duygusunu uyandırır. Dört bir yandan gelen
ordularla, Osmanlı ordusunun askerî gücü ön plana çıkartılır. Bu noktada
Osmanlı’nın seçkin askerlerinden bahsedilir.
Nem sok üdó mulván az nagy Asiábol Sok had
érkezék, kik voltak tengeren túl, Sok számtalan tatár meotisi tótul,
Ezek kğldettettek chán Praecopitátul.
Delimán iffiu ezeknek vezérek,
Fia az nagy hámnak s nagy fejedelemnek;
Huszonötezer ez, és mind jó tegzessek, Sok százezer közül válogatott népek.
Könnyü had, és bátor és gyors, mint az
árviz, Ugy tetszik, kezében mindenikhalált visz, Mert jó lova hátán csak jó
fegyverben hisz, Ninsen tartalékja, sem tüz, sem sebes viz.
Azt mondják: Delimán, mikor országokat Járt
vólna látásért hires várasokat, Galatában meglátá az szép Cumillát, Cumillát az
szépet, Szulimán leányát.
Cumilla szép haja megkötözé szüvét Iffiu
Delimánnak, és minden kedvét, Egy tekéntet vévé el minden erejét
Ugy, hogy nála nélkül nem kivánja éltét.
Akkor haza ment volt, mast szép haddal jütt
meg. Törődvén, szép leányt miként nyerhetné meg. Veletlenül szegény de
csalatkozott meg,
Mert addig elvévé Cumillát Rustán bég.
Mast már nyughatatlan bánattal áll, vagy
ül, Untalan szegénynek szeme keservvel fül, Mely miat az szüve mint az hideg
jég hül, Éltével halálban bánatja közt merül.
Őrizd, Rustán vezér, jó ettül magadat, Mert
mint dühös farkas, lesi halálodat, Az vitéz Delimán nem türhetti buiát,
Kütölti, ha leget, rajtad bosszuságát.
Az tatárok után öt roppant seregek, Azt
tudnád távulrul, hogy siyő ördögök. Ezek is Drinápolyban elérkezének,
Sok harcokban forgott vitéz szerecsenek.
Mindenikben vala hat-hat ezer ember,
Mindenik hárommal megverekedni mér, Lova mint egy madár, maga mint egy tündér,
Mert oly könyen fordul, mint esti denevér.
Ezek Kazul Basra jártak Szulimannál, Ezek
Lajost királytmegverték csidákkal. Vitézek mind eggyig, s nem fegyverderékkal S
paizzsal födöznek, sem sürü páncérral.
Ezek előt mégyen vitéz Amirassen, Maga is
fekete, lova is szerecsen.
Az ű kedves lova Karabul, kényessen,
Mellyet ü jártattott had előtt s kevélyen.
Mondják, hogy Karabul nagy Arabiában
Széltül fogantatott egy hires kancában; Hihet is, szélben mert nincs, sem az
lángban Oly vidámság, gyosaság, mint vagyo aban.
Amirassen után három fő kapitán, Eggyik az
Olindus, mely okosság után
Ment mind nagyobb tisztre; végre lett
kapitán Negyedik részének az szerecsen hadban
Siriai király, az okos Menethám
Küldte másodikat, ez volt szép Hamviván,
Szerecsenek közül jütt ez Siriában;
De vala harmadik kegyetlen Demirhám.
Demirhám, az erős, melnél erősb nem volt
Sohul, valamelyre Szulimán parancsolt, Mert ez gymkerébül nagy tölgyfát
kirántott, Ököllel agyonvert egy nagy elefántot.
Ötödik Alderan, bátyja Demirhámnak, Vólt
gondviselője az szerecsen hadnak, Ez magyarázója volt minden álomnak, És
kifejtője Mahumat irásának.
Ezek után jünnek vitéz mamelukok,
De szerencsétlenek, mert nincs nekik urok,
Szulimánnak nem régen lettek hódulók; Az nagy s bü Aegyptusban ezek lakosok.
Kayer bég-jün vélek meliyet szégyenere
Mehmet Junnus basánsak, tett fővezérré Az Szulimán császár; mert ű tűle féle,
S ily nagy tisztre szolgáját vinni nem
meré.
Ezek húszezeren jó lovasok vóltak, Mert
Tommembejtől vitézséget tanúltak; Ezek de lehetnek ötvenkétezerek,
Mert zincsiek, geták, barstok vannak vélek
Nem messzi cirkasok, ugyan szomszéd népek Mamelukoktul, rendelt seregben
jünnek;
Ezek de lehetnek ötvenkétezerek,
Mert zincsiek, geták, barstok vannak vélek.
Magok választottak kapitánt magoknak, Eztel
hiják hadverő Aygas basánsak, És bizony nem heában nevezték annak, Mert ez volt
oka sok nemzet romlásának.
Aygas bassa után jünnek zagatárok,
Legbelsőbb Scytiábul való tatárok. Hiszik az Alkoránt, de zöld pattyolatok
Megesmertetik, kik törökök, tatárok.
Ellepték az földet ezek, mint az hangyák,
Avagy szélös mezőben az sok kalangyák, Mindenütt villámnak csak nyilak és
szablyák, És mindent rettentnek lobogós kopiak.
Ezek soha oly helyre nem fordultanank, Az
mellyet fegyverrel nem hóditottanak,
De inkább azt mondom, hogy elpusztitottak,
Valamerre ezek világban jártanak.
Sőt, mikor törökre ezék támadtanak, Csaknem
tellyességgel üket elrontották; De mi bineinkért rajtunk maradtanak, Istentül
ostorért mert űk hagyattanak.
Nám, scita Tamburlan megveré musulmánt,
Elevenen megfogá Bajazitet, nagy chánt. Akkor is láthattuk az Isten hatalmát;
Csak játékul tartja az emberek dolgát.
Soha az scitákat senki meg nem verte, Sem ű
veszedelmeket soha nem érte; Mitridates király háborgatni metre,
De, mondd meg énnekem, mit vihete végbe?
Hallották rómaiaknak nagy hatalmát,
Magokon soha nem látták birodalmát; Nagy
Sándor meglátá scita bátorságát, Midőn véve nehezen meg egy kűzüklát.
Négy táborban ezek járának ékessen,
Mindenikben vala huszezer tegzessen; Eggyiknek parancsol fekete szerecsen,
Hármának Uldair, Lehel és Turancsen.
Ki számlálhatná meg az tenger örvényét,
Vagy Herciniának számtalan levelét? Az megszámlálhatna Szulinánnak népét, Az is
irhatná meg roppant seregeket.
Mert valaki hallá: haddal megy Szulimán
Keresztényekre, és megyen sok musulmán: Mindenik siete haddal császár után,
Mindenik gyönyörködik kaur romlásán.
Mert szép Indus vizén tul török nem lakik,
Sem ü csaszárjoknak soha nem adózik, Mégis idejüve király Atapalik,
Mert látni akarja, keresztény mint romlik
(Szörényi, 1993, I, 68- 100: 29- 33) Türkçesini, konudan kopmamak düşüncesiyle,
bir arada vermeyi daha uygun
bulduk.
68- “Çok geçmeden, büyük Asya’dan Denizin
ötesinden birçok ordu geldi, Sayısız Tatar, Azak Denizinden,
Bunlar Kırım Tatar Hanlığından
gönderilmişti.
69- Bunların Komutanı genç Delimandır,
Büyük kağanın ve büyük hakanın oğlu; Bunlar 25 bin asker ve hepsi çok iyi
okçular, Binlerce kişi arasından seçilmişler.
70- Savaş onlar için çok kolay, hızlı ve
yiğitler, tıpkı bir sel gibi, Sanki hepsi elinde ölümü getiriyor gibi,
Çünkü çok iyi atın üstündeler ve hepsi
silahına güveniyor, Onları hiçbir şey durduramaz, ne ateş ne de sel.
71- Dediklerine göre Deliman, ülkeleri
Büyük şehirleri görmek için geziyormuş, Galata’da güzel Kumilla’yı görmüş,
Güzel Kumilla’yı, Sultanın kızını.
72- Kumilla’nın güzel şaçları aklını almış
Ve tüm keyfini Genç Deliman’ın,
Bir bakışla tüm gücünü almış, Öyle ki,
onsuz yaşamak istememiş.
73- O zaman ülkesine dönmüş, şimdi muhteşem
bir orduyla geliyor, Güzel kızı nasıl kazanabilirim diye çabalıyor,
Birden tüm ümitleri yıkılır, afallayıverir,
Çünkü artık Kumilla Rüstem Bey’le evlidir.
74- Şimdi artık üzüntü ile bir kalkıyor bir
oturuyor, Zavallının gözü durmadan dertli bakıyor,
Bu yüzden yüreği buz gibi soğuyor, Yaşarken
üzüntü içinde ölüme batıyor.
75- Rüstem kendini çok iyi koru,
Çünkü öfkeli bir kurt gibi gözetliyor
ölümünü, Yiğit Deliman ihtirasına daha fazla dayanamaz, Fırsatını bulursa tüm
nefretini üstüne boşaltacak.
76- Tatarlardan sonra beş muazzam ordu
geliyor, Uzaktan sanırsın ki, azılı şeytanlar.
Bunlar da Edirne’ye varıyor, Birçok savaşta
bulunmuş zenciler.
77- Her bir orduda 6 biner asker var,
Her biri üç askerle savaşabilecek
cesarette, Atı bir kuş, kendisi ise bir yıldırım,
Çünkü yarasa gibi çok kolay manevra
yapıyor.
78- Bunlar Süleyman’ın ordusunda Kızıl
Başların üstüne gittiler, Bunlar mızraklarla Kral Lajos’u yendiler,
Her biri yiğit, ve zırhları yok,
Kalkanla korunuyorlar, çelik yelekleri bile
yok.
79- Bunların başında yiğit Amirassen var,
Kendisi siyahî ve atı da siyah.
Onun güzel atı narin Karabulut,
Atıyla gururlanarak ordunun başında
gidiyor.
80- Dediklerine göre Büyük Arabistan’da
Rüzgardan hamile kalmış bir kısrağın yavrusu; Bu mümkün çünkü onda olan
Güzellik, hız, hiçbir yerde yok.
81- Amirassen’den sonra üç komutan geliyor,
Birisi zekasıyla büyük onur kazanan Olindus Siyahî ordunun dördüncüsünün
komutanı, Zekası sayesinde komutan olmuştur.
82- İkincisini Suriye kıralı akıllı
Menetham Gönderdi, bu yakışıklı Hamvivan’dır, Zenciler arasından, Suriye’den
geliyor; Üçüncüsü acımasız Demirhan.
83- Güçlü Demirhan, Süleyman’ın hükmettiği
topraklarda Ondan güçlüsü hiçbir yerde yok,
Çünkü o büyük meşeyi kökünden söküyor,
Yumruğuyla koca fili deviriyor.
84- Beşincisi Alderan, Demirhan’ın abisi,
Zenci ordusunun sorumlusu,
Tüm rüyaları yorumluyor, Kur’an tefsir
ediyor.
85- Ardlarından yiğit Memluklar geliyor,
Ama bahtsızlar, çünkü başlarında komutan yok Bunları Süleyman daha yeni
hâkimiyetine aldı;
Geniş ve verimli Mısır topraklarında
yaşıyorlar.
86- Onlara
Mehmet Yunus Paşa’nın yerine Kayer Bey komuta ediyor, Süleyman onu baş komutan
yaptı
Çünkü ondan korkuyor,
Ve böyle büyük bir göreve hizmetlisini
getirmeye cesaret edemedi.
87- Bunlar
20 bin iyi atlıydılar,
Çünkü yiğitliği Teoman Bey’den35
öğrendiler, Ve birkaç ulustan oluşuyorlar,
Ama iyi bir komutan tarafından birlik
oldular.
88- Memluklardan
hemen sonra Çerkezler Düzenli bir şekilde geliyor;
Bunların sayısı 52 bin kadar,
Çünkü Zinçiler,Getalar, Barştlar36 da
onlarla birlikte. 89- Kendi komutanlarını kendileri şetçiler,
Bu komutanın adı Aygaş Paşa,
Onu komutan seçmeleri boşuna değil, Çünkü
birçok ulusun sonunu getiren O’dur.
90- Aygaş Paşadan sonra Çağataylar geliyor,
İç Asya Tatar halklarındanlar, Müslümanlar, ama yeşil ketenden elbiseler
Kimin Türk, kimin Tatar olduğunu
belirliyor. 91- Bunlar yeri karıncalar gibi kaplamışlardı,
Ya da geniş ovada başaklar gibiler,
Kılıçlarının ve oklarının ışıltısı her
yerde parlıyor, Ve mızrakları her yeri titretiyor.
92- Silahla alamayacakları yer yok,
Gittikleri her yeri fethettiler,
Hatta doğrusunu söylemek gerekirse yakıp
yok ettiler, Dünyanın neresine gittilerse.
93- Hatta
bunlar Türklere saldırdığında, Sadece onları tamamen yok etmediler;
Günahlarımız için bize de hükmettiler, Tanrının kırbacı olarak onları
adlandırdılar.
35 Kansu
al- Gavri’den sonraki Memlük Sultanı.
36 Karadeniz
ve Azak denizi kıyısında yaşayan halklar. Bu kavim isimlerini, Boyssardus
zikretmiştir (Szörényi, 1993: 32).
94- İskit
Timurlenk Müslümanları yendi, Büyük kağan Bayazit’i canlı olarak tutsak etti. O
zaman da görüyoruz ki,
Tanrı insanların işlerini oyun gibi
görüyor.
95- İskitleri
hiç kimse yenemedi,
Onların ne kadar tehlikeli olduğunu da
görmedi; Kral Mitridates onlarla savaşmaya cesaret etti, Ama söyleyin bana
sonuçta ne elde edebildi?
96- Romalıların
büyük gücünü duydular, Kendileri üstünde hâkimiyet görmediler, Büyük İskender
İskitlerin yiğitliğini gördü Küçük bir kaya parçası almaya çalışırken.
97- Bunlar
dört gurup halinde yürüyor, Her birinde 20 bin sadak (asker) var; Birisine
siyahî komutan önderlik ediyor, Diğer üçüne ise Uldair, Lehel ve Turançen.
98- Denizdeki
girdapları kim sayabilir, Ya da sayısız Hersinyen kıvrımlarını?
Bunu yapabilen Süleyman’ın ordusunu
sayabilir, Müthiş ordusunu kağıda yazabilir.
99- Çünkü
Süleyman’ın orduyla Hıristiyanların üstüne Çok sayıda Müslümanla gittiğini
duyan
Ordusuyla Süleyman’ın ordusuna katıldı,
Herkes gavurun mahvı için can atıyordu.
100- Çünkü
güzel İndus nehrinin ötesinde Türk yaşamıyor, Onun padişahına vergi de
vermiyor,
Yine de Kral Atapalik bu orduya katılıyor,
Çünkü Hıristiyanların mahvını görmek istiyor”.
II. bölüme baktığımızda şair, Palota
kuşatmasını anlatırken özellikle Thúry’nin kaleden çıkma harekâtına
değinmektedir. Zira bu, askerî açıdan son derece önemli bir taktiktir. Bu saldırıyla,
kuşatma tarafının toplarına zarar verilir ve kuşatma
geciktirilerek, yardım gelene kadar dayanma
fırsatı yaratılmış olur. Bu harekâtın doğru yapılmadığı, yani düşmanın buna
hazırlıklı olması halinde, büyük kayıplar verileceğine dikkat çekilir. Bu
nedenle saldırı, kuşatmacıların hazırlıksız olduğu sırada yapılmalıdır. Ve
Thúry, gece yarısı, tüm Osmanlı askerleri uyurken kaleden çıkma harekâtını
gerçekleştirir. Burada, Osmanlıların dikkatsiz davranan düşmanı hafife alması
ve bu nedenle kale kuşatmasında başarısız olması eleştirilir ve bu tutum
konusunda ders verilir (Szörényi, 1993, II, 1- 30: 34- 39).
Osmanlılar, Moré burcunu döverek
yıkmalarına rağmen, yine de oradan kaleye giremezler. Çünkü, burcun içinde
Palota’yı koruyan iki siper bulunmaktadır. Bu siperleri kale komutanı
kazdırmış, nitekim bunu yapmakla çok da akıllıca davranmıştır. Kele komutanının
yıkık burcun altına hendek kazdırması, o dönemde uygulanan çok önemli bir
taktiktir. Böylelikle, kalede yarık açılsa dahi, düşman yeni engellerle mücadeleye
mecbur bırakılmaktadır. Ayrıca, o dönemde kalede yarık açılması halinde,
komutanın teslim olması, onuruna hiçbir leke getirmemekteydi (Perjés, 1965:
137). Ancak şair destanda bu olasılığı da ortadan kaldırmıştır. Zira, Palota
komutanı György Thúry gece yarısı kaleden çıkma hareketi yaparak Osmanlı
askerlerine baskın yapmış ve birçok zayiat vermiş, bunu duyan Aslan Paşa
sinirinden ve sarhoşluğundan dolayı düşüncesizce saldırmış ve kuşatma başarısız
olmuştur.
Şair, Siklós çatışmasını Istvánffy’den farklı
olarak tan vaktine bırakmıştır37,
Zrínyi ve askerleri, Osmanlı askerleri
atlarını eyerlerken, Siklós’a varır. Komutan Zrínyi sayılarının azlığını
görerek, çözümü Osmanlı askerlerini bölmekte bulmuştur. Önce küçük bir grup
Sigetvarlı, atlarını eyerlemeye çalışan Mehmet Bey’in ordusuna saldırır ve bu
grup daha sonra taktik icabı geri kaçar. Atına atlayan Mehmet Bey,
37 Istvánffy’nin
kroniğinde Sigetvarlılar, Mehmet Bey’in kampına geceyarısı baskın
düzenlemişlerdir (Perjés, 1965: 138).
ordusuyla onları kovalamaya başlar. Mehmet
Bey’in oğlu Rézmán ve az sayıdaki asker ordugâhta kalır. O sırada pusuda
bekleyen esas Sigetvar gücü bunlara saldırır ve Rézmán’la birlikte hepsini
öldürür. Mehmet Bey geri döndüğünde ise, büyük bir düşman gücüyle karşılaşır. Tuzak
işe yaramış, Mehmet Bey’in askerleri bölünmüş ve bu nedenle Osmanlılar kolayca
yenilebilmiştir. (Szörényi, 1993: III, 49- 117: 54- 64). Bu da, şairin eserinde
işlediği bir başka taktiktir. Bu saldırıda Mehmet Bey de ölür ve beraberindeki
değerli mallar Sigetvarlıların eline geçer
Sigetvar kuşatmasına kadarki çatışmalarda
askerî bilginin esas olduğu vurgulanmış ve bu esasa uyulmuştur. Ancak
Osmanlı’nın Sigetvar’a gelmesi ve kaleyi kuşatmasından sonra, yerini kuşatma
manevraları alır. Bu sırada cereyan eden olayları Zríny,i sıkıcı teknik
yöntemlerle değil, Osmanlıların iç zayıflığını göstererek, Sigetvarlıları
yüceltmekle aktarmaktadır. Destanın genelinde Osmanlı görünüşte güçlü, ancak
içte zayıftır. Eserde Osmanlıların askerî açıdan zayıf olduğu, kale savaşını
bilmedikleri ve bu nedenle teknik işleri yapamadıkları da söylenir ve bu
unsurlarla Sigetvarlıların üstünlüğü ele geçirmelerine olanak sağlanır. Kale
kuşatmasının uzun sürmesi de, yine, Osmanlıların zayıflığına bağlanmıştır.
Kale kuşatmasının 4 aşaması vardır:
1-Etrafı çevirme,
2-Yaklaşma,
3-Duvarda gedik açma, 4-Saldırı.
Şair Zrínyi’nin kale savaşı kurallarının
tümünü destana aktarması, oldukça zor olmuştur. Sigetvar kalesinin çevresi
bataklıktır ve uzun süre yağan yağmurdan dolayı, Almás deresinin yükselmesiyle
bu bataklık alan daha da genişlemiştir. Bu
nedenle kaleye sadece bir taraftan, yani
Yeni Sigetvar yönünden saldırılabilirdi. Normal kale savaşlarında her cepheden
saldırıda bulunulabilirken, Sigetvar’a tek yönden saldırıla bilinmesi, kale
savunucuları açısından önemli bir avantajdır (Perjés, 1965: 144).
Ayrıca iki dış kale, zayıf bir savunması
olan yeni şehir ve önemli bir istihkam mevkii olan Eski Kale, bu avantajı daha
da arttırmaktadır. Osmanlı’yı bu bakımdan zor bir mücadele bekliyordu. Bataklık
arazi kaleye yaklaşmak için siper kazılmasını imkansız hale getiriyordu.
Bataklık doldurulsa dahi, alan dar olduğu için yapılan siper, Osmanlıların sayı
avantajını kullanmasına izin vermezdi. Bu nedenle kaleyi savunan Macarlar,
rahatlıkla kaleden çıkma harekâtı yapıyorlar ve her defasında başarı
sağlıyorlardı (Perjés, 1965: 146). Bu koşullarda, Osmanlıların bazı kale savaş
tekniklerini kullanmamasıysa, şair tarafından bunların bilinmediği şeklinde
yorumlanmıştır. Ancak, bilindiği üzere, bu yorumlrın gerçekle hiçbir alakası
bulunmamaktadır. Zira, Osmanlı ordusu en yeni savaş taktiklerini kullanan bir
orduydu.
Osmanlı ordusunun Sigetvar’a varması ve
kaleyi kuşatmasından sonra, kaleyi savunan Macarlar iki çıkış hareketiyle
Osmanlılara ağır zayiat verirler (Szörényi, 1993, VII, 52- 99: 117- 124).
Kanunî bu durumun utanç verici olduğunu düşünür ve başkumandanlarını çağırtır,
ama kendisi divan toplantısına katılmaz. Konuşmaları, görülmeyecek bir yere
gizlenerek, dinler. Divanda, iç çekişmelerin sona erdirilmesi konuşulur
(Szörényi, 1993, VIII, 12- 21: 128- 129). Zira iç çekişme, bir ordu için en
tehlikeli durumdur. Ordu, savaş esnasında iç çekişmeler yüzünden bölünmektedir.
Şair bu noktaya dikkat çekerek, bu durumdan askerî bir ders çıkarılmasını
amaçlamıştır. Divanda, keşif ve savunma
için gerekenlerin yapılmamasının ve siper kazılmamasının büyük bir hata olduğu
söylenir (Szörényi, 1993, VIII, 35: 131).
Destanda Osmanlı komutanları, açık alanda
aralıksız akınlar düzenleyerek, kendilerini ve askerlerini tehlikeye
atmaktadırlar. Bu, Osmanlı komutanlarının en büyük hatasıdır. Çünkü kale
savaşında uyulması gereken teknik, stratejik kurallar vardır. Bunlar; palanka
kurmak, siper kazmak, askeri korumaya almak, sistemli bir şekilde kaleyi topla
dövmek ve kaleyi çevreleyen suyu boşaltmaktır (Perjés, 1965: 147).
Osmanlıların bütün bunları yapmasına rağmen
şair, eserini etkileyici kılmak amacıyla gerçekte yapılanlara değinmemiştir.
Ayrıca, Osmanlıları içte zayıf göstererek, Sigetvarlıların askerî gücünü
oldukça abartmıştır (Szörényi, 1993, VIII, 42- 55: 132- 133).
VII. bölümde,
artık siperler kazılmaya başlanır (Szörényi, 1993,VII: 110- 125). Ancak,
Sigetvarlıların başarılı çıkış harekâtları devam etmektedir.
VIII. bölümde
Rüstem, teknik işlerin yapılmadığından şikayet etmeye başlar (Szörényi, 1993,
VIII, 35: 131). Sebep olarak da Asya Tatar ordusunun komutanları Delimán ve
Demirhám’ın disiplinli olmaması ve savaş tekniklerini bilmemesini gösterir
(Szörényi, 1993, VIII, 60- 62: 134). Delimán ve Rüstem arasında tartışma
yaşanır. Rüstem mantıklı, Delimán ise cesur fikirler öne sürer, ama Osmanlı
ordusunda mantık ve cesaret bir türlü birleşemez, orduda iç karışıklıklar
meydana gelir. Burada şairin vermek istediği mesaj, savaş esnasında orduda iç
karışıklıkların meydana gelemesinin başarısızlığa yol açacağıdır. Bu da,
yenilgiyi beraberinde getirecektir. Bu nedenle, bu durumdan ders çıkartılarak
orduda iç karışıklığa meydan verilmemesi öğütlenmektedir. İyi bir komutan,
düzenli bir orduyu iyi ve akıllıca
yönetebilir. Ancak dağınık ve düzensiz bir
ordunun komutanı, ne kadar iyi olursa olsun, bunu başaramaz.
Destanda işlenen, ama gerçekte bir orduda
olmaması gereken askerî olumsuzluklar, Osmanlı ordusu ve Kanunî örnek
gösterilerek verilmiş, iyi ve düzenli bir orduda olması gerekenler ise, kale
savunucuların ve Komutan Zrínyi’nin hareketlerinde gösterilmiştir.
Daha sonraki gelişmelerde, kaleyi
çevreleyen çember gittikçe daralır ve kuşatmanın sonuna gittikçe yaklaşılır.
IX. ölümde şair, sadece bir dörtlükte, kale savaşıyla ilgili yapılması gereken
bir hareketi verir:
Fáradhatatlanul Ali Kurt forgolódik, Három
helyen tüle nagy sánc csináltatik, Az honnan ágyukkal Szigetvár lövetik,
Nappal és éjjel is bástyája töretik
(Szörényi, 1993, IX, 5: 140). “Ali Kurt yorulmak bilmeden bir oraya bir buraya
gidiyor,
Üç yerde büyük palanka yaptırıyor,
Ve buralardan Sigetvar’ı toplarla vuruyor,
Gece gündüz burcu yıktırıyor”.
Ali Kurt’un inşa ettirdiği bu üç palanka,
muazzam bir iştir. Kaynaklara göre, bu üç palankanın her birinin uzunluğu
yaklaşık 1 km, yüksekliği ve genişliği ise 5, 5 metredir. Yapılışında 25.000 m³
toprak kullanılmış bu toprağı 4000 yük arabası 11 gün içinde taşımıştır
(Perjés, 1965: 151).
X. bölümde, bu büyük çalışmanın sonucunu
görmekteyiz. Eski şehir, Osmanlı askerleri tarafından alınmış, kale burcunun
bir tarafı tamamen harabe hâline getirilmiştir (Szörényi, 1993, X, 7- 9: 156).
XIII. bölümde,
tüm bunlara rağmen, kale hâlâ ele geçirilemediğinden ve büyük kayıplar
verildiğinden dolayı, Osmanlı ordusunda büyük bir umutsuzluk
hâkimdir. Tekrar toplanan divanda,
komutanların çoğunluğu kuşatmayı kaldırmadan yana olduğunu bildirir. Kanunî, bu
teklifleri duymamazlıktan gelir ve kuşatmayı sürdürmeye karar verir. Çünkü, Ali
Kurt ve onun toplarına güvenmektedir. Ama Ali Kurt’un ölüm haberi gelince,
kendisi de kuşatmayı kaldırmanın iyi olacağına karar verir. Tam bu sırada,
kaleden krala gönderilen posta güvercinini yeniçeriler yakalar. Yazılan notta,
kaledekilerin durumlarının çok kötü olduğunu öğrenince, son ve nihai saldırı
için hazırlıklar başlatılır (Szörényi, 1993, XIII, 37- 100: 206- 214).
XIV. bölümde
büyücü Alderan, cehennem ruhlarını yardıma çağırır ve orduyla birlikte kaleye
saldırılır. Kale ateşli silahlarla ateşe verilir (Szörényi, 1993, XIV, 21- 83:
218- 226).
XV. bölümde,
yanan kalede fazla kalamayacaklarını gören komutan Zrínyi ve adamları kaleden
çıkma hareketi yaparlar. Hepsi ölür ve kale Osmanlının eline geçer. Ne var ki
Kanunî, kısa bir süre önce Zrínyi tarafından öldürüldüğünden, bu ânı göremez
(Szörényi, 1993, XV, 1- 107: 231- 247).
IV.12) DESTANIN
İÇERİĞİ
Szigeti Veszedelem’in temel düşüncesine
göre Macaristan’da suç ve günah yayılmıştır. Bu suç ve günahları dinî
ayrımcılık, manevi çöküş, politik birliğin olmaması ve disiplinsizlik
oluşturmaktadır. Macarlar bu nedenlerden dolayı Tanrı’nın gazabını hak
etmişlerdir ve bu nedenle Osmanlı’ya karşı koyacak gücü ve beceriyi
kendilerinde bulamamaktadırlar. Tanrı, Osmanlı’yı Macarlara ceza vermesi ve
ülkeyi yakıp yıkması için gönderir; ancak aynı zamanda cezadan kurtulmanın
yolunu da bildirir. Eğer Macarlar yukarıda bahsettiğimiz günahlardan ve
suçlardan arınırlarsa Tanrı bu gazabı üstlerinden kaldıracaktır (Szörényi,
1993: 19- 20). Tanrı’nın isteğiyle harekete geçen Osmanlı ordusu, Sigetvar’da
Macarların işlediği hiçbir suça ve günaha dahil olmayan, seçkin erdemlere sahip
bir toplulukla yani Sigetvarlılarla karşılaşır. Osmanlı, böyle bir savunma gücü
karşısında hiçbir varlık gösteremez ve Tanrı Osmanlıların tarafını tutmayı
bırakarak Macarların tarafına geçer. Sigetvar’daki bu mücadele Tanrı’nın tekrar
Macarların yanında olması nedeniyle Osmanlı-Macar savaşlarının dönüm noktası
niteliği taşmaktadır. Osmanlılar görünüşte savaşı kazanırlar ve Sigetvar düşer;
zira tüm Macarlar henüz Tanrı’nın yoluna dönmemiştir. Bu nedenle de henüz
Tanrı’nın gazabı üzerlerindedir. Sigetvarlıların yurt sevgisi, askerî ve manevi
değerleri o kadar üstün gelir ki, Osmanlı ordusu bozulur ve kendi içinde parçalanır.
Ordunun komutanı Kanunî Sultan Süleyman ölür ve böylece Tanrı’nın kırbacı
rolünü tamamlamış olur. Sigetvar’ın düşmesiyle Osmanlılar sadece görünüşte bir
zafer kazanmış, esas itibariyle yenilgiye uğramıştır. Bu yenilgi Osmanlı’nın
Macaristan’daki nihai sonunun başlangıcı olmuştur. Çünkü Sigetvar savunucuları
bir bakıma Macarlara esaretten kurtulmanın yolunu göstermişlerdir. Bu yol
birlik olma, vatan sevgisi
taşıma, manevi değerlere sahip çıkma ve
dinden sapmama yoludur. Eserde geçen konular Macarlara ibret olması için
verilen son derslerdir. Bu da destanın kapanış bölümündedir (Szörényi, 1993:
247- 248).
Şairin en büyük görevi bu temel konsepti
ispatlamaktır. Szigeti Veszedelem’den önceki şiirsel eserler, Sigetvar
kuşatmasını Macar ulusunun kaderini değiştiren bir olay olarak yansıtmışlar,
ancak Osmanlıların artık Macaristan’dan çıkacağı ve Macarların özgür kalacağı
fikriyle gerçek arasındaki zıtlığı ortadan kaldıramamışlardır.
Destanın ana düşüncesi, Sigetvar
kuşatmasında Macar ulusunun kaderinin değişeceği yani özgürlüğün geleceğidir.
Oysa gerçek tamamen farklıdır; çünkü Osmanlı tüm bu direnişe rağmen kaleyi
almıştır. Gerçekte kale Osmanlının eline geçmiş olmasına karşın destanda
verilmek istenen mesaj özgürlüktür. İşte bu durumda Şair Zrínyi’ye düşen görev
şu olmuştur: Sanatı aracılığıyla gerçekle zıt olan bir olayı ulusunu kendine
getirmek, için kullanmak. Şairin amacı Macarlara Sigetvar kuşatmasının
gerçekten bir dönüm noktası olduğunu kanıtlamak ve bu büyük güç karşısında
kaleyi savunanların kaybetmelerine rağmen aslında cesaretleriyle Osmanlı’ya
karşı zafer kazandıklarını göstermek ve bunu inandırıcı kılmaktır.
Şair, konusunu oluştururken dünya
edebiyatındaki diğer destan örneklerinden farklı olmaya çalışmıştır. Benzer
eserlerde konu ya kale kuşatmasıyla ya da kuşatmanın ortasından başlıyordu.
Diğer destanlarda Troy ve Kudüs tek başına ulusların savaş alanı olmuşlardır.
Bu nedenle Şair Zrínyi’nin de Sigetvar’daki mücadelenin ulusların savaşı
olduğunu kanıtlaması gerekiyordu. Osmanlı ve Macar güçlerini olduğundan daha
büyük göstermeliydi. Ayrıca, güçlerin neden Sigetvar’da çarpıştıklarına dair
etkili bir neden bulması da gerekliydi. Şair, olayın neden
Sigetvar’da vuku bulduğunu, neden ulusal
bir önem taşıdığını ve bir ulusun kaderinin dönüm noktası olduğunu destanının
ilk 6 bölümünde okuyucuya kanıtlamaya çalışmaktadır. Kuşatma nedeninin ve
hazırlıklarının anlatıldığı ilk 6 bölüm destanın ilk bölümünü yani giriş
kısmını oluşturmaktadır.
Bundan sonraki bölümlerde şairin
Sigetvarlıların üstünlüğünü ve zaferini gerçekçi göstermesi gerekiyordu. Bunu
başaran şair, destanının 13. bölümünde Osmanlıların umutsuzluğa kapılarak
kuşatmayı kaldırmasını ve geri çekilmeye karar vermesini anlatır. Bu olayların
anlatıldığı 7. bölümden 13. bölümün sonuna kadar ki kısım destanın ikinci yani
gelişme bölümünü oluşturmaktadır. Destanın bitiş kısmı olan 14. ve 15.
bölümlerde Sigetvarlıların zaferinin tarihî gerçekle bağdaştırılması
gerekiyordu. Bunun için de kuşatmanın gidişatında hiç beklenmedik bir olay
kurgusu yaratılmalıydı. İşte şair bu beklenmedik kurguyu posta güverciniyle
gerçekleştirmiştir. Güvercinin yakalanmasıyla (Szörényi, 1993, XIII, 88:
213)olaylar gerçekteki şeklini alır; kale düşer ve çoğu mücadelede galip
gelmelerine karşın Macarların ölümü kaçınılmaz olur (Szörényi, 1993, XV, 101-
108: 246- 247).
Szigeti Veszedelem incelenirken genelde üç
ana bölüme ayrıldığı görülmektedir. İlk 6 bölüm I.kısmı yani girişi, VII.
bölümden XIII’ün sonuna kadar olan bölüm II. kısmı yani gelişmeyi ve son iki
bölüm olan XIV. ve XV. bölümler kapanış kısmını oluşturmaktadır.
Şair Miklós Zrínyi, Macaristan’ın kötü
durumunu ve destanın ana fikrini I. bölümde vermekte ve bunu önceki
çalışmalardan farklı bir stille yapmaktadır. Önceki eserlerde konunun yönü salt
politik ve ahlaksızlık doğrultusunda iken şair Zrínyi bu konuya dinamik bir
üslûp ve epik bir dil katmış ve olayları birbiriyle bütünleştirmiştir. Şair
Zrínyi, ülkeye yapılacak akının gerekçesini Tanrı’nın,
Alekto’nun, Kanunî’nin ve Aslan Paşa’nın
sözleriyle bildirir. Bu gerçek, Tanrı’nın cezalandırmasından salt askerî
gerçeğe uzanmaktadır. Cennette, Cehennemde ve Kanunî’nin sarayında Macaristan’ı
bekleyen tehlike giderek somutlaşır. Bölümün sonunda ise (Szörényi, 1993, I,
68- 102: 29- 34) farklı yerlerden gelen Osmanlı ordularının birleşmesi çok
güzel bir üslûpla anlatılmaktadır. Bu anlatımlarda Osmanlı ordusunun büyüklüğü,
gücü ve düzeni ön plana çıkartılır. Tanrı’nın Macarlara olan öfkesi,
Macaristan’ın zayıflığı ve kötü durumunun anlatılması, buna karşı Osmanlıların
muhteşem gücünün ön plana çıkarılması Macarların savaşta yenilecekleri fikrini
kaçınılmaz kılar.
Şair, eserin başında Osmanlıların askerî
gücünü vurgulamaktadır. I.bölümden sonra orduların varışını anlatırken Osmanlı
ordusunun sayıca çok üstün olduğunu iyice belirginleştirir:
Ki számlálhatná meg az tenger örvényét,
Vagy Herciniának számtalan levelét? Az megszámlálhatná Szulimánnak népét,
Az is irhatná meg roppant seregeket
(Szörényi, 1993, I, 98: 33). “Denizdeki girdapları kim sayabilir,
Ya da sayısız Hersinyen kıvrımlarını?
Bunu yapabilen Süleyman’ın ordusunu
sayabilir, Müthiş ordusunu kağıda yazabilir.
Şair, Osmanlı ordularının gelişini
anlatırken ordudaki komutanların özelliklerini de sıralamış, ancak bu konuda
fazla bir çaba göstermemiştir. Delimán’ın yaşadığı aşk acısından, Amirassen’nin
büyüleyici atından, Hamviván’ın yakışıklılığından ve Demirhám’ın gücünden ve
acımasızlığından bahsedilir. Bu komutanların insani ve ahlakî özellikleri
hakkında fazla bilgi verilmez; askerî geçmişlerine ise hiçbir şekilde
değinilmez. Sanki bununla Osmanlı ordusunun
gücünün komutanlarından veya askerlerinden
değil, sadece sayıca çok olmasından ileri geldiği kanıtlanmak istenmektedir.
Aynı zamanda şair, Osmanlı ordusunun korkulması gereken bir güç olduğunu da
vurgulamaktadır. Zencilerin her birinin üç kişiye karşı tek başına savaşmaya
cesaret edebilecek güçte olduğu belirtilir. Tatarlar ise şu şekilde tasvir
edilmektedir:
Könnyü had, és bátor és gyors, mint az
árviz; Ugy tetszik, kezében mindenik halált visz;
Mert jó lova hátán csak jó fegyverben hisz
(Szörényi, 1993, I, 70: 30) “Savaş kolay onlar için, sel gibi hızlılar;
Sanki hepsi elinde ölüm taşıyor gibiler;
Çünkü iyi bir atın üstündeler ve sadece iyi
silahlarına güveniyorlar”.
En tehlikeliler olarak ise İç-Asya Moğol
kavimlerinden olan Zagatárlar (Çağataylar) gösterilir. Eserde Çağatayların
kuşatmaya 80 bin askerle katıldığı, toprağı karıncalar gibi kapladıkları ve
bunların Macaristan’ın tüm düşmanlarını yani Mithridates’i, Büyük İskender’i, Romalıları
ve Türkleri yendiği anlatılır. Şair Osmanlı ordusuna katılanları şöyle
sıralıyor: 80 bin Zagatár 25 bin Tatar, 30 bin Zenci, 20 bin Memlük, 52 bin
Çerkez(içlerinde Karadeniz ve Azak Denizi kıyısındaki halklar olan Zincsiler,
Getalar ve Barstlar da bulunmaktadır). Şair daha sonra bunları sıralamayı
bırakır ve şöyle der: “Kim denizin girdaplarını, Hersinyen
(Hercinia)kıvrımlarının yapraklarını sayabilir? Süleyman’ın ordusu da tıpkı
bunlar gibi sayısızdı” (Szörényi, 1993, I, 98: 33). Osmanlı ordusunun sayısı
207.000 de iken bırakılır. Bu askerler arasında Osmanlının esas gücünü
oluşturan yeniçerilere, sipahilere, akıncılara hiç değinilmemiştir bile. Bu
bile ordunun sayısını devasa göstermeğe yetmiştir.
Kanunî’nin ordusu sayılamazdı; tüm Pagan
halkları, hatta pagan olmayanlar bile Osmanlı ordusuna katılmıştı. Neredeyse
dünyanın yarısı bu orduya katılmaya gelmişti. Eserde bu katılımların hepsinin
düzenli bir orduyu oluşturduğu söylenir. Destanda bu orduların birleşimi,
yönetimi ve düzende tutulması anlatılırken bunları yönetecek devasa bir güç
olduğu hissi uyandırılır. Şair sanki askerî bir geçit törenini tarif
edermişçesine her yerde düzen ve disiplinin olduğunu vurgular. Bu gücün
içindeki Osmanlı ordusuna dikkat çekilir.
II. bölümde, I. bölümde anlatılan ordunun
yola çıkışı ve ilerleyişi anlatılır. Şair artık bu bölümde ordunun çokluğunu
anlatmak için fazla söz kullanmaz; buna şu sözlerle değinir:
Konstantinápolybul megindúlt Szulimán, Aval
az sok haddal vizeket szárasztván,
Nagy hegyeket bontván, várasokat rontván
(Szörényi, 1993, II, 31: 39). “Süleyman İstanbul’dan harekete geçti,
Bu kadar çok orduyla suları kurutarak,
Büyük dağları yerle bir edip, şehirleri
harap ederek”.
II. bölümde daha çok ordunun silahlarından
ve teçhizatlarından söz edilir. Sayısız topları, obüsten gülleleri, barutları,
yük hayvanları ve yük arabaları, köprü yapımında ve kale kuşatmasında önemli
olan marangoz aletleri, hâlâtları ve kalasları olduğu söylenir. Osmanlı ordusu
sadece disiplinli değil; aynı zamanda çok iyi organize edilmiştir Szörényi,
1993, II, 40- 42: 41). Bunun sebebi de her şeye özen gösteren ve dikkat eden
ordunun başındaki muhteşem komutan yani Kanunî Sultan Süleyman’dır.
Kanunî’nin kendisi, Osmanlı ordusunun
gücünün üçüncü ve en önemli kısmıdır (sayısal üstünlük, iyi organize olması,
başında çok iyi bir kotan olması ).
II.bölümde sadece Kanunî’nin dünya fatihine
yaraşır atından değil, Kanunî’nin haşmetli dış görünüşünden, korku salan
bakışlarından, seçkin bir şahsiyet ve iyi bir komutan olmasından da bahsedilir.
Bu, şu sözlerle gösterilir:
İgazat kell irnom, halljátok meg mastán,
Noha ellenségünk volt szultán Szulimán, Csak aztot kivészem, hogy hiti volt
pogán,
Soha nem volt ily ur törökök közt talán
(Szörényi, 1993, II, 44: 41). “Gerçekleri yazmam gerekiyor, şimdi beni
dinleyin,
İşte düşmanımız Sultan Süleyman idi, Pagan
dininden olanları saymıyorum,
Türkler arasında ondan daha yiğit bir
komutan doğmamıştı”.
O’nun yiğitlik, zeka ve savaş kabiliyeti
bakımından çok üstün olduğu, hatta eğer zalim olmasaydı en büyük Hıristiyan
komutanlarından bile daha üstün olabileceği vurgulanır. Zor durumlara ve
tehlikeye karşı bir kayanın dalgaya karşı durduğu gibi durduğu; savaşta galip
geldiğinde ise hiç böbürlenmediği anlatılır. Zrínyi, büyük büyükbabası Sigetvar
komutanı Miklós Zrínyi ile kahramanca çarpışan bu büyük ordu ve komutanını
tasvir ederken Osmanlı’nın gücünü doruğa çıkarmış ve kaygısını şöyle dile
getirmiştir:
Illyen ur s illyen had jüve országunkra, S
ily ártalmas fölyhő szálla le kárunkra, Mely nemcsak magyarnak elég romlására
Lett volna; de elég világ rontására
(Szörényi, 1993 II, 50: 42). “Böyle bir komutan ve böyle bir ordu yurdumuza
geliyor,
Ve böyle kara bir bulut üstümüze çökecek,
Bu ordu sadece Macarları değil,
Tüm dünyayı yıkmaya kâdir”.
Büyük İskender ve Romalılar bu kadar büyük
güçleri olmamasına karşın yine de tüm dünyayı dize getirmişlerdir. Öyle ise ilk
bölümde vahim durumu tasvir edilmiş Macaristan Kanunî’nin bu güçteki ordusuna
nasıl karşı koyabildiler? Zrínyi eserinin I. bölümde de bu konuya değinmiş ve
tehlike ne kadar büyük olursa olsun durumun umutsuz olmadığını göstermeye
çalışmıştır. Çünkü Tanrı, Macarların günahlarından ve onlardan alacağı
intikamdan bahsetmiş, ama aynı zamanda bu günahları bırakırlarsa kendilerini
affedeceğini bildiren şu sözleri de söylemiştir:
Halálról életre ismég hozom üket,
Jaj, török, néked, haragom vesszejének!
Te vagy, de eltörlek, ha ezek megtérnek
(Szörényi, 1993, I, 24: 22). “Onları ölümden tekrar hayata getiririm (onları
öldürür sonra diriltirim), Vay haline Türk, sana, tehlikene öfkeliyim!
Şimdi sen varsın, ama onlar dönerlerse seni
dağıtacağım”.
Şaire göre, bu durumdan kurtulmak için de
Macarların tek şansı günahlarını bırakmaktır; çünkü Tanrı ancak o zaman onların
yanında yer alacaktır. Tanrı’nın onların tarafını tutabileceği fikrini destanın
I. bölümünde geçen şu sözlerden de anlıyoruz:
Fegyvert s vitézt éneklek, török hatalmát,
Ki meg metre várni Szulimán haragját
(Szörényi, 1993, I, 2: 19), “Silah ve yiğidi size anlatacağım, Türk’ün gücüne,
Süleyman’ın hiddetine karşı koymaya cesaret
eden kişiyi”,
Bu sözler, Osmanlı’nın büyük gücünün Macaristan’a
yönelmesine rağmen yine de Tanrı’nın Macarları bağışlama olasılığının olduğuna
işaret etmektedir. Şair, bu sözlerde geçen kişinin kim olduğunu söylemek için
acele etmez. Konunun kısa
özetini yaparken ve ilham perisini yardıma
çağırdığı sırada da (Szörényi, 1993, I, 3- 6: 19- 20) aynı kişiden bahseder,
ancak yine bu kişinin kim olduğunu gizler.
Şair eserinin çok daha geniş kitlelere
hitap etmesi, daha büyük yankı uyandırması için destanın başında Kanunî’nin
seferinin sadece Macarlara değil, tüm Hıristiyanlığa yönelik olduğunu
vurgulamaıştır. Zira, Tanrı aslında Osmanlıları Sigetvar’a değil, yoldan çıkmış
tüm Macaristan’a göndermiş ve Kanunî tüm Macaristan’ı istilaya hazırlanmıştır.
Zrínyi bu sebeple mücadeleleri ve askerî olayları coğrafi olarak geniş bir
alana yayar. II. Bölümde, Kuzey-Tunaötesi Palota kuşatmasından (Szörényi, 1993,
II, 1- 30: 34- 39) ve daha sonra Tiszaötesi’ndeki
Gyula’nın işgalinden bahseder (Szörényi,
1993, II, 52- 56: 42- 43). Eserde Kanunî, ilk olarak Yukarı Macaristan’daki Eğri’ye
mi yoksa Sigetvar’a mı yöneleceği konusunda karara varmaya çalışır (Szörényi,
1993, II, 59: 43). Gyula, Eğri, Palota ve Sigetvar Osmanlı hâkimiyetindeki
bölgelerin uzun sınır çizgisini oluşturduğundan, şair böylelikle savaşları tüm
ülkeye yaymış olur.
János Arany, bu konuda şöyle demektedir:
“Şair birbirinden çok uzak bölgelerde olan Palota ve Gyula saldırılarıyla,
Kanunî’nin seferinin ne kadar büyük bir alana yayılmış olduğunu
hissettirmiştir” (Klaniczay, 1964: 161).
Nihayet II. bölümün 60. dörtlüğünde şair,
Sigetvar komutanı Miklós Zrínyi’den bahsedeceğini açıklar:
Akkor az nagy nevű Zrini Szigetvárban,
Maximiliantul röndelve kapitán
Volt, Horvátországban és többiben is bán,
Ez az, kiről fog én historiám (Szörényi,
1993, II, 60: 43). “O sırada meşhur Zrínyi Sigetvarda idi,
Kral Maximilian tarafından kale
komutanlığı,
Hırvatistan ve başka birçok yerin banlık
rütbesi verilmişti, İşte benim hikâyem onun hakkında”.
Şair Zrínyi’nin komutan Miklós Zrínyi’den
bahsettiği bu dörtlüklerde Kanunî’den bahsettiği kadar söz etmemekte, ancak
tasvirleriyle komutanın özündeki gücü anlatmaktadır. Örneğin, I. bölümün 101.
dörtlüğünde Osmanlı ordusu anlatılırken “Jaj! hova ez az nagy fölyhő fog omlani
(Szörényi, 1993: 34)? Bu koca bulut nereye çökecek?” denmekte; komutan ise
“Mint fölyhő szél előtt siet forgásában (Szörényi, 1993: 44) Tıpkı bir
fırtınanın bulutları dağıtması gibi” şeklinde tasvir edilmektedir. Yani Osmanlı
koca bir bulutsa Komutan Zrínyi de onu dağıtacak fırtınadır denilmek istenir.
Komutanın neden bu kadar güçlü olduğuna ise sonraki dörtlükte değiniliyor:
Az ısten üneki adott oly hatalmat, Ellenség
előtte, mint fövény, elomlott, Jól esmerte Isten , hogy hü szolgája volt,
Azért minden ügyében tűle áldatott
(Szörényi, 1993, II, 63: 44). “Tanrı ona öyle bir güç verdi ki,
Düşman, karşısında kum gibi dağıldı,
Tanrı sadık kulunun kim olduğunu iyi
biliyordu, O yüzden her konuda onu kutsadı”.
Yukarıdaki dörtlük, Tanrı’nın I.bölümde
eski Macarlardan bahsettiği mısraları çağrıştırır:
Sőt vitéz szüvel is megáldottam üket,
Ugy hogy egy jó magyar tizet mást
kergetett, Sohul nem találtak oly nagy ellenséget,
Az ki, mint por szél előtt, el nem
kerengett (Szörényi, 1993, I, 16: 21). “Hatta onları yiğit kalple de kutsadım,
Ki bir Macar 10 kişiyi kovalasın,
Hiçbir yerde öyle büyük bir düşmanla
karşılaşmadılar O düşman toz fırtınası önünden kaçmasın”.
Bu dörtlükte anlatılanlardan şairin Komutan
Zrínyi’yi eski Macarlara benzettiğini görmekteyiz. Komutanın o dönemdeki
Macarların aksine Tanrı’nın sadık bir kulu olduğu vurgulanır. Bu nedenle Tanrı,
eski Macarlara verdiği gibi bir gücü düşmanlarını yensin diye Komutan Zrínyi’ye
verir. Birkaç dörtlükte şair, Kanunî’nin yola çıkarken sapkın, disiplinsiz ve
tembel Macarlarla değil, bunların aksine Komutan Zrínyi ile karşılaşacağını
açıklamaktadır. Destanın baş kahramanının tasvirine onun haç ile yaptığı
konuşmayla devam edilir. Üç defa eğilen haçın sözleri komutana sonun ne
olacağını açıklar:
Ottan az angyalok téged kézsen várnak,
Rendelt seregekben cherubinok állnak, Téged jobb kezére Atyámnak állatnak,
Veled eggyütt örökkén vigadni fognak.
Hozzám vészem imár az te szép lelkedet,
Magad is kivánod, s ,igy jobbnak esmerted; De hogy még fényessebb korona
fejedet Tisztelje, ím néked adok ily kegyelmet:
Martyromságot fogsz pogántol szenvedni,
Mert az én nevemért fogsz bátran meghalni. Zrini, hallgasd meg most, mit fogok
mondani, Im te jövendőidet fogok szamlálni.
Szulimán haddal jün az Magyarországra, És
legelőször is fog jünni váradra, Lensi, mint én farkas, fog te halálodra,
Hatalmát, erejét veszti Szigetvárra.
De ő nem fogja te romlásodat látni, Mert
vitéz kezeid miat fog meghalni, Sok ezer töröknek kell ottan meghalni, Akkor az
te lelked fog hozzám szállani.
De az te fiad, György, támasztja nemedet,
felserkenteni fényel tündőklö nevedet, mint phoenix hamubul költi nemzetségét:
Ugy okossággal ez megtartja hiredet
(Szörényi, 1993, II, 81- 86: 47). “Orada melekler seni hazır bekliyor,
Düzenli ordular halinde Kerubimler38 var,
Seni Tanrı’nın sağına koyacaklar,
Seninle birlikte sonsuza kadar cümbüş
yapacaklar Senin güzel ruhunu yanımda götüreceğim,
Bunu sen de istiyorsun ve bunun daha iyi
olacağını biliyorsun, Ama daha parlak bir taç koyacaksın kafana,
Ve seni bu şekil lütuflandırıyorum Paganlar
tarafından şehit edileceksin, Çünkü benim adım için yiğitçe öleceksin, Zrínyi
şimdi sana söyleyeceklerimi dinle,
Seni gelecekte ne bekliyor onları
söyleyeceğim.
Süleyman ordusuyla Macaristana geliyor, Ve
en önce senin kalene gelecek,
Senin ölümün için aç bir kurt gibi
saldıracak, Kudretini, gücünü Sigetvar’da kaybedecek39.
Ama o senin yıkılışını göremeyecek, Çünkü
senin yiğit ellerinden ölümü tadacak Binlerce Türkü orda öldüreceksin,
Daha sonra senin ruhun benim yanıma
çıkacak.
Ama oğlun György bıraktığın yolda
yürüyecek, Senin şanını daha da büyütecek
Zümrüdüanka kuşu gibi külden tekrar
yaratacak soyunu: Böyle zekice senin şanını devam ettirecek”.
38 Altı
kanatlı melek
39Bu dörtlükte Kanunî’nin ilk kuşatacağı
kalenin Sigetvar olacağı komutana önceden bildirilmiştir. Destanda bu görev Hz.
İsa’ya verilmişse de bu kişinin Aslan Paşanın katibi Yahya Yazıcının
Komarom komutanı János Pethő’ye gönderdiği
1 nisan 1566 tarihli mektup sayesinde öğrendiği
kesindir.
Bu sahneyle komutan, sonunun ölüm olacağını
bilerek mücadeleyi seçen bir destan kahramanı haline dönüşür. Haç, komutanın
öleceğini, Kanunî’nin ise buna sevinemeyeceğini; çünkü komutanın onu
öldüreceğini ve Osmanlı’nın gücünün Sigetvar’da biteceğini söylemiştir. Bu
nedenle komutan galip olarak ölecek ve cennet ile onurlandırılacaktır. Şair II.
bölümün sonunda destan konseptinin ana temelini oturtmuştur. Bu da Osmanlıların
sapkın Macaristan’a kesin bir zafer kazanma umuduyla harekete geçeceği, ancak
Tanrı’nın cezalandırdığı diğer günahkar Macarlardan farklı olan Komutan Zrínyi
ile karşılaşınca yenileceğidir. Destanın temel konsepti budur.
Şairin Osmanlı ordusunun Sigetvar’a
yönelişini anlatması gereklidir. Şair destanda bu konuyu Kanunî’nin sarayından
ve Sigetvar’dan hareketle iki yönde kurmuştur. Ayrıca şairin iki yönde gelişen
olayların baş kahramanlarını Sigetvar’da buluşturması da gerekmektedir. Bu da
II. bölümde Siklós’ta meydana gelen çarpışmadan sonraya bırakılmıştır.
Kanunî’nin Sigetvar’a yönelme nedeni olarak Siklos çatışması gösterilmiştir.
Siklós çarpışmasının sebepleri, Aslan
Paşa’nın Palota kuşatmasıyla II. bölümde hazırlanmış; bu çatışma Osmanlı
ordusunun Sigetvar’a yönelmesine neden olmuştur. Aslan Paşa’nın lüzumsuz
maceraperestliği ve yenilgisi, Kanunî’nin kendisini Budin paşalığından alarak
yerine Bosna Paşası Sokullu Mustafa’yı getirmesine yol açmış; Mustafa Paşa’nın
yerine ise Mehmet Gujlirgi atanmıştır. Mehmet Paşa’nın düşüncesizliği nedeniyle
kendisi ve askerleri Siklós’ta yaşamlarını yitirmişlerdir. Görünüşte önemsiz
olan Palota epizodu temelde planlı olarak destan kurgusuna eklenmiştir. Eğer
Aslan Paşa Palota’da yenilmeseydi kendisinin azli, Sokullu Mustafa’nın Budin
paşalığına getirilmesi ve Mehmet Paşa’nın Bosna
paşalığına atanması gerçekleşmeyecekti.
Ayrıca Mehmet Paşa Bosna’ya gitmek için yola çıkmasaydı Siklós çarpışması da
olmayacak ve Kanunî, Eğri üzerine yapacağı seferden vazgeçip Sigetvar’a
yönelmeyecekti. Sonuç olarak destanda Aslan Paşa epizodu olmasaydı, Sigetvar
kuşatması da olmayacaktı (Klaniczay, 1964: 163- 164).
Siklós çatışması, destandaki olayların
dönüm noktalarından biridir. Şairin, Kanunî’nin ve Komutan Zrínyi’nin
askerlerini çarpıştırdığı bu sahne Sigetvar’da olacakların provasıdır. Ayrıca
şairin Osmanlıların Sigetvar’a geliş sebeplerini anlatmak için kale
savunucularının yiğitliğinden, savaş azmi ve zafere olan inançlarından da
bahsetmesi gerekecektir.
Osmanlıların esas ordusunun Komutan Zrínyi
ile karşılaştığı VII. bölüme kadar şair, kale savunucularının bu devasa orduyu
yenebilecek güçte olduklarını, yetenek ve cesaretlerini okuyucuya aktarmalı ve
bunu inandırıcı kılmalıydı. Bu nedenle Siklós’ta Sigetvarlıların özgüvenlerini
arttırmış, Osmanlılarınkini ise zedelemiştir. Böylelikle Siklós çarpışması
destanda güç dengelerinin eşitlenmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca yine bu
çatışmayla Komutan Zrínyi karakteri daha da güçlenmiştir.
Destanda Mehmet Paşa’nın sorumsuzluğu,
kendine fazla güvenerek böbürlenmesi ve deneyimsizliği tüm Osmanlı
komutanlarına mâl edilmiş ve bu nedenle Osmanlı’nın yenilebileceği inancı
uyandırılmıştı. Siklós Beyi İskender Paşa’nın Sigetvarlılara karşı Mehmet Bey’i
uyarması ve onu kale içinde konaklamaya iknaa çalışması Mehmet Bey’i
etkilememiş ve bu da onun ve askerlerinin destandaki sonunu hazırlamıştır.
Şair, Siklós çatışmasıyla Sigetvarlıların gücünü göstermeyi başarmıştır.
Komutan Zrínyi, Siklós çarpışmasından sonra IV. bölümde askerlerine şöyle
seslenmektedir:
Ihon ellenségünkön jár az mi lábunk,
Látjátok, Istennek irgalma van rajtunk.
Vegyünk ezt őtüle nagy háládó szüvel,
Szolgáljunk is őnéki minden erőnkkel; Most az mit cselekednünk hagyott ezekkel,
Megengedi talán nagyobb ellenséggel(Szörényi,
1993,IV,15-16:6-67). “Şimdi burada düşman cesetleri ayaklarımızın altında,
Gördüğünüz gibi Tanrının rahmeti üstümüzde.
Bu rahmeti Ondan büyük bir şükranla alalım,
Ve O’na bütün gücümüzle hizmet edelim; Bu düşmanı yenmemizi sağlayan Tanrı,
Daha büyük düşmana karşı da başarılı
olmamıza izin verir”.
Komutan, bu sözleriyle askerlerini
psikolojik olarak savaşa hazırlamaya çalışır. Böylelikle zafer hissiyle
doldurulan askerlerde Osmanlıları yenebilecekleri hissi uyandırılmaya
çalışılmaktadır.
Siklós çatışması, destanın I. bölümde
Macarlar ve Macaristan hakkındaki eleştirinin Sigetvarlılar için geçerli
olmadığını ortaya koymuştur. Şair, sapkın Macaristan ve kahraman Sigetvarlılar
arasındaki belirgin farkı eserinde pek çok kez işlemiştir. Kalede anarşi ve
bölünme yerine birlik ve düzen vardır. Kale savunucuları tek bir vücut şeklinde
hareket etmektedirler. Macaristan’ın başında bir yönetici yokken bu küçük
kaledeki grubun başında seçkin bir komutan bulunmaktadır. Aslan Paşa’nın
mektubunda da iddia ettiği Nincs köztök hadtudó (Macarlar arasında iyi komutan
yok) sözü ise Komutan Zrínyi için geçerli değildir. Zrínyi, Siklós’ta temkinli
ve dikkatli bir şekilde hareket eden, V. bölümde de büyük bir ihtimamla
kalesini savunmaya hazırlayan iyi bir komutan olarak geçiyor. Savunma için kale
duvarlarını sağlamlaştırır, yiyecek stoklar, savaş teçhizatını kontrol eder,
yangın söndürme aletlerini getirtir, silah ve barutu askerleri arasında
bölüştürür (Szörényi,
1993, V, 64- 66: 88). Eserde, Komutan Zrínyi
her şeyi düşünen ve her konuda düzenli ve bilinçli bir şekilde savunmaya
hazırlanan bir komutandır. Zrínyi’nin bu kadar iyi bir komutan edasında
görünüşü Kanunî’nin büyüklüğüne yakışır bir düşman olabilmesi içindir.
Teşkilatlanma açısından kale savunucularının da Osmanlı ordusundan geri kalır
yanı yoktur. Hepsi disiplinli ve itaatkardır. Komutanlarının her emrini itiraz
etmeden yerine getirerek âdeta bir makine gibi çalışırlar (Szörényi, 1993, V,
68: 89). Yani düzen, itaat ve mükemmel komuta Osmanlı ordusunda olduğu gibi
kale savunucularında da vardır. Bu oldukça önemli bir ayrıntıdır. Zira Kanunî
sefere çıkmadan önce yaptığı konuşmada seferin başarılı geçeceğini, çünkü
Macarların arasında birlik olmadığını vurgular ve aksi bir durumda sonucun
şüpheli olduğunu konuşmasına ekler:
Igaz, nem tagadom, ha egyesség volna-
Köztök, bizony, nekünk nagy gondokat adna Az egynéhány magyar, és
megcsorbitaná,
Fényös koronánkat, talán megrontaná
(Szörényi, 1993, I, 57: 28). “Eğer aralarında birlik olursa bize büyük sorunlar
Yaşatacaklarını ,
Birkaç Macar’ın, ve zarar vereceğini
Büyük tacımıza belki de yıkacaklarını inkar
etmiyorum”.
Elbette ki, bu küçük kalenin birliğinin ve
düzenin ondan kat kat güçlü Osmanlı ordusuyla boy ölçüşemiyeceği kesindir.
Ancak, destanda Sigetvarlıların Mehmet’e ve hatta Almás deresi civarında Osman
(Ozmán) Bey’in ordusuna karşı gösterdikleri başarı ve mücadele azmi onların
Osmanlı askerlerinden daha üstün ve bilgili olduğunu göstermektedir. Ancak bu,
Osmanlı’yı yenmeye kâfi değildir. Sigetvarlıları sadece küçük çarpışmalarda
galip göstermek de yeterli değildir. Şairin her iki gücü de denk tutabilmesi
için Sigetvarlıların Osmanlıların esas ordusuna yani
Kanunî’nin komuta ettiği orduya karşı da
üstünlük sağlaması gereklidir(Klaniczay, 1964: 170).
Eserde, Sigetvarlılarda bulunan birlik ve
disiplin Osmanlı ordusundakinden farklıdır. Şair, Osmanlı ordusundaki gücün
kaynağına II. bölümde Kanunî’nin özelliklerini sıralarken değinmiştir. Burada
Kanunî’nin vasıfları sıralanırken onun tek hatasının acımasızlığı olduğu
söylenmektedir. Bu bölümde Kanunî’nin acımasızlığı hiçbir şey ifade etmezken,
destanın ilerleyen bölümlerinde bunun başarısızlık için yeterli bir sebep
olduğu ortaya çıkacaktır.
Merhametsizlik kavramının (kegyetlenség) ,
eski Macar şiirlerinde despotlukla aynı anlamda kullanıldığı görülmektedir.
Eserde Osmanlı’nın gücünü işte bu despotluk sağlamaktadır. Süleyman’ın çelik
gibi iradesi ve hiçbir konuda itiraz kabul etmemesi orduyu disiplin altında
tutmaktadır. Bu düzen ve disiplin altında aslında Kanunî’ye karşı duyulan korku
yatmaktadır. Bu korku da aslında düzenin ve disiplinin zayıflığını
göstermektedir (Klaniczay, 1964: 114- 115).
Sigetvarlılar arasındaki düzen ve disiplin
destanda çok daha farklı anlatılmıştır. Bu disiplinin temelinde ortak bir amaç
için birleşme ve komutan-asker arasındaki karşılıklı güven vardır. Özellikle
IV. bölüm bize bu disiplinin temelinde yatan etkenleri gösterebilir. Bu bölümde
Komutan Zrínyi yalnızca savaşta ön saflarda yer almamakta, aynı zamanda
askerleri için endişe etmekte, ölenlerin arkasından üzülmekte, esir düşen
askerlerini değiş tokuş yoluyla tekrar özgürlüklerine kavuşturmakta ve en
önemlisi askerlerinin gönlünü almaktadır:
Zrini vitézeket mint jó szüvel tartja, Kire
köszön jó bort aranyas kupába,
Dicsérvén, viselte hogy jól magát harcban;
Kit szóval apolgat megajándékozván
(Szörényi, 1993, IV, 38: 71).
“Zrínyi altın kupada iyi şarap sunduğu
yiğitlerine iyi davranıyor, Savaşta iyi olduklarını söyleyerek onları övüyor,
Sözleri, onları iyileştiren
Gönüllerini alan birer hediye oluyor”.
Komutanın, Osmanlı elçilerini bütün
askerlerinin önünde kabulü de asker- komutan arasındaki ilişkinin samimiyetini
ve güveni göstermesi açısından önemlidir. Halil Bey’in kalenin teslim edilmesi
için sunduğu tekliften sonra kale askerleri arasında uğultular başlar:
Jól esméri Halul, hogy nekik unalmas
Az ilyen követség és az vármegadás
(Szörényi, 1993, VI, 37: 98). “Halil bu şekilde elçi giderek kaleyi istemenin
Onları kızdırdığını çok iyi biliyor”.
Bunun ardından Komutan Zrínyi askerlerinin
gözünün içine bakar, daha sonra Halil Bey’e dönerek konuşmaya başlar ve ne
Osmanlı’nın dostluğunu istediğini ne de kaleyi vereceğini söyler (Szörényi,
1993, VI, 39- 47: 98- 99). Komutan askerlerinin gözlerine bakarak onların ne
istediğini anlamış, ardından da elçiye cevabını bildirmiştir.
Sigetvar savunucularının tasviri, V.
bölümdeki ordu teftişinde en üst seviyeye çıkar. Sigetvar kuvvetlerinin
betimlemesinin bu kadar geç yapılması anlaşılır bir nedendir. Zira Komutan,
Osmanlı ordusunun Sigetvar’a karşı sefere hazırlandığından
I. bölümde haberdar olmuş ve o an
Sigetvarlıları bekleyen tehlikenin dünyevi gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle
şairin ordu teftişini ve betimlemesini bu bölümde yapmasının nedeni
Sigetvarlıları Kanunî’yi karşılamaya hazır, görev bilinci, inanç ve savaşma
arzusuyla dolu olarak göstermek istemesidir. Bu amaç doğrultusunda ordu
teftişini bağlılık yeminiyle birleştirir ve
böylelikle Sigetvarlıları yurt sevgisi ile dolu kişiler olarak karşımıza
çıkarır.
Sigetvarlıların gücünün en büyük kaynağı
“gerçek davaları” olarak gösterilmektedir. Komutan Zrínyi askerlerine yaptığı
konuşmada “gerçek davanın” ne olduğunu şöyle açıklar:
Harcolnunk peniglen nem akarmi okért Kell,
henem keresztény szerelmes hazánkért, Urunkért, feleségünkért, gyermekinkért,
Magunk tisztességéért és életünkért
(Szörényi, 1993, V, 27: 83). “Ölesiye savaşmamız gerek, herhangi bir amaç için
değil Hıristiyanlık için, güzel yurdumuz için,
Kralımız, karımız, çocuklarımız için, Kendi
onurumuz ve hayatımız için”.
“Gerçek dava” yurt savunması olarak
gösterilmektedir. Magyari’nin haklı savaştan bahsettiği düşüncesi çok iyi işlenmiş
şekilde Szigeti Veszedelem’e de yerleştirilmiştir. Komutanın askerlerine
yaptığı konuşma da bu düşünceyi çağrıştırmaktadır. II.bölümde çarmıhın
üzerindeki Hz. İsa suretinin komutana söylediği “Tanrı’nın kendisine daima
yardım edeceği” (Szörényi, 1993, II, 79: 46)şeklindeki sözünü tüm askerlerine
yaymakta ve haklı davalarında Tanrı’nın kendilerine yardım edeceğini
söylemektedir. Tanrı yardımı karşısında Osmanlı ordusunun büyüklüğü de bir şey
ifade etmeyecektir:
81).
Minden reménsége ez sereg sokaság, Hatamla,
ereje szántalan jancsárság,
Esztelen, ki veti ilyből reménségét,
Utoljának tartja az Isten kegyelmét; Elrontja haraggal Isten reménségét,
Lovassát, gyalogját s röttentő fegyverét
(Szörényi, 1993, V, 7- 8: 80-
“Tüm umudu ordusunun çokluğu ve gücü,
Sayısız yeniçerilerin gücü,
Bundan medet uman akılsızdır, Tanrının
kudretini ikinci plana atıyor, Tanrı onun tüm umudunu yok eder,
Süvarilerini, piyadelerini ve güçlü
silahlarını”.
Komutan Zrínyi askerlerine bu tarz
ifadelerle Osmanlılardan korkmaya gerek olmadığını göstermeye çalışmaktadır.
Askerlerini cesaretlendirmek için büyük Osmanlı ordusundan ve Kanunî’den şöyle
bahseder:
Az is minekünk nagy tisztességünkre van,
Hogy maga ellenségünk szultán Szulimán; Kit mi ha meggyőzünk, mint reménségünk
van,
Világbiró császárt meggyőztük az harcban
(Szörényi, 1993, V, 26: 83). “Bu da bizim için bir onur,
Çünkü düşmanımız Sultan Süleyman; Umut
ettiğimiz gibi onu yenersek,
Dünya Fatihi’ni savaşta yenmiş olacağız”.
Ya da
Mindenfelől ránk néz az nagy kereszténység,
Mi vitéz kezünkön van minden reménség
(Szörényi, 1993, V, 24: 83). “Bütün Hıristiyanlığın gözü üzerimizde,
Tüm umutları bizim yiğit ellerimize bağlı”.
Hıristiyan dünyanın umutlarını Sigetvar’a
bağlaması kale savunucularının önemini daha da arttırmıştır. Kazandıkları
takdirde büyük onur sahibi olacaklardır:
Mostan megnevelnünk kell az mi hirünket,
Avagy tisztességgel végeznünk éltünket; El nem rontja üdő cselekedetünket,
Valamig világ lesz, és lát ember eget
(Szörényi, 1993, V, 25: 83).
“Şimdi bizim ünümüzü arttırmamız, Ya da
şerefimizle ölmemiz gerek;
Dünya döndüğü, insan gökyüzünü gördüğü
sürece, Zaman yaptığımızı silemeyecek”.
Şair, Sigetvarlıların savaş yeteneklerini,
birbirlerine olan bağlılıklarını ve Osmanlı ordusuna göre daha sağlam bir
birlik oluşturmalarını III. ve IV. bölümlerde gösterdikten sonra, Sigetvar
komutanının konuşmasıyla onları ulusal ve üniversal Hıristiyanlığın
temsilcileri arasına sokmuştur. Şair akılcı üslûbuyla bir avuç Sigetvar savunucusunu
destansı bir yazgıyı taşıyabilecek kadar yetenekli göstermiştir. Şair Zrínyi
II. bölümden başlayarak adım adım Sigetvarlıların özelliklerini genişleterek
büyütür. Nihayet V. bölümde istediği kurguyu oturtur. Komutanın askerlerine
yaptığı ve onların da dinlediği konuşma ve bundan sonra da bu mükemmel
perspektif ışığında en iyi askerlerin birer birer ortaya çıkması, şairin bir
sanat ustasına yakışır sunuşudur (Klaniczay, 1964: 170- 171).
Komutanın konuşmasından sonra subaylar
bağlılık yemini için Zrínyi’nin önüne gelirler. Kalenin büyük meydanında
askerler yemin için hareket ederlerken şair de onları bir bir okuyucuya
tanıtmaktadır. Şair bu ordu teftişi sırasında daha önce Osmanlı ordusunu
anlatırken kullandığından daha farklı bir yöntem uygulamakta; dikkati kalabalık
üzerine değil, kişiler üzerine çekmektedir. Zira burada her komutanın arkasında
20-30 bin değil, topu topu 100-200 asker yürümektedir:
Volt Farkasics Zrininek főkapitányja, Ő serege
kétszáharminckettő vala, Mindeniknek páncér, karyas és sisakja;
Mindnyájan fölszóval igy esküsznek vala.
Mihant férle álla az vitéz kapitán,
Jün százötven karddal Novákovics Iván;
Haragos tigrisnek vagyon bőr az hátán, Kegyetlen sastoll van szegezve paisán.
Novák Debeljáknak nemzetiből való,
Cselekedeteivel is bizony hasomló, Törött lába alatt sokszor török zászló,
Hevert ő alatta sok török, sok holt ló.
Száz meztelen szablyát Dandó hoz ez után,
Maga van elttök, jár mint egy oroszlán, Ez is ugy esküvék, férle álla osztán,
Utána érkezék százzal Orsics István.
Ennél nem szülhetett anya mérészebbet, Erős
testtel biró sem termetessebbet,
Azt tudnád, hogy Márs jár, mikor látod
őtet, Sokszor szemeivel törököt kergetett.
Jün Szecsődi Máté, nagy tarka kecsével
Befödözve magát, és páncér fegyverrel, Nagy meztelen pallost tart erős kezével;
Megesküvék ez is száz erős legénnyel.
Hát Alapi Gáspár négy ötven szablyával Jün,
van befödözve párducnak hátával, Vitéz mórda ékes szép daru tollakkal,
Bővölkedik vitézséggel s okossággal.
Jüsz te is, kegyetlen Radován ándrián, Mert
urad kiváltott az olaj-bég sarcán, Higgyétek, nem fénebb ennél az oroszlán,
Mikor török seregben keveredve van.
Küldött már hatszázat törööt polkoban,
De még küld ezeret, van ollyan szándékban,
Száz sev vagyon testén, mellyet nyert harcokban, Nem régen legtöbbet, hogy esék
fogságban.
Ihon Stipán Golemi rettentő testtel Lépik,
mint egy halom, rettenetességel; De enek nem árhatni soha fegyverrel,
Mert keményebb bőre vasnál s kemény kűnél.
Im Bata Péter is deli çltözettel
Jün eggyütt haragos Patatics Péterrel,
Papratovics Farkas jün könnyü testével; Ez mindenik vala száz-száz jó
legénnyel.
Maga Kobács Miklós kétszáz legényt vezet,
Mert hadnagy Cserei Pál társa elveszett, Bizony ezeret is ez méltán vézethet,
Mert ravaszabb nálánál hadban nem lehet.
Jün Balázs deák is nagy Győri Mátyással,
Medvei Benedek hatalmas Bikával, Mondom, bizony hatalmas Bika Andrással, Ki
lovat s törököt öl csak egy csapással.
Geréci Berta is ötven legént vezet, Mert
többi Olaj bék keze miát veszett; Maga is Geréci fején sebesedett Legutolsó
harcon, kiben basa veszett.
Juranics Lőrinc is zászlótartó vala, De nem
régen történt vajdája halála, Azért érdeméért tevék most vajdává, Mert sok
vitézségét harcokon mutatá.
Iffiu Juranics, melynél szebb iffiat Soha
az nap szeme világon nem láthat, Vezet maga után ez két ötven szablyát,
Orostoni Péter utánna más százat.
Hoz Horvát Raivoj száz legényt ez után,
Eztet százzal követi Bajoni Iván;
Guszics András százzal az ő nyomába van, Ez
megtartá Zrin-várát töröktül bátran.
Ihon Deli Vid is, törökök ostora (Mert
tanitja üket gyakor szaladásra), Jün maga ez utól hatalmas leventa, Véle jün
haragos ötször ötven szablya:
Kevés hasomlitanom ezt oroszlányhoz, Mert
hasomló hadverő haragos Márshoz;
Látszik az szemén is, hogy halált s lángot
hoz, Ez négy ölni vas dárdát kezében hordoz.
Selyem páncér ünggel öltöztette testét,
Nagy nyusztbör kápával belödözte fejét, Azon kerecsen szarny mutatja szépségét,
Egy nagy nehez paizs sulyositja kezét.
Nagy mamuz az lábán kemény földet szántja,
Kemény fringia-kard oldalát támasztja;
Ez volt szigeti leventáknak virágja, Bölcs,
erős, gyors, haragos, mikor akarja.
Ezek mind esküvének szigeti grófnak,
Hogy véle az várban meghalni akarnak
(Szörényi, 1993, , V, 39- 63: 85- 88), Konudan kopmamak için dörtlüklerin
Türkçesini bir arada vermeyi uygun
bulduk.
42- “Farsics Zrínyi’nin başkumandanı idi,
Onun ordusu 232 kişi idi,
Hepsinde kalkan, zırh ve kargı vardı; Hepsi
birden yüksek sesle yemin ettiler.
43- Yiğit komutan doğrulur doğrulmaz, 150
kılıçla Ivan Novakovics gelir; Sırtında yırtıcı kaplan postu var,
Kalkanında ise acımasız kartalın tüyleri
takılı. 44- Debelja Novak’ların soyundan geliyor, Yaptıklarıyla da kesinlikle
onlara benziyor,
Ayakları altında çok Türk bayrağı kırıldı,
Onun ayakları altında çok Türk, çok ölü atı
ezildi.
45- Bunun arkasından 100 çıplak kılıçla
Dando geliyor, Kendisi bunların başında, bir aslan gibi yürüyor,
O da dizinin üstünde yemin ediyor,
Arkasından 100 kişiyle Orsics geliyor.
46- Bundan daha cesurunu analar doğuramadı,
Bundan daha güçlü yapılısını ise hiç,
Onu gördüğünde sanırsın ki Mars yürüyor,
Birçok kez bakışlarıyla bir çok Türk’ü afallattı.
47- Máté Szecsődi büyük geliyor renkli
keçesine Sarılmış halde, ve zırhlı silahla,
Çıplak büyük kılcını taşıyor elinde,
O da yemin ediyor 100 güçlü yiğidiyle.
48- Gáspar Alapi 200 kılıcıyla geliyor,
Sırtı leopar kürküyle örtülü,
Yiğitliğin simgesi turna telleriyle süslü,
Yiğitliğiyle ve zekasıyla gurur duyuyor.
49- Sen de geliyorsun acımasız Andrián
Radován, Çünkü komutanın seni alay beyi ile takas etti, İnanın aslan bunun
kadar belalı değil,
Türk ordusuna daldığı zaman.
50- 600 Türkü cehenneme gönderdi,
Ama daha 1000 tane daha gönderme niyetinde,
Vücudunda savaşlarda aldığı 100 yara var, Çoğunu da esir düştüğünde almıştı.
51- Şimdi de devasa cüssesiyle Golemi
Stipán Yürüyor, iriliğiyle andırıyor bir tepeyi,
Onu silahla yaralamak imkansız,
Çünkü derisi taştan ve demirden daha sert.
52- Şimdi de doğulu kıyafetiyle Péter Bata
Birlikte geliyor onunla yırtıcı Péter Patatics, Farkas Papratovics geliyor
hafif cüssesiyle; Ve hepsi geliyor 100- er yiğidiyle.
53- Miklós Kobács 200 yiğidinin başında,
Çünkü arkadaşı Pál Cserei öldü,
1000 kişiye komuta edebileceği kesin, Çünkü
savaşta ondan daha kurnazı olamaz.
54- Yazıcı Balázs da geliyor büyük Mátyás
Győri ile, Benedek Medvei devasa Bika ile,
Tam söylemek gerekirse András Bika ile,
Ki, o bir vuruşta Türk’ü atıyla beraber
öldürüyor. 55- Berta Geréci 50 yiğide komuta ediyor,
Çünkü geri kalanını alay beyi öldürdü;
Geréci’nin kendisi de son çarpışmada, Kafasından yaralandı, paşanın öldüğü
çarpışmada.
56- Lőrinc Juranics de bayraktar idi,
Voyvodası öleli fazla olmadı,
Onun erdemi için onu voyvoda yaptım, Çünkü
savaşta çok yiğitlikler gösterdi.
57- Genç Juranics, böyle yakışıklıyı Dünya
gözüyle kimse görmedi, Arkasında 100 kılıca komuta ediyor,
Arkasındaki Péter Orostoni ise başka bir
100- e.
58- Hırvat Radivoj da arkasında 100 yiğit
getiriyor, Bunu 100 kişiyle Iván Bajoni takip ediyor;
Onun tam arkasında 100 adamıyla András
Guszics geliyor, O Zrin kalesini Türklere karşı kahramanca koruyandır.
59- Şimdi de Deli Vid Türklerin kırbacı
(çünkü kendini onlara ani saldırılarıyla tanıttı), Son olarak o geliyor devasa
yiğit, Beraberinde 250 öfkeli kılıçla.
60- Onu aslana benzetirsem az olur, Çünkü
öfkeli savaşçı Marsa benziyor;
Gözlerinde de ölümü ve ateşi getirdiği
görülüyor, 4 kulaçlık demir mızrak elinde taşıyor.
61- Vücudunu iyi dokunmuş zırhlı yelek
sarıyor, Kafasını ağaç sansarı kürkü örtüyor,
Onun güzelliğini şahinin kanat tüyü
tamamlıyor, Büyük, ağır bir kalkan elini ağırlaştırıyor.
62- Ayağındaki büyük mahmuz yeri sarsıyor,
Belinde Frenk kılıcı asılı;
O Sigetvar’daki leventlerin en iyisi,
İstediğinde hepsi oluyor; onurlu, hızlı,
güçlü öfkeli. 63- Bunların hepsi Sigetvar kontuna onunla
Kalede ölmeye yemin ederler”,
Şair Miklós Zrínyi bu küçük grubun savaş
yeteneğine tek bir mecazla değinerek askerleri kişileştirilmiş silah olarak
göstermektedir:
Jün százötven karddal Novákovics Iván
(Szörényi, 1993, V, 43: 85); “150 kılıçla geliyor Iván Novákovics”,
Şairin iki ordu arasındaki güç dengesini
oluşturabilmesi için bir Macar askerini yüz Osmanlı askerine denk düşürmesi
gerekti. Bunun temelini de III. bölümde Komutan Zrínyi’nin Siklós çatışmasından
önce askerlerini yüreklendirmek için yaptığı konuşmada atmıştır:
Mindenitek ollyan, egy országos hadnak,
Tudna parancsolni, s szüvet adni másnak
(Szörényi, 1993, III, 42: 53). “Hepiniz bir ülkenin ordusunu yönetebilecek
Ve başkalarına cesaret verebilecek kadar
iyisiniz”.
Bu mısralarla şair Sigetvarlıların her
birinin komutan niteliği taşıdığını vurgulamaktadır. Bağlılık yemininde yapılan
konuşmada ise bu askerlerin şanıyla yer gök inleyecek, denizler titreyecek ve
bunlar dünya döndükçe hatırlanacaktır (Szörényi, 1993, V, 5- 35: 80- 84).
Şair, 21 Sigetvarlı subayı birer birer
karakterize eder. Aslında aynı karakteri tanıtmakta, ancak aynı şeyleri
tekrarlamamakta ve nitelendirmeyi çeşitlendirmektedir. Karakterize edilen
kişiler tek tek bireyselleşir. Dış görünüşleri korkutucudur ve hepsi müthiş
güce sahiptir. Her biri çeşitli çarpışmalarda Osmanlı’nın yenilebileceğine
şahit olmuş kişilerdir. Onları Macaristan’dan çıkarabileceklerine
inanmaktadırlar. Şimdi de Sigetvar askerlerinden birkaçını inceleyelim.
Iván Novákovics, sırtında “öfkeli” kaplan
postu ve kalkanında işlenmiş kartal tüyü olan, birçok Osmanlıyı öldürmüş
acımasız biridir (Szörényi, 1993: 85). Bir aslan gibi yürüyen Dandó ise ondan
daha korkutucudur (Szörényi, 1993: 85). Yapılı bir vücudu olan, görenlerin
sanki Mars yürüyor dedikleri ve birkaç kez Osmanlı askerlerini kovalayan István
Orsics gibi bir yiğidi ise daha analar doğurmamıştır (Szörényi, 1993: 85).
Radován ise 600 Osmanlıyı öldürmüş ve bin tanesini daha öldürmek isteyen,
katıldığı savaşlar nedeniyle vücudunda yüz yara bulunan bir karakterdir
(Szörényi, 1993: 86). Kendisine hiçbir şekilde zarar verilemez Golemi Stipán’ın
mistik görünümü ise halk masallarındaki kahramanları hatırlatmaktadır
(Szörényi, 1993: 86). Komutandan sonra gelen en önemli kişi olan Deli Vid ise
Sigetvar’daki yiğitlerin en iyisidir. Gözünden bile ölüm ve ateş fışkırır (Szörényi,
1993: 87- 88). Şair VI. bölümün sonunda Almás çayı yakınındaki çarpışmada
savaşırken Deli Vid’i anlatmaya devam eder. Bu bölümde, Deli Vid nehrin karşı
kıyısına tek başına geçer ve yine tek başına Osmanlı askerlerinin arasına
dalarak tüm orduyu dağıtır (Szörényi, 1993, VI, 70- 71; 83- 93; 101- 114: 103-
104; 105- 106;
107- 109).
Bu tasvirle Sigetvar savunucularının
tanıtımı tamamlanmış olur. Şair, her iki ordunun gücünü olağanüstü büyük
göstererek okuyucunun Sigetvar kuşatmasını ulusların savaşıymış gibi
hissetmesini sağlamaya çalışır. Bunu da Osmanlıların asker sayısını olduğundan
çok fazla göstererek ve kale savunucularının en seçkinlerini olağanüstü
özelliklerle bezeyerek yapmaya çalışır.
Şair, iki ordu arasındaki güç dengelerini
eşitlerken, yani az sayıdaki Sigetvarlıyı güçlendirdiği ve her birini birer
kahramana dönüştürdüğü sırada, Osmanlı askerleri arasında korku ve endişeye yer
verir. Böylece az da olsa Osmanlının sayısal çokluğunu önemsizleştirir. II.
bölümde şair, Osmanlıların komutanın isminden bile korktuğunu söyler (Szörényi,
1993, II, 61- 62: 44). III. bölümde İskender Bey’in sözleri şairin bu
betimlemesini onaylar niteliktedir (Szörényi, 1993, III, 10- 15: 49). İskender
Bey ve uçkalelerdeki Osmanlılar Komutan Zrínyi’den korkmaktadır. Mehmet
Paşa’nın Komutan Zrínyi tarafından öldürüldüğü duyulduğunda bu korku daha da
artmıştır, hatta Kanunî bile irkilmiş ama soğukkanlılığını koruyarak korkusunu
belli etmemiştir (Szörényi, 1993, IV, 55: 53) Bu korku, iki atın neden olduğu
kargaşada 3 bin Osmanlının birbirini öldürmesiyle doruk noktaya çıkmıştır
(Szörényi, 1993, IV, 81- 102: 76- 79).
Bu korku ve endişe komutanlar arasında dahi
hissedilmeye başlanır. Şair destanda Kadılıasker’in (Szörényi, 1993, IV, 67:
74) ve Sokullu Mustafa Paşa’nın (Szörényi, 1993, IV, 66: 74) Osmanlı ordusunda
Kanunî’den sonra gelen en önemli iki şahsiyet olduğunu vurgular. Ancak bunlar
dahi durumdan endişe etmektedir. IV. bölümde koyunların kurban edilmesi yoluyla
fala bakılırken verilen uğursuz haber her ikisini de ürkütmüştür. Sadece Kanunî
azminden ve kararlılığından bir şey kaybetmeyerek kötü kehaneti iyiye
yormuştur:
Ezer juhat vágata puszta mezőben
Kadilescher, s eggyet sem hagya bőrében; Ez vala szultánnál igen böcsületben,
Mert vala ő főpap és érsek hitekben.
Szálla sok sas földre, s az barmot ellepé,
Rút horgas orrokkal azt szaggatni kezdé; Szántalan sok holló kákog mindenfelé,
Tolvaj kánya, lopó héja van keverve.
De csudát én tinéktek mondok ezennel: Ihon
jün egy nagy sas haragos körmével, Hasomlit ördögöt feketeségébel,
Bialt nagyságábal s rettenetességgel.
Háromszor kerülé szárnyon az juhokat,
Szárnyait mozgatván, mint gállyavitorlát; Végre aláforditá sebes sugárát,
Elkergeté, üzé mind az madarakat.
Mikor már egy sem volt, akkor ő leszálla,
Az sok dög között kegyetlenül sétála;
De ő csak egyiket is meg nem kostolá, De
egy sötét fölyhőben eltünik vala.
Kadilescher ezen igen megijedett, Tudja,
jövendője enek nem jó lehet. Igy szóllitá meg Szokolovics Mehmetet:
“Hajts meg, uram hajts meg szómra te
füledet. Noha néked nékem sokat nem kell szólnom,
Mert ezt az jövendőt általérted, tudom:
Menésünket Szigetre én nem javallom, Mert madarak által Isten tiltja, látom.
Látád, saskesellő mint üzé aprókat,
De még az sem bántá az nyuzott juhokat.
Bizony ez jelenti az császár haragját Miránk, hogy meg nem veheti Szigetvárát.
Üzni fog bennünket erővel ostromnak, Fogunk
futni előtte, mint hollók sasnak; Magának sem mondhatok jót az császárnak, Mert
elveszténk ködben röpülését sansak.
Mikor Egervárra hamaliát hántunk, Ugy
mutatta, valamint kivántuk magunk: Egervárban ülni fog az mi császárunk,
Magunk is szerencséssen mindnyájan járunk.”
Mind ezeken sem ijedt az nagy Szulimán,
Mutat bátor orcát Mehmetnek sátorban; Szüvében nem tudom, ha mint szájával van,
De bal jövendőket nevet meggugolván.
“Mi ugy cselekedjünk (monda az Mehmetnek),
Mint tudunk legjobban, s mint vitéz emberek, Többit akaratjára hagyjuk
Istennek,
Éhtelen madarak minket nem ijesztnek. De mi
számunkra jobb jövendő nem lehet: Tudd-é vitéz szolgám, Szokolovics Mehmet,
Miért az sok madár az dögbe nem evett?
Vár keresztény testből mert hamar jobb
étket.
Holnap, ha Isten egésségünket adja, Légyen
kézsen mindennek nyeregben lova, Induljon Istennek szerető tábora,
Vagyon Mahometnek mireánk nagy
gondja(Szörényi,1993,IV,67-80: 74-76).”
67- “Kadılıasker 1000 koyunu düzlük ovada
kestirdi Ve hepsinin derisini yüzdürdü;
O Süleyman’ın katında çok değerliydi
Çünkü o dinlerine göre en büyük din
adamıydı.
68- Bir çok kartal yere konar ve
hayvanların üstünü kaplar, Çirkin gagalarıyla didiklemeye başlarlar;
Sayısız kuzgun her yerde gaklar,
Hırsız çaylak, soyguncu kuzgun birbirine
karışmış. 69- Ama size şaşılacak şeyi söyleyeyim:
Korkunç pençesiyle büyük bir kartal gelir,
Siyah rengi zebanileri andırıyor,
Büyüklüğüyle ve korkunçluğuyla öter.
70- Üç defa koyunların üstünde döner,
Kadırga yelkeni gibi kanadını çırparak; Daha sonra keskin bakışlarını yere
diker, Tüm kuşları dağıtır, hepsi kaçar.
71- Bir tane bile kalmayınca aşağı iner,
Sayısız koyun ölüsü arasında dolaşır; Ama birine bile dokunmaz,
Büyük bir kara bulut arasına girerek
kaybolur.
72- Kadılıasker bunu görünce ürkülür, Bunun
kötüye işaret olduğunu bilir. Sokulu Mehmet’e şöyle der:
“Beyim sözlerime kulak ver, dinle.
73- Gerçi sana fazla bir şey dememe gerek
yok, Bunun ne anlama geldiğini anladığını biliyorum: Sigetvar’a yönelmemizi
tavsiye etmiyorum,
Çünkü kuşlar aracılığıyla Tanrı bunu
yasakladığını gösterdi biliyorum.
74- Kartalın diğerlerini nasıl kovduğunu
gördün, Ama hiçbir koyunun etine dokunmadı.
Bu kesinlikle kaleyi alamadığımız için
Sultanın bize olan öfkesini simgeliyor.
75- Bizi kuşatmayı yapmaya zorlayacak,
Biz önünde kuzgunların kartaldan kaçtığı
gibi kacacağız Sultanın kendisi için de iyi bir şey diyemem,
Çünkü sislerin arasında kartalı kaybettim.
76- Eğri kalesi için fal baktığımızda,
Dilediğimiz gibi görünmüştü: Sultanımız Eğri’yi fethedeceğini,
Bizim de bunu görebileceğimizi görmüştüm”.
77- Tüm bunlara Süleyman hiç irkilmedi bile, Mehmet’e cesur göründü çadırında;
Kalbinde ne hissediyordu bilmiyorum ama,
Falın kötüye çıkmasına alaylı alaylı güldü
78- Mehmet’e şöyle der: “biz bildiğimizin
En iyisini yaparız tıpkı yiğit insanlar gibi, Kalanını Tanrı’nın takdirine
bırakırız, Tok kuşlar bizleri hiç korkutmaz.
79- Ama bizim için bundan daha iyi bir fal
çıkamaz: Benim yiğit adamım Sokulu, biliyor musun ki,
Kuş neden koyundan bir parça bile yemedi?
Daha lezzetli olan Hıristiyan etini bekliyor.
80- Eğer Tanrı sağlık verirse yarın, Tüm
atlar eyerli olsun,
Tanrı’nın gözde ordusunu harekete geçir,
Hz. Muhammed bizimle olsun.”
Ayrıca Osmanlı elçisi Halil Bey, Komutan
Zrínyi’yi kaleyi teslim etmesi için iknâya çalıştığı bölümde “Tanrının emrini
getirdiğini” söylemektedir. Bu da I. bölümdeki Tanrı’nın Osmanlıları göndermesi
olayını hatırlatmaktadır. Şair, komutan Zrínyi’nin misyonunu korumak adına
Osmanlının Tanrısal misyonunu ortadan kaldırma ihtiyacı duymuştur. Osmanlının
misyonu Tanrı’nın isteğiyle Macarları cezalandırmak; Komutan Zrínyi’ninki ise
kendini feda ederek Macarları uyandırmak, işledikleri günahlardan vazgeçirmek
ve onları birleştirmektir. Şair, Osmanlının misyonunu elinden alarak Tanrının
da Macarların yanında yer almasını sağlamıştır. Artık Macarlar Osmanlıdan az
olmasına rağmen onlardan çok daha üstün duruma gelmiştir.
Komutan, elçi Halil beyin “Tanrının emrini
getirdim” sözlerine karşı komutan şu cevabı vermiştir:
De ha büneinkért az Isten bennünket Megvér,
s kezetekben adja életünket: Meghalunk örömest, de ti elvesztünket
Nem fogjátok nevetni, s keresztyéneket
(Szörényi, 1993, VI, 46: 99). “Ama eğer Tanrı günahlarımız için bizi
Cezalandırır ve hayatımızı size verirse:
Memnuniyetle ölürüz, ama siz kaybetmemize, Hıristiyanlara
gülmeyeceksiniz(sevinemiyeceksiniz)”.
Destanda Tanrı’nın kararları arasında ilk
başta çelişki görülebilir. Ancak gerçekte Tanrı, Osmanlıları günahkar ve sapkın
Macarları cezalandırmaları için göndermiştir. Osmanlılara gücünü sadece bu
sapkın Macarlara karşı kullanma izni verir. Ancak kader onları günahkar
olmayan, Tanrı’nın sadık kullarının yaşadığı Sigetvar’a getirir. Bu sebeple de
Osmanlıların kurgu gereği onlara karşı gücü olamaz. Tanrı da
öfkesininyatıştığını ve Osmanlıların tarafını tutmadığını Komutan Zrínyi’ye dua
esnasında haçın üstündeki Hz. İsa suretiyle bildirir (Szörényi, 1993, II, 79-
86: 46- 47); ancak bunu Halil Bey henüz bilmemektedir. Bu nedenle de Komutan
Osmanlıların muzaffer hayatını kıskanmadığını söyler. Kuşatmanın hazırlık
safhası da böylelikle bitmiş olur ve kuşatma başlar (Szörényi, 1993:110).
Destanın esas teması olan Sigetvar
kuşatması VII bölümde anlatılmaya başlanır. Osmanlı ordusunun o zamana kadar
kimsenin yenemediği Kanunî komutasında Sigetvar’a varması ve iki düşman ordunun
gözlerinin içini görebilecek kadar birbirine yaklaşmasıyla kuşatma anlatımına
geçilir.
Şair, iki ordunun buluşmasının can alıcı
önemini hissederek bunun tasvirini eserin en heyecanlı sahnelerinden biri
haline getirmiştir. Tüm dünyayı fethedebilecek güçteki Osmanlı ordusu
Sigetvar’a akın ediyordu. Kanunî tüm bu gücü Sigetvar’a ve Komutan Zrínyi’ye
yönlendirmişti. Bir tarafta haşmetli Osmanlı ordusu ve muhteşem Süleyman, diğer
tarafta sayıca az olmalarına karşın üstün yetenekleri olan ve tüm
Hıristiyanlığın kendilerine ümit bağladığı Sigetvarlılar duruyordu. Destanın
konusu bu sahneye kadar bir Osmanlılardan bir Sigetvarlılardan bahsederek devam
etmişti. Ancak artık konu tek noktadan hareketle aktarılacaktı: İki dünyanın
savaşı.
Şair ilk bölümde “Ah bu kara bulut nereye
çökecek?” (Szörényi, 1993, I, 101:
34) diye sormuştu. Artık destanda bu
sorunun cevabı veriliyordu. O kara bulut
Sigetvar’a çökmüştür. Bu nedenle, Komutan
ve askerlerinin destanda bu büyük sıkıntı karşısında kaya gibi sağlam durmaları
gerekiyordu.
Şair, Osmanlı ordusunun gelişini Tasso’dan
esinlenerek kale burçlarından görüyormuş gibi aktarmaktadır. Böylece okuyucuyu
kalenin duvarlarına yönlendirerek Komutan Zrínyi’nin önünde gittikçe yaklaşan
tehlikeyi ona hissettirmeye çalışmıştır (Klaniczay, 1964: 174). Burçlardan
öncelikle yeri göğü kaplayan bir toz yığını; ardından da Osmanlı askerleri
görülmektedir. Ordunun gelişi;
Az seregek fölött magas por csavarog,
Alattok rettenetességgel föld robog, Sok ezer vörös zászló az széllel lobog,
Gondolnád, tenger is hogy most reád forog
(Szörényi, 1993, VII, 16: 112). “Orduların ardından büyük bir toz yığını
kalkıyor,
Dehşetiyle altlarındaki yer sarsılıyor
Binlercere kırmızı bayrak rüzgarda
dalgalanıyor,
Deniz şimdi üstüne çökecek sanırsın”
sözleriyle anlatılmaktadır.
Ordu, tıpkı bir deniz gibi kaleyi sarar.
Kale kuşatmasını çok akıllıca ve disiplinli bir şekilde yöneten Kanunî, kale
yakınında durarak “Allah Allah” nidaları arasında orduyu üç kere selamlar. Her
yeri kaplayan kalabalığın ürkütücü gürültüsünden sonra gücünün farkına varan ve
zaferin yaklaştığına inanan Osmanlı ordusunun savaş naraları yeri göğü inletir.
Bunun hemen ardından yeniçerilerin savaş marşları duyulur ve kale
savunucularını korkutmak için tüm toplar ateşlenir:
De az ágyukat is egyszersmind kilüvék: Azt
tudnád leszakad reád az magas ég; Alol a föld robog, repedez mint egy jég,
Sziget bástyája is féltébül mozdul meg
(Szörényi, 1993, VII, 20: 112).
“Topların hepsi aynı anda ateşlenir:
Sanırsın ki gökyüzü üzerine yıkılıyor; Altından toprak gidiyor buz gibi
çatırdıyor, Szigetvar’ın burcu da korkusundan titriyor”.
Şair bu sözlerle Osmanlıların gücünü
oldukça korkutucu bir şekle sokmaktadır. Bu ordu Siklós’daki, Palota’daki,
Almás çayı kenarındaki gibi deneyimsiz küçük rütbeli komutanların yönettiği küçük
bir grup değil, başında çok deneyimli ve gözü kara bir komutan bulunan, birçok
zafer kazanmış ana ordudur.
Komutan Zrínyi kale burcunda durmaktadır.
Destandaki görkemli geçit töreni, Kanunî’nin teftişi, Sigetvarlıları korkutmak
ve sindirmek için atılan savaş nidaları, silah ve top atışları âdeta o zamana
kadar methedilen kale savunucularının böyle bir ordu karşısında telaşa düşmesi
için yazılmıştır.
Şair, Osmanlı ordusunun gelişini anlatırken
bu görüntünün Komutan Zrínyi üzerindeki etkisinden bahsetmemektedir. Sadece
topların kale duvarlarını dövmeye başladığı anda komutandan bahsetmekte ve onun
bu yeri göğü inleten, titreten top atışları karşısında soğuk kanlı olduğundan
söz etmektedir:
Meghagyá Zrini Miklós pattantyusoknak,
Ágyubul köszöntést töröknek adjanak
(Szörényi, 1993, VII, 21: 113). “Miklós Zrínyi topçularına izin verir,
Top atışlarıyla Osmanlı’yı selamlasın
diye”.
Komutan, Osmanlıların tavrına tamamen
kayıtsız kalır. Macarların Osmanlıları iki top atışıyla selamlamaları sırasında
bir dizi Osmanlı askeri yere serilir. Bunun üzerine kaleyi topa tutan
yeniçeriler kale duvarının altından derhal geriye kaçarlar:
De harmadik lövést nem merék megvárni,
Sietnek szállásra kiki eloszlani, Némellyik nem tudja magáét találni
Nagy ijedésében, s nem mér megállani
(Szörényi, 1993, VII, 27: 113). “Ama üçüncü top atışını beklemeye cesaret
edemediler,
Her biri bir tarafa kaçıştı,
Bazıları büyük korkuyla kendilerini
kaybettiler Ve orada kalmaya cesaret edemediler”.
Şair bu dörtlükte iki ordu arasındaki farkı
göstermeye çalışır. Bu bölümde kale savunucularının üstün vasfı ortaya
çıkarken, Osmanlıların sayıca olan üstünlüğü hiçbir şey ifade etmemektedir.
Hatta burada Komutan Zrínyi bile Kanunî Sultan Süleyman’dan üstün gösterilir.
Daha ilk buluşmada kayıp vermeleri ve Komutan’ın karşı koyuşu, Miklós
Zrínyi’nin Kanunî’yi tedirgin etmesine neden olur:
Bán merész szüvéjért nagy félelemben hül
(Szörényi, 1993, VII, 50: 117) “Ban’ın cesur kalbi yüzünden büyük bir korkuyla
afallıyor”.
Sigetvar komutanı da daha ilk çarpışmada
üstün çıkmanın Osmanlı ordusunda yarattığı manevi çöküşün farkındadır. Bu
nedenle hemen saldırıya hazırlanan askerlerine eylemin amacını açıklar:
Ma török császárral mi megesmértetjük
Mi szüvünk, mi kezünk, micsodás fegyverünk.
Ma rettenetessé kell magunkat tennünk,
Azért, vitéz szolgáim, emberek legyünk
(Szörényi, 1993, VII, 54: 118). “Bugün Türk imparatoruna tanıtmalıyız
Cesaretimizi, bileğimizin
gücünü,silahımızın nasıl olduğunu. Bugün kendimizi korkunç göstermeliyiz,
Bu yüzden yiğit askerlerim cesur
olmalıyız”.
VII. bölümde bu gerçekleşir Sigetvarlılar
tüm Osmanlı ordusunu ve hatta Kanunî’ye bile korkunç görünürler. Bu andan
itibaren Osmanlı ordusu yenilgiye doğru gider ve Kanunî bu konuda ne yapacağını
bilemez hale gelir.
Bu sürecin sanatsal açıdan tasvirinin şairi
zorladığı muhakkaktır. Olayları anlatırken daima Sigetvar üstünlüğünü
göstermesi ve bunu inandırıcı kılması gereklidir. Şair kale savunucularının
başarılı olduğu olaylar ve durumlar yaratmalı ve bu tarihî olayları destansı
kimliğe büründürmelidir. Destanın ilk ana bölümünde tamamıyla Istvánffy’nin
eserini takip etmiştir. Ancak aynı şeyi kale kuşatmasını anlatırken de
uygularsa yani bu olayı tarihî kaynaklara dayanarak anlatırsa, destanın
yaratacağı etkinin yıkılmasına neden olacaktır (Klaniczay, 1964: 176).
Gerçekte Osmanlı kuşatma esnasında birçok
saldırı düzenlemiş; önce Yeni Sigetvar’ı ardından Eski Sigetvar’ı alarak kaleye
yaklaşmış ve almak için 10 genel saldırı düzenlemiştir. Şair ise destanda bu
saldırıları, Eski ve yeni Sigetvar’ın alınışını anlatmamıştır. Sadece X.
bölümün 9. dörtlüğünde geçmişte olmuş bir olayı aktarır gibi kalenin Osmanlılar
tarafından alındığını söylemektedir:
Külső és belső város már töröknél vala,
Mellyet Zrini jó esszel maga elhagya, Mert minden erejét az várban behozza;
Az feje álltáig tartani akará (Szörényi,
1993, X, 9: 156). “Dış ve İç Sigetvar artık Osmanlıların eline geçmişti, Zrínyi
onları bırakmakla akıllılık etmişti,
Çünkü tüm gücünü kaleye çekerek;
Toplu olarak bir yerde emrinde tutmak
istemişti”.
X. bölümde kaleye düzenlenen saldırıların
sadece birisinden bahsedilir. Bu da
X. bölümdedir yeniçerilerin yakaladığı
güvercinin üstündki nottan Macarların Osmanlıların düzenlediği 10 saldırıyı
geri püskürttüğünü öğrenmekteyiz.
Huszonötezer török eb fekszik itten,
Mellyek tiz ostrommal jüttek ránk féltekben
(Szörényi, 1993, XIII, 96: 214). “25 bin Türk iti burada (ölü) yatıyor,
Bunlar bize yaptıkları 10 saldırıda
ölenler”.
Şair, tarihî gerçeklerden kısaca bahsetmiş,
ancak kuşatmanın tüm olayları üstünde durmamıştır.
Şair Miklós Zrínyi, eserinde olayları bu
şekilde kısa ve net anlatarak Osmanlı’nın pasif görünmesini sağlamıştır.
Osmanlı saldırılarının büyük bölümünü anlatmazken, Sigetvarlıların bu
saldırıları geri püskürtmelerini en ince ayrıntısına kadar tasvir etmektedir.
Şair, Osmanlı ordusunun Sigetvar’a
varmasından sonra tarafını belirlemiş ve tıpkı Siklós ve Almás’ta olduğu gibi
inisiyatifini Sigetvarlılardan yana kullanmıştır. Tüm kontrol ve hareket
mekanizması onlarmış ve tüm akınları onlar başlatıyormuş gibi bir hava
yaratmıştır.
Macarların Osmanlılara karşı yaptığı ani
saldırılar sonucu olayların sahası kaleden Osmanlı karargahına taşınır. VII.
bölümden XIII. bölüme kadar olan tüm bölümlerde (X. bölüm hariç), olayların
büyük kısmı kale dışında cereyan etmektedir. Kuşatanlar böylece kuşatılanlara
dönüşür. Bu nedenle şair kurguyu Osmanlı ordusunun dağılması olayına
yönlendirmektedir.
Şair, çarpışmaları anlatırken Osmanlıların
Macarlardan daha çok kayıp verdiğine dikkati çeker, kale savunucularının
kayıplarına fazla değinmez. Örneğin, Demirhám ile Deli Vid’in ikinci düellosunu
anlatırken 700 Macar’ın 4 bin kişilik
Osmanlı gurubunun çoğunu öldürdüğünü,
kalanlarının da kaçtığını yazmaktadır (Szörényi, 1993, XI, 81- 100: 182- 185).
Rodivoj ve Juranics ise krallarına haber götürmek için gece yarısı Osmanlı
ordusunun içinden geçerken fark edilmeleri üzerine girdikleri çatışmada ikisi
birlikte Osmanlı ordusunda büyük bir katliam yaparlar. Öldürdükleri arasında
Kanunî’nin en akıllı adamı Kadılıasker de vardır (Szörényi, 1993, IX, 45- 77:
146- 150). Deli Vid’in Osmanlı ordusundan firarı
sırasında neredeyse bir tabur asker
öldürülür (Szörényi, 1993, XIII, 24- 28: 204- 205). Şair, Osmanlı askerine bu
kadar kayıp verdirirken birkaç Macar da öldürmektedir. Örneğin Rodivoj ve
Juranics sayısız Osmanlı askerini öldürdükten sonra ölmektedirler.
Sigetvarlılar, Osmanlı ordusuna
indirdikleri darbelerin bedelini hayatlarıyla öderler. Osmanlı’nın gücünü ancak
hayatlarını feda ederek kırabilirler. Şair II. bölümden itibaren
Sigetvarlıların kahramanca ölmelerine dikkat çekmiş ve Komutan Zrínyi’nin
askerlerinin üstünlüğünü ön plana çıkarmıştır. Onlar Osmanlılara muazzam
kayıplar verdirerek ölmektedirler. Sigetvarlıların ağır kayıplarına ise ancak
XIII. bölümün
sonunda şahit oluyoruz:
Ha kérded, mint vagyunk, mint közel
halálhoz, Kiknek reménséget már segitség nem hoz, Ötszázan maradtunk, de mind
koporsóhoz
Sebek miát közelb vagyunk, sem világhoz (Szörényi,
1993, XIII, 90: 213). “Eğer sorarsanız artık ölüme çok yakınız,
Artık yardımda gelse durumumuz ümitsiz, 500
kişi kaldık, ve yaralarımızdan dolayı, Hepimiz dünyadan çok tabutta sayılırız”.
Çarpışma tasvirlerinin hemen hemen hepsinde
Sigetvarlıların üstünlüğünü görmekteyiz. Ancak çok sayıdaki Osmanlı ordusunu
bitirmek mümkün
olmadığından, ne kadar Osmanlı askeri
öldürürlerse öldürsünler Sigetvarlıların da ölmesi gerekmektedir. Bu nedenle
şair özellikle Osmanlıların en güçlü ve becerikli askerlerini öldürmeye yahut
bunları çatışmaya sokmamaya özen göstermiştir. Örneğin askerî yönden çok
bilgili ve temkinli olan Rüstem Bey’i kendi yandaşına öldürtür:
Heában hány ellent Rustán bék kardjával,
Mert vitéz tatár hám három csapásával Földre havla nyujtá, s fölötte igy
szóllal:
“Holt eb, ihon Krim bék, az kivel
játszottál (Szörényi, 1993, XI, 12: 173).” “Rüstem Bey boşuna kılıcına
davrandı,
Çünkü yiğit Tatar Han’ı üç darbeyle,
Onu ölü ülarak yere serdi, ve başının
ucunda şöyle dedi: “Ölü it, işte dalga geçtiğin Kırım Bey’i burada işte”.
Şahsi çekişmeler yüzünden Rüstem Bey’i
öldüren Delimán ordudan kaçarak bir süre gizlenir. Delimán gizlendiği için,
Demirham ile Deli Vid arasındaki ikinci duello sırasında çıkan ve
Sigetvarlıların Osmanlıya büyük kayıplar verdirdiği çarpışmaya da katılamaz.
Rodivoj ve Juranics’in Osmanlı ordusunu yarma girişiminde öldürdükleri arasında
Kanunî’den sonra orduda en akıllı kişi olan Kadılıaskeri ve en cesur Osmanlı
komutanlarından Zagatár (Çağatay) İdriz de bulunmaktadır. Ayrıca şair Osmanlı
liderlerinin ani saldırılarla öldürülmesi sahnelerini de eserde işlemiştir. VI.
bölümün sonundaki Almas çayı kenarında meydana gelen çatışmada Osmanlıların
kaybı şu şekilde verilmektedir:
Háromezer lovas veszett ebben harcban,
Ötszáz jancsár hever az Almás patakban;
De mindnyájok fölött nagyobb kár Hamviván
(Szörényi, 1993, VI, 115: 109) “3 bin atlı öldü bu savaşta
5 yüz yeniçeri yatıyor Almás deresinde
Ama hepsinden önemlisi Hamviván büyük
kayıp”.
XII. bölümde
Osmanlı askerlerinin savaşamamasının en önemli sebebi olarak ordu liderlerinin
Macarlar tarafından öldürülmesi gösterilmektedir:
Mert sok ezer török kapitán nélkül van
(Szörényi, 1993, XII, 52: 192); Sok láb és a kéz, de mind fejetlen,
Elveszett vezérek s basájok mind épen
(Szörényi, 1993, XII, 53: 193). “Çünkü binlerce Osmanlı komutansız;
Birçok el ayak var, ama başsız hepsi,
Komutanları ve paşaları ölmüş hepsi”.
XIII. bölümde
güvercinle gönderilen mektupta Osmanlılar hakkında şöyle söylenmektedir:
Mert félnek, mert nincsen sem generálisok,
Elveszett, ki mit tudott, itt kapitányjok
(Szörényi, 1993, XIII, 95: 214); “Korkuyorlar çünkü hiç generalleri kalmadı,
Burada tüm bilgili komutanları öldüler”.
XIII. bölümün sonuna doğru şairin Osmanlı
ordusunu tasvir ederken bahsettiği komutanların hepsi ölmüştür: Amirassen,
yakışıklı Hamviván, zeki Ajgás Paşa, kuşatma malzemeleri ve top uzmanı,
Kanunî’nin son güvencesi Ali Kurt. Çatışmalara direkt olarak katılmayan Sokullu
Mehmet Paşa’nın dışında askerî yönden kayda değer komutan olarak Delimán ve
Demirhám kalır. Ancak Sigetvarlıların güvercinle gönderdiği mektuba göre her
ikisinin de savaşta ordu komuta edecek vasfı yoktur; bunlar sadece iyi
savaşçıdırlar. Eserde, Osmanlı’nın en yetenekli komutanlarının öldürülmesiyle,
Sigetvarlıların savaştaki başarılarının inandırıcı olmasına çalışılmaktadır.
Destanın bu ikinci ana bölümünde birçok
epizot bulunmaktadır. Şair burada Osmanlı saldırılarının kesilmesiyle meydana
gelen boşluğu Sigetvarlıların yaptıkları
ataklarla doldurur. Epizotların tümü kale
dışında Osmanlı ordusunda geçmektedir. Epizotların Osmanlı ordusuna
çekilmesiyle Osmanlı gücünün kırıldığı gösterilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu
şekilde epizot karakterlerinin daha iyi tanınması hedeflenmiştir. Rodivoj ve
Juranics; Deli Vid ve Borbála epizodu bunun en iyi örneklerindendir.
Deli Vid ve Demirhám’ın ikinci düellosu
şaire birçok Osmanlı komutanını öldürme fırsatı vermiştir. Delimán ve
Kumilla’nın aşkı epizodundaki Rüstem– Delimán çekişmesi Osmanlı ordusundaki
çöküşün önemli bir nedenidir. Bu epizotlar güç dengesinin Sigetvarlılar lehine
işlenmesine katkı sağlamışlardır. Ancak olayların Osmanlı ordusuna kayması
kalenin onlar tarafından kuşatıldığı temasının işlenmesini engelleyememiştir.
Destanda Sigetvarlıların Osmanlı ordusuna defalarca saldırması yerine başka
olayların devreye girmesi ve bu şekilde başarı sağlanması çok zekice ve
inandırıcı bir fikirdir. Şair, inisiyatif Osmanlıların elindeyken bile değişik
kurgularla olayı Sigetvarlılar lehine çekmeyi başarmıştır. Bu kuşatma tasviri,
Sigetvarlıların sadece saldırılara ve düellolara değil, büyük sayısal üstünlüğe
karşı da başarılı oldukları ve düşmandan üstün olduklarını gösteriyordu.
Şair, X. bölümde tek büyük saldırının
tasvirini bu kadar güzel yapmasaydı, gerçekte yapılmış Osmanlı saldırılarından
bahsetmediği için eseri önemli yara almış olacaktı. Çünkü gerçekte kaybedilen
bu kuşatma, destanda daha önceki saldırıların da Macarlar lehine sonuçlandığı
hissini uyandırıyordu.
X. bölüm bu bakımdan ikinci ana bölümün
temelini oluşturmaktadır. Artık bu bölümde Sigetvar’da cereyan eden bu muazzam
mücadelenin hangi tarafın lehine sonuçlanacağı ortaya çıkacaktır. Çoğu
araştırmancın X. bölümün destandaki önemini
fark etmemesi ve şairin “galip kim olacak”
sorusunu dâhiyane bir şekilde çözdüğünü anlayamayışı gerçekten çok ilginçtir
(Klaniczay, 1964: 179).
Güç dengelerinin Sigetvarlılar lehine
değiştiğini gösteren ayrıntılar çok önemlidir. Ancak, bu bölümde vurgu
Osmanlıların çöküşüne verilmiştir. Osmanlı ordusunun dağılma süresi Sigetvar’a
varmalarından sonra başlamıştır. VII. bölümün ortalarında Kanunî kederlenmeye
başlar:
Csak maga Szulimán nagy gondokban őszül
(Szörényi, 1993, VII, 50: 117), “Sadece Kanunî’nin büyük dertlerden saçları
ağarıyor”,
Yine VII. Bölümde, Komutan Zrínyi’nin
Osmanlı saldırısını geri püskürtmesi Kanunî’nin kederini bir kat daha
arttırmıştır. VIII. bölümün sonunda kendine çok güvenen Kanunî, artık dertle
doludur ve yenilgiyi kabullenmiş görünür:
Világbiró császár Zrintül győzettettem,
Ihon minden erőmet rá vesztegettem, Ihon az jancsárság, rettentő seregem,
Elvész keze miat egyszersmind előttem
(Szörényi, 1993, VIII, 16: 128). “Dünya fatihi İmparator Zrínyi’ye yenildim,
Burada bütün gücümü ona devrettim, Burada
yeniçeriler, müthiş ordum
Onun yüzünden aynı anda önümde mahvoldu”.
Şimdiye kadar kimseden öğüt almayan ve buna
ihtiyaç duymayan Kanunî, komutanlarını kendisine fikir versinler diye yanına
çağırır. Divanı zeki Sokullu Mehmet Paşa yönetir ve Sigetvarlıları “en yiğit
gavurlar” şeklinde anar. Ardından şöyle devam eder:
Ezt hatalmas császár méltónak itélte,
Maga személyével légyen ellensége
(Szörényi, 1993, VIII, 27: 130), “Haşmetli padişah onları,
Kendisine lâyık düşman olarak gördü”.
Bu sözlerle “Sigetvar kalesi” Osmanlıların
en yiğit düşmanı olarak gösterilmektedir. Önceki bölümlerde de şair, Komutan
Zrínyi’nin askerlerinin Kanunî’nin ihtişamına lâyık düşmanlar olduğunu
hissettirmiş; bu bölümde ise bunu Osmanlı da kabul etmiştir.
Kanunî ve veziriazam divanda umduklarını
bulamazlar. Toplantı sırasında Kanunî’nin çadırı uygun öneriler sunma yerine
büyük bir çekişmeye sahne olur. Divan toplantısında temkinli Rüstem ile gözü
pek Delimán arasındaki gizli nifak patlak verir ve bu da Osmanlı komutanlarını
ikiye böler. Rüstem Bey kaleyi uzun kuşatma süresince aç bırakmayı ve serüven
peşinde koşmamayı önerir. Delimán ise bu fikri utanç verici bulduğunu ve sonuca
silahla gidilmesi gerektiğini söyler (Szörényi, 1993, VIII, 30- 56: 130- 133).
Şair burada iyi bir komutanda olması gereken iki önemli özelliği iki ayrı
komutana yüklemiştir. Bu erdemler, yüksek askerî bilgi ve yiğitliktir.
Sigetvar’da ise bu iki erdemi tek bir kişi yani Komutan Zrínyi göstermiştir.
Divan iki komutanın birbirlerinin fikirlerini çürütecek beyanlar vermesiyle ve
tartışmalarla devam eder. Aslında iki komutan da haklıdır. Rüstem’in önerisi
mantıklı, Delimánın’ki ise yiğitçedir. Bu yönden bakıldığında askerî zeka ve
yiğitlik Osmanlı ordusunda iki zıt kavrama dönüşmüştür. Bu nedenle de destanda
Osmanlı ordusunun galip gelmesi neredeyse imkansızdır.
Şair, I. ve II. bölümün birçok yerinde
Osmanlı ordusunun birliğinden, iyi organize oluşundan ve iyi yönetilmesinden
bahsetmiş; gücünün de buradan geldiğini vurgulamıştır. Ancak şimdi her şey
tersine dönmüştür. Divan toplantısında birlikten eser kalmadığından ötürü
Petráf Paşa bu anlaşmazlığın doğuracağı feci sonuçlar hakkında komutanları sert
bir şekilde uyarmak zorunda kalır. O, yine düzenli hatlar halinde Macarlara
saldırmayı itiraz kabul edilemeyecek bir sesle önerir (Szörényi,
1993, VIII, 64- 79: 134- 136). Ancak artık
bu I. bölümde olduğu gibi kolay gerçekleştirilir bir iş değildir. X. bölümde
Sigetvar komutanı Zrínyi’nin Delimán’ın grubuna saldırdığı sahnede tüm vurgu
Osmanlı ordusunun düzensizliğindedir. Askerler sağa sola kaçarak burçlardan
aşağı atlarlar ve boyunları kırılır; ayrıca kaçarlarken Demirham’ı da
kendileriyle sürüklerler (Szörényi, 1993, X, 99- 100: 170).
Düzenin çökmesi artık önlenemez bir hal
almıştır. Delimán aralarındaki ihtilaf nedeniyle Rüstem’ı öldürür. Rüstem
taraftarları da Kanunî’yi Delimán’ı cezalandırması konusunda tahrik
etmektedirler. Bunu duyan Delimán, Kanunî’ye baş kaldırmaya hazırlanır; ancak
daha sonra arkadaşlarını öğüdünü dinleyerek ordudan kaçıp gizlenmeyi tercih
eder (Szörényi, 1993, XI, 9- 37: 172- 176).
Zaten çok az olan komutanlar arasındaki bu
belirgin ihtilafı XII. bölümde tüm ordunun isyanı takip eder. Osmanlı, Tatar ve
Zenci askerleri düzene sokacak komutan kalmamış; ünlü Delimán ise kaçıp
gizlenmiştir. Osmanlı ordusunu büyük bir ustalıkla yöneten Kanunî de artık
düzeni sağlayamamaktadır. Kanunî’nin otoritesi orduda işleyemez hale gelmiştir.
O, artık II. bölümde bahsedildiği gibi güçlü ve kudretli biri değildir. Bu
nedenle divana da katılmamıştır. Çadırına çekilmiş Rodivoj ve Juranics tarafından
öldürülen Kadılıaskerin yasını tutmaktadır (Szörényi, 1993, IX, 99: 154).
Komutanlar ve askerler de Kanunî’nin
otoritesinin yok olduğunun farkındadırlar. Delimán ve aylaklık eden başıboş
askerler ona açıkça karşı çıkmaktan çekinmezler; hatta ona “akılsız”
diyebilecek cesareti kendilerinde bulurlar. Örneğin başıboş askerlerden Deriel
“İmparator delirdi”(Szörényi, 1993, XII, 57: 193) diyebilmektedir.
Kanunî, birliği sağlamanın en büyük
anahtarının disiplin olduğunu bilmekteydi. Nitekim I. bölümde Macarların
anarşiye sürüklenmelerini eleştiriyor ve bunun disiplinsizlikten ileri
geldiğini düşünüyordu. Mutlak otoriteyi korumak gerektiğini biliyordu. Bu
nedenle de Rüstem Bey’i öldüren Delimán’ın kesinlikle cezalandırılmasını ister.
Kendisini yatıştırmaya çalışan Demirhám’a ise şöyle cevap verir:
Hát énnékem császárság, mondd meg mit
használ, Ha csak nyomorultakra száll én büntetésem?
Hát azokon hatalmam csak vagyon nékem
(Szörényi, 1993, XI, 22-23: 174)? “Benim imparatorluğum ne işe yarar söyle,
Sadece sefilleri cezalandırmama mı? Benim
kudretim sadece onlara mı”?
Ancak Kanunî’nin Delimán’ı cezalandırmaya
ne gücü ne de kudreti kalmıştır. Şair, XII. bölümde Kanunî’nin otoritesini
tamamen ortadan kaldırmıştır. Artık o, sefillerin üstünde bile otorite kuramamaktadır.
Aylak ve başıboş askerleri durduramayarak onların isteklerini yerine getirmeye
mecbur kalır. Kanunî düzeni sağlamanın tek yolunu Delimán’ı geri çağırmakta
bulur. Eserde Delimán’ı çağırma fikri de başıboş askerlerin isteği şeklinde
gösterilmektedir (Szörényi, 1993, XII, 61- 62: 194).
Aylaklık eden askerlerin sözcüsü
dağılmışlığın sorumluluğunu Kanunî’ye yükler. Çünkü sözcüye göre Kanunî birçok
askerin ölmesine, onların kanının akmasına aldırış etmemiştir:
Mindezeken vallyon szüve megmozdult-é? Ily
vitézekért egy könyvet hullatott-é?
Nem! nem! hanem még inkább lett
kegyetlenné,
Mindnyájunkat örömest egyszer vesztene
(Szörényi, 1993, XIII, 60: 194).
“Tüm bunlara yüreği hiç sızlamadı mı?
Böyle yiğitler için bir damla gözyaşı döktü
mü? Hayır! Hayır! Hatta daha da insafsızlaştı, Hepimizi birden seve seve ölüme
gönderdi”.
Şair, artık “gerçek dava” yurt için savunma
bilincinin ne kadar önemli olduğunu ve bunun üstünlük sağladığını kanıtlamış
bulunuyordu. Destanda Sigetvarlılar yurdu, ulusu ve ailesi için savaşırken
Osmanlılar Kanunî’nin gücünün artması, hazinesine daha çok para girmesi ve daha
çok kale almak için savaşıyorlardı. Kanunî’nin kendi öz kızı Kumilla da
babasının Delimán’ı öldüreceğini sezdiğinden Delimán’ı orduya katılmaması
konusunda uyarmıştır.
XIII. bölümde Osmanlı ordusunun çöküşü yani
yenilgisi anlatılmıştır. Bu bölümün kuruluşu VIII. bölümünkine benzemektedir.
VIII. bölümdeki, kuşatmanın başında yaşanan, olaylar XIII bölümün sonunda
yaşanan olaylardır. Bu bölümler birbirleriyle bağlantılıdır. Örneğin VIII.
bölümde Kanunî’nin yenileceğini seziyoruz ancak bunun kesin kanıtını XIII.
bölümde görüyoruz. Bu bölümde onun gücünün ve otoritesinin zayıfladığı çok
kesin ve net bir şekilde karşımıza çıkıyor:
…mert Szulimánnal vitézség vész el,
Török hold és jó hir véle aluszik el
(Szörényi, 1993, XIII, 35: 205). “...çünkü Süleyman ile beraber yiğitlik
kaybediyor,
Osmanlı hilali ve şanı onunla bitiyor”.
Şair bu dizelerle destanın en önemli
fikirlerinden birini dile getirmektedir. Kanunî’nin kaybetmesi beraberinde
Osmanlı’nın çöküşünü getirmektedir. İşte burada da şairin eserinin tamamında
tam olarak vurgulamaya çalıştığı düşünce de budur.
VIII. bölümdeki divan toplantısında
komutanlar arasında zıt görüşler hâkimken, XIII. bölümde bu, komutanların
tamamına yayılmıştır. Başıboş Deriel haklı olarak şöyle bir soru soruyor:
Mi fejetlenül mit teszünk kézzel, lábbal
(Szörényi, 1993, XII, 61: 194)? “Biz başsız ne yapabiliriz ki”?
Sigetvarlılar da posta güverciniyle
gönderdikleri mektupta şöyle derler: Már csak fejetlen láb az mi ellenségünk
(Szörényi, 1993, XIII, 91: 213). “Düşmanımız artık sadece başsız bir ayak”.
XIII. bölümde Osmanlı ordusunun dağılışı
gerçekleşir ve artık geri çekilmeye dair fikirler ortaya atılmaya başlanır.
Kanunî tüm bunlar için Hz. Muhammed’i suçlar:
Azt mondja magában: “Ihon száz népeket
Lábam alá nyomtam, és nagy világ rész t
(Szörényi, 1993, XIII, 32: 205)
Talán engem Mahomet hizlalt szerencsével
Azért, hogy Zrininek adjon mindezekkel, És őráragadjon hirem én tétemmel?
Én birtam világot, s ő birjon engem el? De
megcsalja magát, ha csak romlásomat
Az égbül neveti, ö is vall károkat:
Magammal romlársa alhuzom muszurmánt, Kitül tisztességet vesz azután tahát?
Ha ugyan veszni kell, épen mind vesszen el,
Az egész török hir ugyis tisztességgel Lesz, mert az Szulimánnal vitézség vész
el,
Török hold és jó hir véle aluszik el
(Szörényi, 1993, XIII, 33- 35:205). “İçinden şöyle der (Kanunî): 100 ulusu
Boyunduruğum altına aldım, ve dünyanın
büyük kısmını.
Belki de Muhammed bana (bile bile) Tüm
bunları ve tüm kudretimi
Zrínyi’ye vereyim diye mi şans vererek
yüceltti?
Ben dünyaya hükmedeyim O (Zrínyi) da bana
hükmetsin diye mi?
Ama kendini kandırıyor, eğer gökyüzünden
Mahvoluşuma gülüyorsa, O (Hz. Muhammed) da
zarar görecek: Kendimle birlikte Müslümanlığı da yıkıyorum,
Artık kimden saygı görecek acaba?
Eğer böyle olması gerekiyorsa böyle olsun,
Tüm Türklüğün şanı yine de kalacak,
Çünkü Süleyman’la birlikte yiğitlik de
kaybolacak, Türk hilâli ve şanı onunla birlikte yok olacak”
Bu sözlerden sonra Kanunî yine divanın
toplanmasını ister. Divanda kuşatmanın kaldırılmasının Osmanlının yararına
olacağı konuşulur. Çoğunluk, yenilgiyi kabullenip kuşatmayı kaldırmayı ve
İstanbul’a geri dönmeyi önerir. Kanunî, toplarına güvendiğinden bu öneriyi
kabul etmemektedir. Ancak topçu ustası Ali Kurt’un ölümü ve Golemi Stipán’ın
kaleden çıkarak topları yok ettiğini öğrendiğinde pes etmek zorunda kalır ve
geri çekilmeye karar verir. Böylece şair, Sigetvarlıları zafere götürecek
olayları zorlamadan ve kopukluk yaratmadan buraya kadar getirmiş; bu zaferle
destanın ikinci ana bölümünü bitirmiştir (Klaniczay, 1964: 185.
XIII. bölüm destanın Sigetvarlıların
zaferiyle biteceği hissini uyandırmaktadır. Ancak bu imkansızdır. Çünkü önceden
aktarıldığı gibi kuşatma Sigetvarlıların ölümüyle bitecekti. Ayrıca şairin
somut kuşatma gerçeklerini bu derece değiştirmeye niyeti de yoktur. Şair
Zrínyi’nin amacı sanatsal gerçekliğin gücüyle ulusuna mücadele eden halkın en
güçlü otoritenin bile gücünü kırabileceğini göstermektir. Zrínyi’ye göre, bu
halk birlik içinde ve yurduna sadık olursa bunu kolaylıkla gerçekleştirebilir.
Bu özelliklere sahip bir ulusa hiçbir güç tesir edemez, onları dize getiremez.
Çünkü yurtseverlik, birlik, sadakat ve disiplin içinde olan her
ulus girdiği her mücadeleden galip çıkar.
İşte tüm destanın özü budur (Klaniczay, 1964: 185).
Şairin artık bir şekilde tarihî gerçeklere
dönmesi ve bunu önemli bir olaya dayandırması gerekir. Bu olayı da Osmanlı’nın
askerî gücüyle değil, posta güverciniyle gerçekleştirir. Posta güverciniyle
krala gönderilen mesajda Sigetvarlıların yaklaşık 500 kişi kaldığı, onların da
çoğunun yaralı olduğu, kale yıkılmak üzere olduğundan artık saldırılara
dayanılamayacağı belirtilmiştir. Ancak bu güvercin bir talihsizlikle Sultan’ın
çadırına konar ve Osmanlıların eline geçer. Böylece destandaki içerik bu olayla
gerçeğe bağlanmış olur.
Sigetvarlıların durumunu şans eseri öğrenen
Kanunî son bir saldırı daha yapmaya karar verir. Bu saldırı, Osmanlıların ve
Sigetvarlıların kaderini belirleyecektir. Bu nedenle Osmanlıların çok büyük bir
darbe indirmesi gereklidir. Eğer XIII. bölümde Osmanlı Sigetvar’dan çekilmiş
olsaydı, Sigetvarlılar görünüşte basit bir zafer kazanmış olacaklar, ancak
özünde hiçbir şey kazanamayacaklardı. Çünkü Osmanlı çekilseydi gücünün büyük
bölümünü ve Kanunî’yi kurtarmış olacaktı. Bu nedenle bu bölümde Osmanlıların
saldırıya devam etmesi şairin onlara büyük kayıplar verdirerek Kanunî’yi
almasını sağlayacaktır (Klaniczay, 1964: 185).
XIII. bölümdeki
divan toplantısında, öldürülen Rüstem Bey’in arkadaşı Ali Bey akıllı ve yiğit
olmasına karşın yüreksizlik göstererek geri çekilmeyi teklif etmiştir. Geri
çekilmenin gerçekleşmemesiyle gerçekte Osmanlı’nın başarısı Sigetvarlıların
trajik sonu eserde Sigetvarlıların zaferi ve Osmanlıların trajik sonu şeklinde
yansıtılmıştır (Klaniczay, 1964: 186).
Delimán XI. Bölümde, Kanunî’yi büyük bir
trajedinin beklediğini söyler. Kumilla ise XII. Bölümde, Kanunî’nin Sigetvar’a
karşı kaybettiğini, Delimán’ın
ölümüyle bu trajedinin
sonlandırılamayacağını söyler ve bu konuda Delimán’ı uyarır. Artık Kanunî’nin
hem kendi hayatını hem de ordusunu tehlikeye atmasının ve beklenen trajedinin
gerçekleşmesinin zamanı gelmiştir.
Şairin destandaki adaleti, Sultan’ın
çadırına sığınan; şairin deyimiyle hain posta güvercinini bir kartala
parçalatmasıyla yerini bulur (Szörényi, 1993, XIII, 98- 99: 214). Bu kuş yalnız
Sigetvarlıların ölmesine değil, Osmanlıların da büyük kayıplara uğramasına
neden olmuştur. Güvercinin mesajı Sigetvarlıların sonunu hazırlamış; aynı
zamanda bu sonun nasıl olacağı hakkında da bilgi vermiştir. Sigetvarlılar şöyle
yazıyorlar:
Tüzzel emésztenek leginkább bennünket, Mely
miát nem találjuk sohul helyünket; Gondoljuk végezni ott kinn életünket,
Károljuk tüz miát vesztenünk éltünket
(Szörényi, 1993, XIII, 93: 213). “Özellikle ateşle içimizi kemiriyorlar,
(Ateş) yüzünden hiçbir yere giremiyoruz;
Yaşamımızı dışarıda sonlandırmak istiyoruz, Ateş yüzünden öleceğimize çok
yanıyoruz”.
Artık son saldırının gerçekleşeceği açıkça
söylenmektedir. Güvercin sorununun çözülmesi ile görevini tamamlayan şair,
XIII. bölümün son dörtlüğünde Kanunî’nin son saldırıya hazırlanışıyla destanın
bitişini hazırlamıştır.
XIV. bölümün
başında eseri hakkında şöyle demektedir:
Már én mágnesküvem porushoz hoz engem,
Szerencséssen jüttem által ez tengeren
(Szörényi, 1993, XIV, 3: 215). “Pusulam beni limana götürüyor artık,
Denizi sağ salim geçtim”.
Son iki bölümde şair artık limana girmekte
yani destanını başarıyla bitirmektedir. Kolay olmayan bu işin iyi bir şekilde
sonlandırılması da çok önemlidir. Tanrı’nın Macarları affetmek için öne sürdüğü
şart yerine getirilmiştir. Sigetvarlılar birlik, beraberlik ve düzen
içindedirler. Bu nedenle destanda Macaristan’daki Osmanlı devri kapanmıştır.
Artık Sigetvar’da cereyan eden iki ulusun bu mücadelesinin doruk noktaya
çıkarılması gereklidir. Bunun için de iki ordu güçlerinin insanüstü
gösterilmesi yetmemekte, bununla birlikte tüm doğaüstü varlıkların ve evrenin
kuşatmaya dahil edilmesi gerekmektedir.
Şair, XIV. bölümde büyücü Alderan
tarafından çağırılan cehennem ruhlarını mücadeleye dahil eder: Alderan
Kanunî’den izin alarak siyah atına binerek ormanın içlerinde kuytu bir yer
arar. 12 tane zincire vurulmuş Hıristiyan gencini gizlice yanına getirtir.
Bunların boğazını büyük bir bıçakla keserek kanlarını bir leğene boşaltır.
Sonra yanındakileri göndererek tek başına kalır. Eline bakır bir değnek alarak
bununla kendi etrafına bir daire çizer. Geçlerin kanıyla dairenin etrafına
garip harfler yazar. Ölü gençleri dört kıta yönünde yerleştirir (Szörényi,
1993, XIV, 20- 25), ve şu sözleri söylemeye başlar:
“Halljátok, siralmas pokolbéli lelkek, Kik
égben társokat el nem szenvedtétek! Halljatok rettentő Acheron- istennek, Pluton
és Sterapon, és fő fejedelmek!
Belbuzel és Hárpád és Flegeton ura, Styx,
Lete folyásnak iszonyu gondossa, Egés Cocitusnak kegyelmetlen hada, Az ki
leestetek égbül az föld alá!
Halljátok, és jertek az földbül ki gyorsan,
Eggyik se maradjon az pokol gyomróban; Most kit ti kedveltek, az az óra itt
van, Az kiben kaurnak kell meni romlásban.
Harcot és viadalt rájok parancsolok, Nagy
kegyetlenségettitületek hivok; Jüjjenek hát elő Sytx lobogós lángok,
Furiák, Hárpiák,száz
Briareuso”(Szörényi,1993,XIV,26-29:218-219). “Dinleyin cehennemdeki kötü
ruhlar,
Cennettekilere ters düşen kütü ruhlar!
Duyun dehşetli Acheron40Tanrıları, Pluton, Sterapon ve baş yöneticiler!
Belbuzel, Hápád41 ve Flegeton kralı,
Styx, Lete nehrinin dehşetli bekçisi,
Cocitus’un tüm acımasız ordusu, Cennetten cehenneme gönderilen herkes!
Duyun ve yerin altından çabuk çıkın,
Cehennemde kimse kalmasın;
Sizin zevk aldığınız şeylerin tam sırası,
Gavurları mahvetmenin tam zamanı.
Size savaşmayı ve mücadeleyi emrediyorum,
Sizi acımasız olmaya davet ediyorum;
Çıkın öne Styx ateşli atlıları, Zebaniler,
Harpy’ler, yüz Briareoszlar”.
Aldera’nın bu sözlerinden sonra hiçbir şey
olmaz. Bunun üzerine Alderan hiddetlenerek ayağını sertçe yere vurur ve emrini
tekrarlar. Bu bağırışın ardından cehennemin baş zebanisi Luciper yerküreyi üç
defa sallar ve yıldızların ışığını karartır, karanlık çöker. Cehennem ruhları,
devler, zebaniler garip sesler ve haykırışlarla gökyüzünü kaplamaya başlarlar.
Büyücü Alderan onlara Sigetvar’ı ve içindekileri yakıp yıkması için emir verir.
Daha sonra Alderan hiddetli bir sesle Hz. Ali’ye şöyle seslenir (emir vererek):
40 Cehennemdeki
nehir.
41 Belbuzel:
Zebani Belzebub; Hápád: Fars büyücüsü.
“Jüj ki, Hazret Ali, jüj ki föld gyomrábul!
Hozd ki nagy zöldfikárt te mély koporsódbul; Ismét kell itatni lovadat
vértóbul,
Már elfeletkeztek kaurok voltodrul.”
(Szörényi, 1993, XIV, 56: 222) “Çık dışarı Hz. Ali, çık dışarı yerin
altından42,
Derin tabutundan büyük Zülfükar’ını getir,
Atını yine kan gölünde sulaman gerekiyor, Zira gavurlar artık senin varlığını
unutmuşlar”.
Yer büyük bir gürültüyle yarılır Hz. Ali
kafasında beyaz sarığı ile kahverengi bir atın üstünde görünür. Alderan’a şöyle
seslenir:
59- Kicsoda engemet kinombul fölzörget, És
nagyobb kinra hijátkozott fejemet? Igy szól Ali: Kiscoda fekvó helyemet
Keresté meg, s nyugvásbul fölráz engemet?
60- Ah! Nagyobb kint tudnak emberek
találni, Hogysem kinzó ördögök meg is gondolni; Nagyobb kin énnékem világot
most látni, Hogysem azok, kiket szoktam elszenvedni.
61- Mit akarsz énvelem, kegyetlen Alderán,
Hogy általam örülj Szigetvár-romlásban? De te, eszés lévén, czalatkozol aban,
Hiszem vég szakadott az én hatalmamban.
62- Szigetben nem laknak ollyan
körösztyének, Kiknek árthassanak Alkorán-levelek,
Sem az pokolbéli és koporsós lelkek;
Nagyobb Mahometnél Istene ezeknek.
63- Mert
ó fog énvelem égni örök tüzben, Miért gyönyörködtünk az keresztény vérben? Nem
örül az Isten büntetés-vesszóben;
Mi volktunk, ám küldött minket örök tüzben.
42 Burada
Hz. Ali cehennemde gösterilmektedir.
64- De
ezek már más üdók és más emberek, Látom, az Istennél igen kedvesebbek, Hogysem
elóbb kik voltak egyenetlenek; És úk is elensek; de jaj véreteknek!
66- Ám én is ott lészek, s nézem
mesterséged, Ördögökkel eggyütt mit használnak néked, De zöldfikáromat
kivonjam, ne véljed,
Mert Isten kedvébül az mind csak porrá lett
(Szörényi, 1993, XIV,59- 66:223- 224).
59- “Beni rahatsız eden, ve benim başımı,
Daha büyük bir derde sokmak isteyen kim? Ben burada dinleniyordum
Beni neden rahatsız ediyorsun?
60- İnsanlar o kadar zalimlik yapıyor ki,
Bu şeytanın bile aklına gelmez; Dünyada gördüğüm zulüm benim, Burada
hissettiğimden çok daha fazla.
61- Merhametsiz Alderan benden ne
istiyorsun, Sigetvar’ı yıkmamla sevinmek mi istiyorsun? Sen akıllı olmana
rağmen burada yanıldın, Sanırım benim kudretim artık son buldu.
62- Sigetvar’da öyle insanlar yaşamıyor,
Ki, onlara Kuran zarar verebilsin,
Hatta cehennemdeki ve tabuttaki kötü ruhlar
da; Onların tanrıları Muhammed’den daha kudretli
63- Çünki O (Hz. Muhammed) sonsuza kadar
benimle birlikte yanacak, Neden Hıristiyan kanı dökmekten zevk aldık ki?
Tanrı cezalandırma araçlarını sevmiyor;
Biz öyleydik, lâkin bizleri sonsuza kadar
ateşe attı(cehenneme koydu).
64- Ama artık bunlar çok daha farklı
insanlar, Tanrı katında çok daha iyiler, görüyorum,
Ki bunlar daha önce aralarında anlaşmazlık
vardı, Ve onlar da ölecek, ama vay sizin halinize.
66- Lâkin ben de orada olacağım,
Senin zebanilerle ne yapacağını
seyredeceğim, Ama Zülfikar’ımı çıkaracağımı sakın zannetme,
Çünkü O, Tanrı’nın istemesiyle hemen tuz
buz olur”.
Cehennem ruhlarının kuşatmaya katılmasıyla
Sigetvarlılar daha da büyütülmeye başlanır. Çünkü bu durumda onlar kötülüğe
karşı mücadele ediyorlardır:
Sok ezer lélektül Zrini késértetik,
Ő penig mint egy kü, semmit nem rettenik
(Szörényi, 1993, XIV, 75: 225) “Binlerce ruh Zrínyi’ye musallat oluyor,
O ise bir taş gibi, hiçbir şeyden
ürkmüyor”.
Olayların sonu giderek hayret verici ve
etkileyici bir hal almaya başlar. Atmosfer kasvetli, ortam korkutucudur. Zifiri
karanlığı sadece zebanilerin meşaleleri ve yanan kalenin alevleri
aydınlatmaktadır (Szörényi, 1993, XIV, 68- 73: 224- 225). Bu gece karanlığında
yanan kalenin uzağında Deli Vid ve Demirhám birbirlerine son hamlelerini
yapmaktadırlar. Her ikisi de birbirine ağır yaralar açar. İki savaşçı,
birbirine üstünlük sağlayamaz ama aldıkları ağır yaralardan dolayı iki ordunun
en yiğit savaşçısı ölür (Szörényi, 1993, XIV, 105- 114: 229- 230). Bu bölümde
Deli Vid’in ölmesi gerekmektedir. Çünkü eğer Deli Vid son bölüme taşınırsa bu
bölümde Komutan Zrínyi’nin alacağı rol azalacaktır. Deli Vid’in ölümü Macarlar
açısından geceyi daha da kasvetli yapar.
XIV. bölümdeki
karanlık gece, Alderán’ın korkunç büyüsü, cehennem ruhlarının akın akın gelmesi
kurguları çok etkileyicidir (Szörényi, 1993, XIV, 20- 50: 217- 221).
XV. yani
son bölümdeyse cehennemin karanlığını cennetin ışığı aydınlatır. Tisifone’nin
ürkütücü borazanının yerini “semavi müziğin notaları” alır. Şair bu bölümde ilk
bölümdeki motifi kullanır. Tanrı dünyaya bakar ve gördükleri O’nu harekete
geçirir. Tanrı bu bölümde Macarları günahlarından ve sapkınlıklarından dolayı
cezalandırmaktan vazgeçer. O, Sigetvarlıların sarsılmaz inancını görmüş ve ilk
bölümde verdiği sözü tutarak onlara yardım gönderilmesi için emir vermiştir.
Bir melek alayı cehennem ruhlarını tekrar cehenneme kovmak için yeryüzüne
indirilir. Cebrail’in yönettiği melek alayı ışık saçarak gökyüzünü geçtikten
sonra cehennem ruhlarının kara ordusuna darbe vurur. Şair XIV. bölümde cehennem
ruhlarının savaş düzenini, XV. bölümdeyse onların sağa sola bağrışarak
kaçışmalarını çok güzel betimlemiştir. Destanda cehennem ruhlarının
uzaklaşmasıyla karanlık gider ve tan ağarmaya başlar (Szörényi, 1993, XV, 18-
53: 233- 240).
Şair, XV. bölümdeki savaşla I. bölümdeki
kötümser havayı dağıtmıştır. Işıldayan gökyüzü, yenilmez melek alayı ve ağaran
tan güven aşılmakta ve zaferi müjdelemektedir. Deli Vid XIV. bölümde ölmeden
önce Zrínyi’nin ertesi gün öleceği için gözyaşı dökmüştür. Komutan Zrínyi’nin
ölüm sahnesi XV. bölümde parlak cennet ışığı altında gerçekleşir. Cennetin
kapısı ona ve askerlerine açık; yerleri hazırdır. Destanda ölüm hakkında Tanrı,
Cebrail’e; Cebrail, Zrínyi’ye; Zrínyi de askerlerine bilgi vermekte ve ölümün
sonsuz mutluluğun basamağı olduğunu açıklamaktadır. Zrínyi bunu askerlerine
şöyle açıklar:
Ma, vitézek, éltünket el kell veszteni, És
ma, minden próbánkat lepecsétölni
Mi vitézül éltünk, vitéztül meghaljunk,
Egész ez világnak evel példát hagyjunk. Ma mi tisztességet nevünkre szállitunk,
Mai nap szépéti minden elmult dolgunk
(Szörényi,1993,XV,5- 6: 231).
“Yiğitler, bugün hayatlarımızı feda
etmemiz,
Ve bu dünyadaki mücadelemizi sonlandırmamız
gerek.
Yiğitçe savaştık, yiğitçe öleceğiz, Bütün
dünyaya örnek olacağız, Bugün isimlerimizi onurlandıracağız,
Bugün, geçmişte yaptığımız kötülükleri
güzelleştirecek .”
Kale savunucuların son görevi ölmeden önce
beraberlerinde birkaç düşman götürmek; Zrínyi’ninki ise baş düşman Kanunî’yi
öldürmektir. Komutan Zrínyi’nin bu görevi zaten II. bölümde haçın üstündeki Hz.
İsa sureti aracılığıyla da bildirilmiştir. Şimdi de bu görevi son bölümde
Cebrail Zrínyi’ye hatırlatmaktadır (Szörényi, 1993, XV, 44: 237). Kanunî’nin
ölümü Fatih Osmanlı’ya vurulacak son darbe olacaktır. Nitekim destanda Kanunî,
Osmanlı hilalinin ve gücünün kendisiyle birlikte yıkılacağını söylemişti
(Szörényi, 1993, XIII, 32- 35: 205).
Destanda Komutan Zrínyi son ana kadarki
çarpışmalarda fazla rol almamış ve genelde diğer askerler yüceltilmişti. Bu
nedenle bu en önemli görev Zrínyi’ye veriliyordu. Bunu yerine getirmek için
Komutan bayram elbiselerini giyer ve mücevherlerini yanına alır. Yavaş ve
görkemli bir şekilde iç kaleden çıkar. Bunu gören Osmanlı askerleri ondan uzağa
kaçar ve Zrínyi’nin gelişini korkuyla izlerler. En büyük Osmanlı kahramanı
Delimán dahi ondan ürker; Kanunî ise olayları uzak bir tepeden izlemektedir
(Szörényi, 1993, XV, 55- 61: 240- 241).
Son saldırıda Komutan Zrínyi Delimán ile
karşılaşır. Delimán da önemli bir asker olduğundan ölümü Zrínyi’nin elinden
olmalıdır. Onu yenmesiyle askerî yönden büyük bir kahramanlık yapmış olacaktır.
Kanunî’yi öldürmesiyle de siyasî bir hamlede bulunacaktı. Zrínyi destandaki şahsi
gücünü Osmanlıların en güçlü
askeri Delimán’ı öldürerek ispatlamıştır
(Szörényi, 1993, XV, 89: 245; Klaniczay, 1964: 191).
Delimán’ın ölümünü gören Osmanlı askerleri
korkudan kaçmaya başlarlar. Bunların peşinden giden Zrínyi her bir kılıç
darbesiyle 100’ünü birden öldürür (Szörényi, 1993, XV, 89- 92: 245). Kanunî’ye
ulaşana kadar masalsı, insanüstü bir şahsiyet olarak tüm askerleri keser.
Kanunî’nin uzakta durması ve bin asker tarafından korunması boşunadır. Çünkü
artık Zrínyi onun yanına ulaşmıştır. Destanda Komutan Zrínyi, Kanunî Sultam
Süleyman’ın atına binmesine fırsat vermeden yanında belirmiş ve kılıcıyla
Kanunî’yi belinden ikiye bölmüştür (Szörényi, 1993, XV, 99: 246). Böylece
Komutan Zrínyi’nin bu dünyadaki görevi bitmiş; Osmanlı ordusu dağılmış ve
komutanların hepsi ölmüştür.
Artık Zrínyi’nin ölüm anı gelmiştir. Zrínyi
ve askerlerinin ölüm anı basit sözlerle aktarılmaktadır. Yanına yaklaşmaya
cesaret edemediklerinden Osmanlılar onu uzaktan tüfekle öldürürler.
Sigetvarlılar görevlerini yapmanın bilincinde olduklarından zafer hissiyle
ölürler. Bir melek alayı yeryüzüne iner ve ilahi müzik eşliğinde onların
ruhlarını cennete götürür (Szörényi, 1993, XV, 104- 108: 246- 247).
SONUÇ
Şair Miklós Zrínyi Szigeti Veszedelem adlı
destanıyla Macar edebiyatındaki o zaman için büyük bir boşluğu doldurmuş ve bu
eseriyle Macar edebiyatına damgasını vurmuştur. Destanında, daha önce de
belirtmiş olduğumuz gibi, büyük büyükbabası kale komutanı Miklós Zrínyi’nin
Osmanlılara karşı yaptığı Sigetvar kalesi savunmasını anlatmaktadır. Şair,
büyük büyükbabası Miklós Zrínyi’nin yaptıklarını anlatırken, kan bağının
verdiği hisle, onu yücelterek Macar ulusunun en büyük kahramanlarından biri
haline getirmiştir.
Szigeti Veszedelem’de son derece etkileyici
barok süslemeleri de göze çarpmaktadır. Yine de esere, öz itibariyle, derin bir
sadelik ve destansı gerçekçilik hâkimdir. Bu gerçekçilik, Szigeti Veszedelem’in
Avrupa destan edebiyatına temel olan klasiklerden ve onlardan etkilenerek
yazılan destanlardan farklı bir çizgide olmasını sağlamıştır.
Avrupa destan geleneğinde destan yazarları
genellikle destanın dışında kalmışlar ve savaş dönemlerinde orduyla gitseler
dahi, savaşa katılmamışlardır. Bu nedenle genellikle Homeros’tan etkilenerek,
özellikle savaş sahnelerini özgün ve gerçekçi bir şekilde değil, eskiden
anlatıldığı gibi aktarmışlardır. Modern çağlara yaklaşıldıkça, kahraman ve onu
anlatan şair arasındaki bu uzaklık daha da büyümüş, savaş sahneleri eskisi gibi
yazılmaya devam edilmiştir. Bu durum, temel alınan destanlardaki olağanüstü
güçlerin abartılı bir biçimde eserlere girmesine ve senaryoların gerçekdışı
kalarak konudaki gerçekliğin dikkate alınmamasına neden olmuştur.
Şair Miklós Zrínyi, asker olması nedeniyle,
savaşı yakından görmüş ve böylece Szigeti Veszedelem’de destan yazarı ile
kahramanı arasındaki uzaklığı
ortadan kaldırmıştır. Özellikle savaş
sahnelerinde, savaş alanlarında gördüğü olayları dikkate alarak kuşatmayı
tasvir ettiğinden, anlatımı gerçekçi ve etkileyicidir. Bu durum da eserinin bir
destanda yer alan gerçekdışılıkla değil, tarihî bir romanda yer alan
gerçeklikle okunmasını sağlamaktadır. Özellikle savaş tasvirleri, âdeta resimli
bir ansiklopedi niteliğinde olup, okuyucuyu heyecanlandırmaktadır.
Genel hatlarıyla baktığımızda eser,
1566’daki Sigetvar kuşatmasını anlatmaktadır. Kale kuşatmasının nedenleri,
sefere hazırlık, kuşatma ve kalenin alınması, destan kurgusuyla anlatılmıştır.
Ancak bu kuşatma kurgusunun içinde yer alan ayrıntılar, eserin vermek istediği
mesajın yapı taşlarıdır, diyebiliriz. Zira Sigetvar kuşatmasının konu alınması,
o dönem Macaristan’ının durumunu göstermek için sadece bir araç, ulusa ivme
kazandıracak, güç verecek bir hareket noktası olmuştur. Yaşanan savaşlar,
siyasî oyunlar ve kargaşanın içyüzü, bu eserle kitlelere ulaştırılmaya
çalışılmış; ancak destan o dönemde değil, ilerleyen yüzyıllarda hak ettiği
ilgiyi bulabilmiştir. Destan, bir Macar’ın gözüyle Macaristan tarihine bakış ve
o dönem özlemi duyulan bağımsız ve güçlü Macaristan arzusunun Zrínyi’nin
dizelerinde hayat bulmasıdır.
Eserde en dikkat çekici nokta, Osmanlı’nın
askerî gücünün yüceltilmesidir. Osmanlı dünyaya hükmeden bir güç, Sultan; yani
Kanunî Sultan Süleyman ise, bu gücün başında bulunan ve askerî erdemlere sahip
dirayetli bir komutandır. Orduların disiplini, askerî sistem, nizam,
mükemmeldir. Bu noktanın vurgulanmış olması, okuyucunun kafasına Osmanlı’nın
büyük gücünün kazınmasını sağlamakta ve ilk başta düşman kuvvetlerine yapılan
övgü, şaşırtıcı görülmektedir. Ancak temelde, Sigetvar savunucularının
yüceltilmesi yatmaktadır. Böylesi büyük, dünya hâkimi bir güce karşı bir avuç
Macar’ın neler yapabileceği, gösterilmeye çalışılmıştır. Yani,
destanda Osmanlı’nın yüceltilmesi, özünde
Macar güçlerinin yüceltilmesidir. Çünkü ne kadar büyük bir güç yenilirse, yenen
o derece büyüyecektir.
Destanda işlenen yenen ve yenilen taraf
kavramları son derece ilginçtir. Tarihî açıdan baktığımızda bu sefer,
Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlanmıştır. Ancak eserde bu zafer, görünüş
itibariyle Osmanlı’nın olmasına karşın, esasında Macarlarındır. Destan,
Sigetvar kalesinin alınışını Osmanlı’nın sönük zaferi, Macarların mert ve şanlı
zaferi haline getirmiştir.
Eserde adı geçen ana yerler başka
destanlarda olduğu gibi kutsal veya antik yerler değil, Macaristan’ın Tunaötesi
bölgesi ve Hırvatistan’dır. Yine mitolojik Tanrılar, büyücüler, periler ve
doğaüstü diğer güçlere, diğer destanlarda olduğu gibi, sıklıkla yer
verilmemiştir. Kurgularda yer alan barok süslemeler de sadelikle yoğrularak
esere katılmış, destansı gerçekçilik korunmaya çalışılmıştır. Genel destan
edebiyatı geleneklerinin yerine, sadelik temel alınarak, Macar tarihi
anlatılmıştır. Zrínyi’nin destanında yer alan ince barok işlemelerinde
mitolojik unsurlar ve aşk vardır, ancak buna rağmen eser, okuyucuyu okuduğuna
inandırmaktadır. Bu gerçekliğin belki de en önemli nedeni, şairin yazdığı
hikâyenin doğruluğuna öncelikle kendisinin inanması ve bunu gerçek gibi
göstermeye çalışmasıdır.
Destan ilk okunduğunda, dil ve anlatımın
ince olmadığı düşünülebilir, oysa bu ilk izlenimden ibarettir. İfade ve dil
incelendiğinde eserin, stil olarak, eski çağlardaki destanlardan daha iyi
olduğu görülür. Çünkü Avrupa destan edebiyatının temellerini oluşturan
destanların ortak bir hatası vardır: olayları çok abartarak, oldukça uzun ve
ayrıntılı bir biçimde anlatırlar; bu da yer yer okuyucunun heyecanının
azalmasına ve eserin destansı gerçek dışılığının salt bir şekilde görünmesine
yol açar.
Şair Miklós Zrínyi’nin Szigeti
Veszedelem’de kısa ve öz bir anlatım seçmesi, basit üslûbunun değil, güçlü
dilinin göstergesidir. Çünkü o, bu sadeliği barok tarzının süslemeleriyle
birleştirmeyi ve bunu güzel kılmayı başarmıştır. Kurgularda destansı gerçekliği
hedef alıken, edebî güzellikten taviz vermemiştir. İnandırıcılıkla
gerçeküstülük; sadelikle süs destanında büyük bir uyum, bütünlük ve estetikle
birbirine karışmıştır. Etkileyici ve akıcı anlatım özellikleri, Szigeti
Veszedelem’in her mısrasında kendisini gösterir ve okuyucuyu etkiler. Şair, bu
bakımdan, Macar edebiyatın büyük ve unutulmaz ustaları arasına girmiştir.
Kendisi, János Arany’a kadar, Macar edebiyatının en büyük şairi olarak
gösterilmektedir. Yazdığı bu destan, onlarca Macar edebiyat tarihçisi
tarafından her yönüyle en ince ayrıntısına kadar incelenmiş ve hâlâ da
incelenmektedir.
Sigetvar kuşatması, üç kıtaya birden
hükmetmiş büyük bir hükümdar olarak tarihe adını yazdıran ve 16. yüzyılda
fethettiği topraklarla Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını doruk noktaya
çıkaran Kanunî Sultan Süleyman’ın katıldığı son seferdir. Hem Kanunî, hem de
kale komutanı IV. Miklós Zrínyi bu kuşatmada hayatlarını kaybetmişlerdir. Bu
gün hayata gözlerini yumdukları yerde; iki ulusun arasındaki tarihsel bağlara
örnek oluştursun, anlam kazandırsın diye, Sigetvar’daki Dostluk Parkı’nda
heykelleri yan yana durmaktadır. Bu heykellerin aynı boyutlardaki bir örneği de
Trabzon’da bulunmaktadır. Her iki ulusun bu davranışı, sanırız bize ve ileriki
nesillere örnek teşkil eder.
KAYNAKÇA
Ana Britannica, c. 14, s: 308, Ana
Yayıncılık, İstanbul, 1989. Ana Britannica, c. 15, s: 436, Ana Yayıncılık,
İstanbul, 1989. Ana Britannica, c. 18, s: 278, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1989.
Ana Britannica, c. 20, s: 612, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1990. Ana Britannica,
c. 22, s: 138- 139, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1990. Ana Britannica, c. 4, s:
356, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1987.
Ana Britannica, c. 4, s: 75, Ana
Yayıncılık, İstanbul, 1987.
Benczédi, László, Zrínyi Miklós
hadtudományi munkái, Zrínyi kiadó, Budapest, 1957.
Benda, Kálmán, Magyarország történeti
kronológiája, c: 2, 1626- 1848, Akadémiai Kiadó, Budapest, 1982.
Benda, Kálmán, ZRÍNYI MIKLÓS a szigetvári
hős, Várbaráti Kör, Szigetvár, 1993.
Benedek, Marcell, Magyar Irodalmi Lexikon,
Akadémiai Kiadó, Budapest, 1978.
Csánki, Dezső, Magyarország vármegyéi és
városai encziklopédiája, Somogy Vármegye, Országos monografia Társaság,
Budapest, 1896. Gökbilgin, M. Tayyib, “Kanunî Sultan Süleyma’nın 1566 Szigetvar
Seferi Sebepleri ve Hazırlıkları”, Tarih Dergisi, XVI/ 21, 1966.
Güngörmüş, Naciye, Bálint Balassi’nin
Yapıtlarında Türk Edebiyatının İzleri, Osmangazi Üniversitesi I. Ulusal
Karşılaştırmalı Edebiyat Sempozyumu, 2001, Sempozyum Bildirileri, Osmangazi
Üniversitesi, Eskişehir, 2002. Hajnal, Márton,Karnarutics és Zrínyiász,
EPHK’den ayrı baskı, Budapest, 1905.
Hóman- Szekfű, Magyar történet, , c:II,
Krályi Magyar Egyetemi Nyomda, Budapest, 1936.
Hóman- Szekfű, Magyar történet, , c:III,
Krályi Magyar Egyetemi Nyomda, Budapest, 1935.
Hóman- Szekfű, Magyar történet, , c:IV,
Krályi Magyar Egyetemi Nyomda, Budapest, 1935.
Illés, Endre ve diğerleri, Humanista
történetírok, Budapest, 1997.
Imre, Sándor, A széltől fogant ló
zrínyinál, vörösmartynál és régibb költőknél, Figyelő, c. 2, 1897.
İslam Ansiklopedisi, c. 11, s: 147- 148,
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1979.
Kempelen, Béla, Magyar nemes családok,
Grill Károly Könyvkiadó Vallalata, c:IV, Budapest, 1932.
Klaniczay, Tibor, Zrínyi Miklós, Akadémiai
Kiadó, Budapest, 1964.
Kurt, Günay, “16. ve 17. yüzyıl Türk
Edebiyatına Toplu Bakış”, 16. yüzyıldan 18. yüzyıl çağdaş kültürün oluşumu,
Metiş Yayınları, İstanbul, 1986.
M., Derényi, A Zrínyiász alderanja, EPHK
(Egyetemes Philologiai Közlöny), 1940.
Négyesy, László, Gróf Zrínyi Miklós művei,
Franklin- Társulat, Budapest, 1914.
Négyesy, László, Gróf Zrínyi Miklós
válogatott munkai, Lampel Róbert Könyvkereskedése, Budapest, 1904.
Oğuz, M. Öcal, “Destandan Hikâyeye Bozkır
Medeniyetinden Yerleşik Medeniyete Geçiş Açısından Manas”, Manas Destanı ve
Etkinlikleri Uluslararası Bilgi Şöleni, 21- 23 Haziran 1995, Atatürk Kültür
Merkezi. Sayı, 97, Kongre ve Sempozyum Bildirileri Dizisi, sayı: 14, Ankara,
1995. Orlovszky, Géza, “Zrínyi Miklós Török Tárgyú Olvasmányai”, Keletkutatás,
s:114- 121, Kőrösi Csoma Társág, Budapest, 1987 Tavasz.
Peçevi, İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, çev:
Baykal, Bekir Sıtkı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992
Perjés, Géza, “Eszéki Hadjarat”, Rubicon:
28- 30, Budapest, 2002. Perjés, Géza, Zrínyi Miklós és kora, Gondolat,
Budapest, 1965.
Péter, László, Új Magyar Irodalmi Lexikon,
c. 3, Akadémiai Kiadó, Budapest, 1994.
Ravazdi, László, A Szigeti Veszedelem és
Költje, A Szigetvári Várbaráti Kör Kıadása, Szigetvár, 1997.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 11, s: 362, Budapest, 1914.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 12, s: 514- 515, Budapest, 1915.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 13, s: 495- 497, Budapest, 1915.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 16, s: 52, Budapest, 1924.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 16, s: 53- 54, Budapest, 1924.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 18, s: 250- 251, Budapest, 1925.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 19, s: 539, Budapest, 1926.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 19, s: 539, Budapest, 1926.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 3, s: 243- 244, Budapest, 1911.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek Részvénytársaság,
c. 3, s: 429- 430, Budapest, 1911.
Révai Nagy Lexikona, Révai Testvérek
Részvénytársaság, c. 6, s: 732, Budapest, 1912.
Stoll, Béla,Régi Magyar költők tára(RMKT),
XVI. Század,c.I, Akadémiai Kiadó, Budapest, 1991.
Sőtér, István, A Magyar irodalom története
(1600- tól 1772- ig), Akadémiai Kiadó, Budapest, 1964.
Szauder, József, A Magyar irodalom
története, Gondolat, Budapest, 1968. Szerb, Ántal, Magyar irodalom történet,
Szerb, Ántal Örökőse, Magvető, 1934.
Szilágyi, Sándor, Magyar Nemzet Története,
c, 5, s: 374- 379, Az Athenaeum Irodalmi És Nyomdai Részvénytársulat, Budapest,
1897. Szörényi, László, Zrínyi Miklós Szigeti Veszedelem Hősköltemény, Ikon,
Budapest, 1993.
Takáts, Sándor, A budai basák Magyar nyelvü
levelezése, Akadémiai Kiadó, Budapest, 1915
Takáts, Sándor, A Török hódoltság korából
I, Budapest, 1928.
Takáts, Sándor, Rajzok a Török világból,
Akadémiai Kiadó, Budapest, 1915, çev: Sadrettin Karatay, Millieğitim yayınevi,
İstanbul, 1970
Takáts, Sándor, Zrínyi Miklós Nevelőanyja,
Akadémiai Kiadó, Budapest, 1917.
Toldy, Ferenc, Irodalmi arcképek,
Szépirodalmi Könyvkiadó, Budapest, 1985
Türk Ansiklopedisi, c: 29, s: 10- 12, Milli
Eğitim Basımevi, Ankara, 1980. Valgyi, Nagy Géza, Gróf Zrínyi Miklós a költő és
hadvezér, Királyi Magyar Egyetemi Nyomda, Budapest, 1938.
Veress, Zsuzsa; Korsás Bálint, Irodalom II,
Nemzeti Tankönyvkiadó, Budapest, 2001.
Yoldaşoğlu, Fazıl, Alpamış Destanı, çev:
Şimşek- Canpolat Aysu, Öz Aynur, Ankara, 2000.
ÖZET
Tez çalışmamızın ana konusu Osmanlı-Macar
tarihî ilişkileri açısından büyük bir önem taşıyan Sigetvar kuşatmasının Macar
edebiyatına yansımış en büyük eseri olan Szigeti Veszedelem’in edebi açıdan
incelenmesidir. Miklós Zrínyi’nin (1620- 1664) yazdığı bu destan, şairin büyük
büyükbabası, kale komutanı Miklós Zrínyi’nin (1508-1566) ve askerlerinin
Sigetvar kuşatmasında Osmanlılarla yaptığı mücadeleyi anlatmaktadır. Bu eser,
Sigetvar kuşatmasının Macar edebiyatında ele alındığı en büyük ve en önemli
yapıttır.
Çalışmamızda, tarihî açıdan da son derece
önemli olan Sigetvar kuşatmasının işlendiği Szigeti Veszedelem edebi açıdan ele
alınmış; sadece gerekli görülen yerlerde araştırmaya katkıda bulunmak
düşüncesiyle, tarihî konulara değinilmiştir. Çalışmada ayrıca destanın yazarı
Miklós Zrínyi’nin hayatı, çalışmaları, eserinde kullandığı tarz, üslûp ve
yararlandığı kaynaklar incelenmiştir.
Şimdiye kadar ülkemizde tarihî yönden
araştırılmış olan Sigetvar kuşatmasının bir Macar’ın gözüyle ne şekilde
görüldüğünü, edebi açıdan nasıl yansıtıldığını ve dönemin şartlarının esere
etkisini inceledik. Bu tezle her iki ulus için büyük bir öneme sahip olan
Sigetvar kuşatmasına Türkiye’de farklı bir boyuttan yaklaşmaya çalıştık
No comments:
Post a Comment
Note: Only a member of this blog may post a comment.